Hiç sevmediğim bir işi yapıp bayağı bir rakam vereceğim. Merkez Bankası’nın (MB) 2020 sonu için enflasyon tahmini %8.2. Buna karşılık MB’nin beklenti anketine katılanların yılsonu enflasyon beklentisi %10.1, on iki ay sonrası için ise %9.6.
MB’nin 9 Şubat’taki PPK toplantısında belirlediği haftalık politika faizi %10.75. 28 Şubat haftası verilerine göre bir aylık vadeli mevduatın faizi % 9, üç aylık vadeli mevduatın faizi %10, bir yıllık vadeli mevduat faizi ise %9.3 düzeyinde.
Açık biçimde mevduat faizleri beklenen enflasyonun altında. Ama mesele sadece bu değil. Tasarruf sahibi açısından önemli olan mevduat faizinin en az beklenen enflasyon ile risk priminin toplamı kadar olması. ‘En az’ diyorum; çünkü mevduat faizi bu toplam kadar olursa tasarruf sahibinin elde ettiği getiri ancak sıfır reel faiz karşı gelecek. Tasarruf yapacak kişi hiç olmazsa %1 de reel faiz olsun istiyorsa, mevduat faizinin bir de bunu karşılaması gerekiyor.
PPK toplantısının yapıldığı gün Türkiye’nin risk priminin göstergesi olan CDS 270 baz puan (%2.7) kadardı. Şu anda ise CDS 390 baz puan (%3.9) düzeyinde. On iki ay ilerisi için enflasyon beklentisinin üzerine makul reel faizi ve risk primini ekleyince ortaya çıkan rakam %14.5. Bırakın enflasyon beklentisini, aynı hesabı MB’nin kendi enflasyon tahmini ile yapın; % 13.1 elde ediliyor. Hadi bir de düşük olan (toplantı tarihindeki) risk primini ele alın; %11.9 buluyorsunuz. Oysa mevduat faizi bunun çok altında. Ne anlama geliyor bu?
Birincisi, tasarruf sahibine boş ver lira cinsinden tasarruf yapmayı “dövize git” diyoruz. İkincisi, “bak istersen bir de tüketim alternatifin var; hem tüketici kredisi de bol ve ucuz” diyoruz.
Durun daha bitmedi. MB birkaç ay önce bankaları kredi artışına özendiren bir zorunlu karşılık oranı kararı aldı. Hem bu kararın etkisi hem kamu bankalarının tercihi hem de düşük faizler nedeniyle tüketici kredileri patladı. Yatırıma yönelik kredilerde ise beklenen gerçekleşmedi. Bu gelişmeler üzerine, MB 7 Mart günü bankaları tüketici kredilerine değil de seçilmiş sektörlere kredi vermeye yönlendirmeyi amaçlayan bir karar aldı.
Böyle alt alta yazınca ortaya bir tutarlılık sorunu çıkıyor. Hadi tüm önemine karşın geçtim yatırım yapılabilir bir ortamın varlığını irdelemekten. Bu ülkenin tasarruf düzeyi gelişmekte olan ülkelerin ortalamasının altındaki bir yatırım-GSYH oranını finanse etmekten çok uzak olduğu için dışarıdan borçlanmak zorunda değil miyiz? Peki, neden tasarrufu cezalandırıcı faiz kararları alıyoruz? Öte yandan tüketici kredilerinin patlamasına izin verip sonra ‘hadi yeter artık yatırım yapılsın’ diyoruz? İyi hoş da yatırım yapılmasını isterken (yatırım yapılabilir ortamın varlığını, özellikle hukuk sisteminin durumunu bir tarafa bıraktığımı tekrar hatırlatayım), neden yatırımı finanse edecek yerli ve milli tasarruflarımızı cezalandırıp dış borcu artırıcı bir politika uyguluyoruz?
Son söz şu: MB’nin öncelikli işi enflasyonla mücadele olmalı. Enflasyona yönelik bırakın faiz politikasında ‘ince’ ayarı ‘kaba’ denilebilecek bir ayar bile yokken, banka kredisinin yöneleceği alanlara ilişkin ‘ince ayar’ hevesi nereden çıkıyor? Bari bu işi BDDK yapsa da, MB, asıl işinde kaba bir ayar bile yapmayan ama asıl olarak başka kurumun alanına giren işlerde ince ayar yapan bir kurum durumuna düşmese. Daha iyi olmaz mı?