Hafta sonu evde kimse yok. Hava bulutlu, ılık benim için oldukça sevecen. Uzun süredir hastane koridorlarını aşındırdığımdan olacak açık havayı daha bir özlemişim. Yaşlandıkça daha az rüya görmeme rağmen son zamanlarda rüyalarımda tıpkı genç ve zayıf olduğum günlerdeki gibi koşuyorum. Hava kadar kendim de sakin olunca bir fincan çay alıp bahçeye çıktım. Pipomu yaktım, çayımdan birkaç yudum almıştım ki merdivenlerden fötr şapkalı birisi çıkmaya başladı. Merakla yerimden kaykıldım, tanıdık birisi idi, ama çıkaramadım. Ben ona seslenmeden o bana gür bir sesle “Beni tanımadın galiba” dedi. Yerimden doğruldum gözlerime inanamıyordum, onu tanımıştım, ancak inanılmaz geliyordu, yaklaştı “Ben John Maynard Keynes” dedi. Ağzımdan “Biliyorum efendim” kelimeleri döküldü.
Hala çok şaşkındım. O da anladı. “Beni hemen tanımanı beklerdim, sen İngiltere’de Birmingham Üniversitesinde araştırmacı olarak bulunmuştun. Üstelik duydum ki bu aralar arka arkaya benim çalışmalarım üzerine yayın yapıyormuşsun, başka iktisatçıları da teşvik ediyormuşsun.” “Haklısınız” dedim. “Bana bir çay getir, sütü de unutma. Biliyorsun ben Cambridge’den kalan alışkanlıkla sütsüz çay içmem.” Mutfağa elimden geldiğince hızla daldım, çayı önüne olanca kibarlığımla koydum.
“Otur bakalım, ekonomide neler oluyor konuşalım” dedi. Dilim döndüğünce anlatım. Sonra sazı eline aldı, hem yaşananları yorumluyor hem de bana sorular yöneltiyordu.
“IMF gelişmiş ülkelerle birlikte pandemiyi iyi yönetti, ama enflasyon karşısında pasif kaldı, bunu anlamakta zorlanıyorum. Üstelik uluslararası sermaye hareketlerinin neden olduğu sermaye hareketlerinin neden olduğu finansal istikrarsızlıklara karşı doğru düzgün bir politika da geliştirememiş. Biz IMF’yi kurduğumuzda yüklediğimiz görevlerinden birisi de ülkelerin finansal istikrarını sağlamasıydı.” “Haklısınız ama bunu 1980’lerden sonra esnek döviz kuru politikası ile zaten geri plana itmişti. 1990’larda da enfl asyon hedefl emesini desteklemeye başladı” dedim.
“Biliyorum benden sonra gelen fırlama çocuk Friedman bunları çok etkiledi, arkadan gelenler de klasik iktisada yeni giysiler giydirip, matematikle süsleyip işi yeniden her sorunu ‘piyasa çözer’ noktasına getirmişler. Aralarında Lucas diye birisi de verdiği röportajlardan birisinde Keynes’i okumaya gerek yok demiş. Bu tür adamlar iktisadı adeta defileye döndürdüler, kendileri de estetik ameliyat geçirmiş klasiklerin mankeni gibi dolaşıyorlar”. “Aman efendim bu iktisatçıların çoğu Nobel ekonomi ödülü sahibi” dememe kalmadı lafı ağzıma tıkadı. “Ödül alacaklarına ekonomilerin krize girmesini engelleyecek politikalar üretselerdi, hadi bunu yapamadılar bari kriz sonrası çözüm bulsalardı? Becermediler çünkü bunlar iktisadı sosyolojiden, tarihten koparmışlar kafaları hala üretim fonksiyonuna takılı. Bana göre yatım fonksiyonunu ve para talebini tam anlamamışlar. Neyse sonuçta herkes bana geldi, yine benim kitaplarımdan, makalelerimden çözüm aradılar. IMF’nin ve gelişmiş ülkelerin pandemi döneminde uyguladıkları iktisat politikaların arkasında yine ben varım” diye biraz da alaycı bir sesle soluklanmaya koyuldu. Bunun üzerine ben de “Ama şimdi de enflasyonu, pandemi krizi döneminde uygulanan genişlemeci para ve maliye politikası nedeni ile size bağlıyorlar” dedim.
“Boş versene. Pandemi sonrasını iyi yönetemediler. Tedarik zinciri sorununu önceden görüp önlem almalılardı. Krizler büyük liderlerle çözülür. Churchill’i sevmezdim fakat II. Dünya Savaşını da o dönemdeki ekonomiyi de iyi yönetti. Tabi sayemde. Ne Biden ne de bizim 10 numaradaki yaramaz çocuk bu işleri tam sökemediler”. “Efendim bir çay daha getireyim biraz da benim ülkemi Türkiye’yi konuşmak isterim” dedim. “Olur, gelirken çayın yanına varsa cevizli, limonlu kekte koy” dedi. Çayı ve keki getirdim. Makro göstergeleri özetledim.
Bazılarının çekinerek baktığı gözlerini bana dikti. “Sen benden çözüm mü istiyorsun?” diye sordu. “En azından yaşananlara ilişkin görüşünüzü bilmek isterim” dedim.
“Sizin ekonominizde maliye ve para politikası yanlış uygulanmış. Politikanız istihdamı artırmıyor. Çünkü seçtiğiniz sektörler doğru değil. Hem dövize ihtiyacınız var, sürekli cari açık veriyorsunuz hem de dış ticarete konu olmayan sektörlere kamusal kaynak aktarmışsınız. Üstelik bunu yaparken biz İngilizlerin aklına bile gelmeyecek şekilde şirketler arasında ayrım da yapmışsınız. Bu yatırım fonksiyonunu etkiler. Nitekim öyle de olmuş. İktisat politikalarına güven olmadığı için de tasarruf sahipleri iddihara (gömülemeye) yönelmiş. Üstelik bunu döviz ve altın cinsinden yapıyorlar. Yani sonuç olarak siz önce ekonomideki yönetim sorununu çözün. Sonra ben tekrar gelirim, politika uygulamalarını konuşuruz” dedi.
Üstüme bir rahatlık çöktü, gerçek bir iktisatçı ile konuşmanın verdiği mutlulukla uykuya daldım.
Kitap önerisi: J.M. Keynes, Barışın Ekonomik Sonuçları, Efil Yayınevi.