Kendimizin Farkında mıyız?

Burak DALGIN Dünya Penceresi

Sokrates ve Mevlana’dan iş hayatı uzmanlarına kadar pek çok kişi kendini bilmenin önemini vurguluyor. İşin ilginci, çoğumuz öz farkındalığı olduğunu söylüyor, ama araştırmalar bu oranı sadece yüzde 10-15 seviyesinde buluyor. Peki, ne yapalım?

Öz farkındalığı olan kişilerin daha doğru kararlar aldığı, daha güçlü ilişkiler kurduğu ve neticede daha başarılı olduğu genel olarak kabul edilen bir durum. Belki de bu yüzden pek çoğumuz öz farkındalığımız olduğunu düşünüyoruz. Araştırmalar bunun pek doğru olmadığını gösteriyor. Ancak daha temel bir konu var: öz farkındalık ne demek? Kimilerine göre iç dünyamızı gözlemleme yeteneği, kimine göre ne yapmak istediğimizi tamamen idrak ettiğimiz bir an, kimine göre de kendimizi nasıl gördüğümüz ile başkalarının bizi nasıl gördüğü arasındaki fark...

Yönetim danışmanı Tasha Eurich’in ‘ikili’ yaklaşımını ilginç buluyorum. Birincisi, benim ilk aklıma gelen durum olan "içsel öz farkındalık". Yani kendi değerlerimizi, tutkularımızı, hedeflerimizi, çevremizle uyumumuzu, tepkilerimizi (düşünceler, duygular, davranışlar, güçlü ve zayıf yönler) ve başkaları üzerindeki etkilerimizi ne kadar net gördüğümüz. Eurich ve ekibi, içsel öz farkındalığın iş ve ilişki memnuniyeti, kişisel ve sosyal kontrol ve mutluluk ile bağlantılı olduğunu; kaygı, stres ve depresyon ile de olumsuz bir ilişkiye sahip olduğunu bulmuş. Pek şaşırtıcı değil.

Ancak konu burada bitmiyor, bir de "dışsal öz farkındalık" var. Yani, diğer insanların bizi yukarıdaiki faktörler açısından nasıl gördüğünü anlamak. Nitekim, başkalarının onları nasıl gördüğünü bilen kişilerin empati kurmada ve başkalarının bakış açılarını anlamada daha becerikli olduğu ortaya çıkmış. Eurich’in araştırmasına göre, kendilerini çalışanlarının gözünden gören liderler, onlarla daha iyi bir ilişkiye sahip olabilmiş, daha yüksek memnuniyetle karşılanmış ve daha etkili olarak görülmüş.

Tabii amaç her iki alanda da yüksek bir öz farkındalığa ulaşmak. Hem içsel hem dışsal cephede başarısız olmanın doğal sonucu, bir anlam arayışında 'kaybolmak’ ve huzursuzluk/ mutsuzluk. İçsel farkındalığı yüksek, ama dışsal farkındalığı düşük kişilerin ise hayata at gözlüğüyle bakma, iyi ilişkiler geliştirememe ve başarısız olma riski var. Bunun tersi, içsel farkındalığı düşük, ama dışsal farkındalığı yüksek kişiler de etrafını mutlu etmeye odaklanan, kendi sesini bulamayan biri haline gelebilirler.

Yöneticiler için ilave bir parantez açalım. Başarılı ve tecrübeli kişiler kendi kabiliyetlerini hayli yüksek görüyor. Bu durum onları görüşleriyle çelişen verilere ve hoşlarına gitmeyen geri bildirimlere duyarsız hale getirebilir ve öz farkındalıklarını düşürebilir. Organizasyonların patrona/ müdüre nasıl davranılması gerektiğini ne kadar hızlı öğrendiğini düşünürsek, yöneticilerin kendilerini bir duyarsızlık kulesine hapsetmesi riski var – aman dikkat! Bu duruma karşı aktif önlemler almalısınız.

Yazımızı üç öneriyle tamamlayalım. Birincisi, Eurich’in ilginç bir gözlemi – ‘neden’ yerine ‘ne’ sorusunu sormak. Yani ‘benim yaptığım işi neden beğenmedi’ yerine ‘daha iyi iş çıkarmak için ne yapmalıyım’ demek. Niyet okuma ve aşırı spekülasyondan arınma açısından yararlı buluyorum. İkincisi, şirkette geri bildirim sistemlerini kurmak ve ısrarla işletmek. Emin olun, bu yapıları oluruna bırakırsanız veya ‘isteyen bana her zaman geri bildirim verebilir’ derseniz hiçbir şey olmaz. Üçüncüsü ve en önemlisi, içsel ve dışsal öz farkındalığımızı periyodik olarak tartmak.

Kendimizi daha iyi tanıdığımız bir hafta diliyorum.

Tüm yazılarını göster