Nihayet yerel seçimler sürecinin son düzlüğüne giriyoruz.
Yüksek Seçim Kurulu kararına göre siyasi partiler aday listelerini 20 Şubat Salı günü saat 17.00'ye kadar teslim edecek.
3 Mart Pazar günü kesin aday listeleri il ve ilçe seçim kurullarınca ilan edilecek.
Yani arada itirazlar, aday yenileme, adayların çekilmesi gibi durumlar için 12 günlük bir zaman olacak. Arada sürprizler olabilir mi göreceğiz.
Misal; kimi adayları değiştirme yetkisi tanınan Özgür Özel arada bir iki değişiklik yapar mı? Ya da DEM kimi yerlerde adaylarını değiştirir mi? Ya da İYİ Parti’de değişiklikler olur mu? Dediğim gibi göreceğiz…
Biz bu olası bir kaç değişikliğe takılmadan yerel seçimin en çok tartışılan partisine dönelim.
Doğru tahmin ettiniz CHP’ye…
Mayıs seçimlerindeki yenilgiyi hem muhalefet bloğunu dağıtmak hem parti içinde değişiklik yapmak için kullanan Özel-İmamoğlu ittifakı o süreçte eleştirilerinin temeline oturttukları bütün argümanları şimdi kendileri kullanıyor.
Misal, CHP’nin altılı masada sağ tandanslı partilerle yan yana gelmesini eleştiriyorlardı şimdi babası ANAP’lı eşi AK Parti adayı olmuş isimleri aday yapıyorlar.
Misal, ön seçim için “namus sözü” veriyorlardı, CHP için önemli bütün il ve ilçelerde aday olacak isimleri atamayla belirlediler.
Misal, kendi deyimleri ile “sola açılacaklardı” Gelecek Partisi Mansur Yavaş’ı destekleyeceğini açıkladı diye seviniyorlar. Bu arada TİP’i ve diğer partileri unutmuş vaziyetteler.
Misal “değişim” diye yola çıkmışlardı, değişim dedikleri yakın arkadaşlarını seçim kazanacakları yerlere yerleştirmek oldu.
Zaten geldiğimiz nokta itibarıyla da artık Özel-İmamoğlu ittifakı yok. O da değişti. Artık iki ayrı grup, iki ayrı hesap, iki ayrı politik hat var. Yani aslında dört parçaya ayrılmış bir CHP’den bahsediyoruz. Şimdilik Ankara-İstanbul çekişmesi olarak ortaya çıkan bu parçalanmış yapı aslında daha fazla cephe içeriyor.
Özelciler, “değişim” diyerek çıktıkları yolda şimdi başlatınca gelecekleri az çok kestirdiklerinden olsa gerek yan yana durmaya çalışıyorlar. Çünkü kaybedilecek bir seçimin faturası onlar açısından ağır olacak. Herhalde bundan dolayı olsa gerek, kendilerini mazur göstermek için akla hayale gelmedik açıklamalar yapıyorlar.
Başta “zaman yok o yüzden ön seçim yapamıyoruz. Takvim çok sıkışık” diyorlardı. Görüldü ki yeterince zaman varmış. Şimdi atama adayları savunmak için “aslında biz atamadık, isimleri yapay zekâ belirledi” diyorlar. Gerçekten yüksek zekâ ürünü(!) bu açıklamalarla pozisyonlarını korumaya çalışıyorlar.
Öte yandan İmamoğlu ekibi İstanbul için son derece tartışmalı isimleri aday olarak göstermekle kalmayıp, İzmir’den Muğla’ya başka kentlere de el atıyor ama her isim kendi seçim çevresinde tepkiyle karşılaşıyor. Çünkü CHP tabanı atamanını kimden geldiği ile ilgili değil, atamanın bizzat kendisine karşı. Tam da bu nedenle İmamoğlu’nun seçim sonrası daha da berrak ortaya çıkacak siyasi hedefleri için gösterilen çabalar parti içinde yeteri desteği görmediği gibi tepki topluyor.
Bir başka cephe, yani kendisine ön seçim sözü verilen, değişim nutukları çekilen ve şimdi kandırıldıklarını düşünen örgüt emekçilerinden oluşuyor. Bu kesim parti içi hesaplaşmayı seçim sonrasına ertelemiş görünüyor ama önlerinde sandığa gitmemekten, başka adaylara oy vermeye kadar genişleyen bir tartışma zemini bulunuyor. Ne yapacaklarını seçim günü hep beraber göreceğiz ama seçim sonrası hesap sormak için her yolu deneyecekleri kuşku götürmez.
Son olarak bir de önceki genel başkan Kemal Kılıçdaroğlu ve çevresi var. Kılıçdaroğlu, yerel seçim için saha çalışmalarına katılmayacağını açıkladı. Ama bu partiyle ilgili bir çalışma yapmıyor demek değil. Neredeyse her gün çalışma ofisi dört bir yandan gelen ziyaretçilerle doluyor. Gerek kurultayda kendisine oy veren delegeler gerekse Meclis gurubunda hatırı sayılır bir milletvekili topluluğu Kemal Bey’e desteğini sürdürüyor. Üstelik Özel’e rest çeken Tunç Soyer gibi isimlerde giderek bu yapıyla bütünleşiyor.
Resmetmeye çalıştığım bu tablodan sonra şu soruları soralım:
- Sizce böyle bir parti seçim kazanır mı?
- Böyle bir partinin mesela “kentsel dönüşüm” gibi Türkiye açısından hayati bir konuda söyleyecekleri inandırıcı olabilir mi?
- Böyle bir bölünmüşlük iktidarın seçimleri kazanabilmek için kullanacağı her türlü yöntemi geçersiz kılabilir mi?
- Seçim sonrası kaçınılmaz olarak gündeme gelecek olağanüstü kurultay, sürprizlere gebe değil mi?
Son olarak:
Türkiye’nin gerek yakın çevresinde yaşanan, gerekse bizden çok uzaklarda ama sonuçları bizi ve yakın çevremizi derinden etkileyecek sorunlara çözüm önerecek bir siyasi perspektife;
Geniş halk yığınlarını adeta yakan ekonomik darboğazı aşacağı güvenini veren bir ekonomik akla;
Ülkeyi ve ülkenin yaralarını sarıp sarmalayacak bir vicdana ihtiyaç yok mu?
Ve bu ihtiyacı “ana muhalefet” partisi ne kadar giderebilir?