Avrupa sokaklarında gezdiğinizi hayal edin. Mesela Avusturya, Viyana’da rengarenk tasarımıyla yarım asrı geride bırakmış Hundertwasser Evi’ni gözünüzde canlandırın. Veya İspanya, Barselona’daki La Sagrada Familia’yı düşünün. Her ne kadar “bitmeyen bazalika” olarak ünlense de bu yapı 1926 yılından beri adeta şehrin simgesi olmayı sürdürüyor. Fransa Cannes’daki Le Palais Bulles (Baloncuk Sarayı), Çekya Prag’taki Dancing Building Binası, Belçika, Brüksel’in Atomium’u…
Liste böylece uzayıp gidiyor. Her biri en az yarım asrı devirmiş, şehirlerde yaşanan savaş, deprem başta olmak üzere her türlü felaketten sağ salim çıkmış ve bozulmayan yüzleriyle şehrin tarihi yolculuğuna tanıklık etmiş yapılarla dolu Avrupa şehirleri, sürdürülebilir kentselleşmenin canlı örnekleri.
Mimarlık, gayrimenkul ve müteahhitlik sektörünün de son 20 yıllık gündemini bu sürdürülebilir binalar oluşturuyor. Tanımı ve kapsamı oldukça geniş; yeşil ve çevreci ileri malzemelerden, su ve enerji verimliliğine, doğaya ve çevreye zarar vermeyen inşaat tekniklerinden şehrin tarihi dokusuna uygun tasarım ve mimarisine kadar birçok kriterle değerlendiriliyor. Söz konusu Türkiye olduğunda ise “sürdürülebilirlik” rekabetine bir de deprem riskiyle birlikte güvenli ve yıkılmayan şartını da eklemek şart. Öte yandan ne yazık ki İstanbul başta olmak üzere büyük şehirlerdeki yapıların bu kriterlerle tasarlandığını söylemek mümkün değil. Benesta Genel Müdürü Roksana Diker, “Değişime tam da buradan başlamak gerekiyor. Kentleşme dediğimiz sürekli yıkıp, yenisini yapmak üzerine kurulmamalı. Şehirlerimizde artık zamansız yapılar üretmek zorundayız. Bizim sürdürülebilirlik vizyonumuzun odağında da bu var: Yaşlanmayan malzemeler ve ileri teknolojilerle zamansız projelere imza atmak” diyor.
Benesta gücünü, 17 bini aşkın çalışanıyla başta Orta ve Doğu Avrupa başta olmak üzere, dünyanın farklı ve zorlu coğrafyalarında stratejik projelere imza atan çatı şirketi Esta’dan alıyor. Esta, global müteahhitlik pazarının ilk 100 şirketinden biri. Her yıl açıklanan dünyanın en büyük müteahhitlik şirketleri sıralamasında (ENR), sadece geçen yıl 12 sıra birden ilerleyerek 81’inciliğe yükselmiş durumda. Şu anda hem Türkiye’de hem de farklı ülkelerde yeni projeler için çalışmalar yapıyor.
“Lüks tanımımızın odağında sürdürülebilirlik var”
“Odağımızda zamansız yapılar tasarlamak var” diyen Diker, “Benesta olarak lüksü de bu kapsamda tanımladık. Bu tanımın odağına sürdürülebilirlik, insan ve ileri malzemeleri koyduk. Kolay ve zamanın modası projeler yerine, farklı, yenilikçi, dünya çapında mühendislik bilgisi ve vizyon gerektiren stratejik projelere odaklandık. Zamana yenilmeyen, aksine içinde bulunduğu coğrafyanın simgesine dönüşen yapılar inşa ediyoruz” diyor.
Tüm sektörün gündemine yerleşen sürdürülebilirlik çalışmalarının ve çevreci uygulamaların önemine değinen Diker, “Sadece ülkemizde değil tüm dünyada da, özellikle pandemi sonrasında sürdürülebilirliğin başı çektiği, içinde bulunduğu coğrafyayla uyumlu ve ileri teknolojiyle fonksiyonelliğin arttığı yapıların öne çıktığını görüyoruz. Öte yandan bir deprem felaketi yaşamış ve dahasının yaşanılacağı öngörülen ülkemizde bundan çok daha fazlasına ihtiyaç var. İşte bizim amacımız Benesta’yı bu yeni gayrimenkul dünyasında kuralları belirleyen, bugünün değil geleceğin yapılarına imza atan bir şirket olarak konumlandırmak. Romanya, Almanya ve Dubai başta olmak üzere Benesta’yı yakın coğrafyada da küresel oyuncu olarak konumlamak, en önemli yakın dönem hedefimiz” diye vurguluyor.
İNSAN ARTIK ‘İYİ’Yİ İSTİYOR
“Her projemiz için geçerli olan ‘Benesta İlkeleri’ var. Bu ilkelerle imza attığımız ilk proje Benesta Centro oldu. Şimdi BenLeo Acıbadem ve Podio ile devam ediyoruz. Bu ilkelerin başında dünya çapında mühendislik bilgisi ve vizyonu geliyor. Dünyanın farklı ülkelerinde hayata geçirdiğimiz, ilklere imza atan yapılarımızın deneyimini projelerimize taşıyoruz. Uzun yıllara dayanan müteahhitlik tecrübemiz ve teknik deneyimimizle yüksek profilli, son teknolojinin kullanıldığı güvenli ve iyi hissettiren yaşam alanları kurguluyoruz. Odağımızda ise insan var; lüksü insanın ihtiyacından, deneyiminden ve beklentilerinden yola çıkarak tanımlıyoruz. Fonksiyonellik, estetik ve mimari tasarım, elbette olmazsa olmazımız. Ama insan artık ‘iyi’yi istiyor; doğaya zarar vermeyen, eskimeyen aksine zamanla daha çok değerlenen, topluma ve içinde bulunduğu coğrafyaya değer katan işler talep ediyor. Zamansız yapılar ilkemiz ise bizi diğerlerinden ayırıyor; farklı bir yerde konumluyor. Sürdürülebilirlik anlayışımızın temelini de bu oluşturuyor. Sadece akıllı, ileri teknolojiye sahip ve doğaya zarar vermeyen yapılar inşa etmekle kalmıyor; imza attığımız her projenin zamansız, yani geleceğe miras kalacak yapılar olmasına özen gösteriyoruz. Bu zamansızlık tasarımdan kullandığımız ileri malzemeye, mimariden mekan kurgularına, sosyal donatılardan dayanıklılık ve fonksiyonelliğe, projenin tüm detayları için geçerli.”