Sürdürülebilirlik alanında küresel bir düşünce lideri olan Doç. Dr. Duygu Erten'le “Ortak İnsanlığımızı Kucaklamak” temalı söyleşimizden satır başlarını paylaşacağım bugün. Mümkün olduğunca temel ve anlaşılır sunmak istedim. Yeşil kelimesinden başımız dönüyor. O kadar çok kullandık ki, yeşili de soldurduk.
Bu başlık yazıya da çok yakışır ama biliyorum ki, “…Biz o işin kitabını çoktan yazdık” diyenler itiraz edecek. Ama ben de, “neden attığınız adımlarda bir yaptığınız diğerini tutmuyor; keyfi yeşil olur mu?” diye sormak istiyorum… Sonuna geldiğimizi peş peşe yaşadığımız iklim krizlerinden görüyoruz. Yakında aksi bir siyasi müdahale olmazsa, sınır – gümrük kapılarında da sonuna geldiğimizi göreceğiz.
AB Yeşil Mutabakatı ve Döngüsel Ekonomi Eylem Planı, çelik, otomotiv ve tekstil gibi hayati sektörleri etkiledi, bu etki daha da derinleşecek. Yeni düzenlemeler sizin sektörünüzü nasıl yeniden şekillendirecek?
Sürdürülebilir iş modellerinin geleceği hakkında aydınlatıcı tartışmalara ihtiyacımız var. Şirketler bilime dayalı hedeflere uyum sağlamak zorunda. Yeni dönüşüm çağında nasıl başaracağımızı bulmak için stratejik içgörü geliştirmek zorundayız. Karbon emisyonlarından tedarik zinciri sorunlarına kadar, sektör liderleri uygulanabilir adımları belirlemeli.
- Sektörünüz karbon düzenlemelerine hazır mı? Karbon azaltımı artık bir seçenek değil, bir gereklilik.
- Şirketler döngüsel ekonomi ilkelerine geçişle nasıl başa çıkacak?
- Ağır malzeme kullanımına dayalı sektörleri gelecekte neler bekliyor?
- Çift Yönlü Önceliklendirme Analizi ve endüstri raporlarının yeniden şekillendirilmesindeki rolünü biliyor musunuz?
- Bilim Temelli Hedefler Girişimi (SBTi) şirketleri nasıl anlamlı bir değişime doğru itiyor?
- AB Yeşil Mutabakatı'ndan en çok hangi sektörler risk altında?
Sınırda karbon düzenlemesi, yalnızca çimento ve çelik gibi sektörler için gerekiyor gibi görünse de adı geçen malzeme yelpazesi ve bunların temsil ettiği sektörler konunun bir bölümü. Neden öne çıktıklarını soracaksınız; ağırlıklı karbon gömülü sektörler olmaları yüzünden daha seri hareket etme zorunluluğu ya da önceliği getiriyor.
İklim krizinin ekonomiye baskısı Yeşil Mutabakat’ın masaya yatırılmasıyla başladı. AB küresel liderlik yapmak istedi. Unutmamak gerekir ki, yalnızca AB değil, dünyanın diğer coğrafyalarında da iklim üzerinden ekonomiye düzenleme getirme çabaları var. AB’nin gözü birincilikte…
1990’ların başında BM sürdürülebilirlik konusunun aciliyetini ortaya koydu. Nedeni atmosferdeki karbon salımının ve diğer sera gazı salımlarının hızla artmasıydı, taraflar konferanslara başladı. COP diye anılan seri konferansların sonuncusu olan COP 29 önümüzdeki günlerde Bakü’de yapılacak. Dönüm noktası olan adımlardan biri, 2015 COP Paris’te imzalanan iklim anlaşması. Anlaşma tüm ülkelere karbon düşümü hedefi veriyor. İmzacılar her 5 yılda bir ekonomi stoğuna ilişkin bildirimde bulunuyor. Türkiye ve ABD anlaşmaya en geç imza atan ülkeler olarak dikkat çekti. Yeşil Mutabakat, AB’nin Paris Anlaşması’nın aksiyona geçmiş hali. AB ülkeleri mutabakatta yer alan konuları yerine getirecekler.
2023 önemli bir milattı. 31 Aralık 2025 geçiş döneminin sonu olarak anılıyor. 1 Ocak 2026, karbon vergisinin manşetlerde olacağı tarihi. Hemen önümüzde olan ise 2024 sonu ki, Türkiye’nin planlanan başlangıç tarihi.
2025’e kadar sektörler Scope 1 ve 2 emisyonlarını sınırlamak zorundaydı. 2025’de Scope 3 sürecin içine girecek. Zor bir süreç! Çünkü tedarik zincirlerini de kapsama alıyor. Kendi verilerini toplamak bu eylem planı içinde kurum ve organizasyonlar açısından görece daha kolay bir iş ki, herkes zorlanıyor… Ancak tedarik zinciri verilerine ulaşmak çok zor bir süreç.
Bizim gibi veri toplamanın, saklamanın ve paylaşmanın zor olduğu ülkeler, 2026 başında 3’üncü bir gözün global raporlama süreçlerini denetlemesi zorunluluğuyla da karşılaşmış olacak. Eskiden herkes gönlüne göre rapor hazırlar web sitesine koyardı. Artık tüm ülkeler kamu gözetim kurulu denetçileri yetiştirecek ve global raporlama denetleyecek. Bu kişiler sınavdan geçecek, ekip muhasebe ve finans kökenli kişilerin arasından seçilecek.
Bunu Türkiye için müthiş bir fırsat olarak görmeliyiz. Evet! Herkesin iş yükünü artırıyor ama şeffaflaşma getiriyor. Sadece finansal değil sosyal ve kültürel olarak da şirketlerin daha iyi işler yaptığını göstermek gerekecek. 2025’ten sonra şirketler bunu da raporlamak zorunda kalacaklar. Aslına şu anda 2024 verileriyle 500 kişi üzerinde çalıştıran şirketlerin bunu yapıyor olması gerekiyor ki 2025’te raporlama yapabilsinler. Türkiye’nin kendi taksonomisini hazırlama süreci devam ediyor. Her ülke kendi taksonomisini çıkaracak. Daha da ötesi Türkiye de Avrupa Birliği de Dünya Ticaret Örgütü’ne bağlı ve sınırda karbon mekanizması oldukça tehlikeli bir konu.
Rekabeti eşitlemek ve AB ürünlerini korumak adına yapılan bu geçişe ülkeler hazırlıksız yakalandı. Aslında adaletli ve adaletsiz tarafları var. AB kendi üreticilerine çok ciddi mali destek sağlıyor senelerdir. 1 milyar Euro sadece yeşil mutabakat için çıkarıldı. 750 milyon Euro ise COVID’ten artan fonlarla aktarıldı. Türkiye için içine girmesi çok zor bir süreç başladı. O kadar büyük fonlar var ki anlatmak mümkün değil. Bütün bu çalışmalar AB üyeliğini kaçırmış, kafasına göre iş yapan bir kültürle zor.
Bugün AB ile iş yapıyorsanız küçük de olsanız, iş yaptığınız şirket bilgi isterse vermek zorundasınız. Örnek verelim; denizcilik sektörü diyelim, 2025 onları çok endişelendiriyor… ne ilgilendirir demir çelik denizciliği diyebilirsiniz; otomobilde olduğu gibi denizcilikte de demir çelik kullanılıyor. Demir çeliği daha az karbonla dönüştürülmüş şekilde üretmeye kalktığınızda fiyatı artıyor, rekabet gücünüzü kaybediyorsunuz. Aynı şekilde sürdürülebilir yakıtlar konusu… Üretimler iç içe. Turizm sektörü oteller örneğin, AB ve ABD’de yaygınlaştı. “Biz eko turizm listesinde sürdürülebilir oteliz – yeşil otel sertifikamız var” gibi reklamlar çok… Bu oteller talep alıyor. Ancak deklarasyonla bitmiyor. Örneğin Leed sertifikası olan bir iş yeri kapısının önünde kuyruk olmuş 4 X 4’leri de dönüştürecek. Daha küçük elektrikli araçlar kullanacak. Birbirine ters düşen işler yapılıyor.
Kentsel dönüşüm adı altında Fikirtepe gibi mekânlar oluştu. Havasız kompakt şehirler yaratıldı. Halka soran olmadı. Sosyal tarafı çok zayıf bir sürdürülebilirlik söylemi ve eylemi var Türkiye’de.
Anahtar oyuncular belediyeler. Mahallemize arkamızı döner dönmez birçok bina yapılıyor, kimseye “ister misin?” diye sormuyoruz. Aslında yeşil de sürdürülebilirlik de bu demek.
Türkiye’de 2007’den bu yana sadece 650 yeşil sertifikalı bina var. Bu rakamın 65 bin, 650 bin olması gerekirdi. Kentsel dönüşüm yapıyoruz. Türkiye inşaat sektöründe dünyadaki en üretici ülkelerden, maalesef çok zayıfız. İnşaatlarda hiçbir ölçüm yok. Çıkarılan tozlar müthiş sağlık sorunları yaratıyor.
Özetle; yeşil hala yalnız dilimizde. İçselleştirmedik. Cezaları yerken ne kadar benimseyeceğimizi göreceğiz ama cezalar “geldi geliyor” söylemlerinden daha etkili olacak eminim. Keşke yavaş yavaş önlemlerimizi alsak.., Fırsata çevirsek. Gelir elde etmek ise burada da fırsatlar var. Dikkat edilmesi gereken noktalar son kez; raporlamalarınıza dikkat edin, kıymeti kendinden menkul deklarasyonlar artık yeterli değil. Diğer yandan, sosyal boyutu yani insanı bir an önce kucaklamak gerekiyor.