“Kırıntı”ların peşinde!

Claude Sautet’nin televizyonlarda da birçok kez yayınlanan “Hayat Bağları / Les Choses de la Vie” adlı filmini izlediniz mi? 1970 yılında gösterime giren filmi, bir Michel Piccoli ve Romy Schneider hayranı olan ben, nasıl da beklemiş, o zamanlar iyi filmleri görebileceğimiz bir iki yerden birisi olan Sinematek’te (bir diğeri Sinema Televizyon Enstitüsü’ydü) yıllar sonra Türkiye’de ilk kez gösterildiğinde nasıl heyecanla seyretmiştim… “Les Choses de la Vie”yi “Hayat Bağları” diye çevirmişlerdi, ama o senelerde Fransızca öğrenmeyi kafasına takmış olan ben, bundan tatmin olmamış, sevgili Raşit Gökçeli’ye sormuştum ve tam Türkçesi “Hayatın Şeyleri” olan film için, “Hayat Kırıntıları” adını önermişti…

İşte o iki sözcük, o günden bugüne belleğime takılıp geldi, hatta bu köşede filmle birlikte yazı konusu bile oldu… Bazı filmler, bazı kitaplar tekrar tekrar izlemek, tekrar tekrar okumak içindir… Bunların illa “kült” eserler olması da gerekmez… Sizde uyandırdıkları, sizde bıraktıkları yeterlidir…

Les Choses de la Vie”de filmin adı ve oyuncularıydı beni etkileyen, ama konusu da öyle yabana atılır değildi… Bu nedenle birkaç satır olsun söz etmem gerekiyor:

Michel Piccoli karısı Lea Massari’yi sevgilisi Romy Schneider uğruna terk etmiştir. Bir trafik kazası geçirip öldüğünde (ki film, bu kazanın acıtıcı görüntüleriyle başlar) hastaneye gelen karısına eşyaları teslim edilir. Aralarında sevgiliye yazılmış bir mektup vardır: Kendisine aşkla bağlı genç kadına, karısına dönmeye karar verdiğini yazmıştır... Kalbi kırık eş bu mektupla kaybının acısını hafifletemese de buruk bir sevinç yaşarken, gözyaşları içinde hastaneye koşarak gelen genç kadını görür. Soylu bir davranışla mektubu ondan saklar ki daha fazla üzülmesin…

Kırıntı sözcüğünün peşine takılınca Grimm Kardeşler’in ünlü masalı da yerleşmişti aklıma; hani o umut kırıntılarının olduğu. Mutlaka okumuşsunuzdur, ama onu da özetleyeyim:

Bir zamanlar Hansel ve Gretel adında iki kardeş varmış. Anneleri onlar daha bebekken ölmüş. Oduncu olan babaları, anneleri öldükten birkaç yıl sonra tekrar evlenmiş. Oduncunun yeni karısı hali vakti yerinde bir aileden geliyormuş. Ormanın kıyısında virane bir kulübede oturmaktan ve kıt kanaat yaşamaktan nefret ediyormuş. Üstelik üvey çocuklarını da hiç sevmiyormuş.
Hansel ve Gretel çok soğuk bir kış gecesi, yataklarına yatmış uyumaya hazırlanırken, üvey annelerinin babalarına, “Çok az yiyeceğimiz kaldı. Eğer bu çocuklardan kurtulmazsak, hepimiz açlıktan öleceğiz” dediğini duymuşlar.

Babaları bağırarak karşı çıkmış. “Tartışmaya gerek yok” demiş karısı. “Ben kararımı verdim. Yarın onları ormana götürüp bırakacağız.”

“Endişe etme” diyerek kardeşini teselli etmiş Hansel, “evin yolunu buluruz.” Sabah ormana doğru yürürlerken, akşam yemeğinden cebine sakladığı kuru ekmeğin kırıntılarını yere saçıp arkasında bir iz bırakmış.

Öğleye doğru babaları üvey anneleriyle birlikte çocukları bırakıp gitmiş. Onların geri dönmediklerini görünce Hansel ve Gretel sabırla ayın doğup yollarını aydınlatmasını beklemişler. Ancak, eve dönüş yoluna çıktıklarında geride bıraktıkları kırıntıları bulamamışlar. Çünkü kuşlar bütün ekmek kırıntılarını yiyip bitirmişler.

Çocuklar kaybolmuşlar. Ormanda, üç gün üç gece, aç açına ve korkudan titreyerek dolanıp durmuşlar. Üçüncü gün, bir ağacın dalında kar beyazı bir kuş görmüşler. Kuş onlara güzel sesiyle şarkılar söylemiş. Onlar da açlıklarını unutup kuşun peşine düşmüşler. Kuş onları tuhaf bir evin önüne getirmiş. Bu evin duvarları ekmekten, çatısı pastadan ve pencereleri şekerdenmiş…

Sonrasını bilenler, bilmeyenlere anlatsın…

Kırıntılar ne kadar önemli?! Bizler o hayat, o umut kırıntılarının peşindeyiz… Onlara ihtiyacımız var… Bir teselliyle bitirelim yazımızı:

Sabırla attığımız kırıntıları, o umut kırıntılarını kuşlar yiyorsa iyimser olabiliriz yine faydalı bir şeyler oluyor demektir!

Tüm yazılarını göster