2023 genel seçimleri sonrasında uygulanan makro-ekonomik dengelenme politikaları, 1990’lı yıllarda uygulanan klasik anlamdaki kemer sıkma politikalarının bir başka versiyonu oldu. 1990’lı yıllarda IMF tarafından önerilen bu politikalar kötü yaşam tarzı sebebiyle komaya giren hastaya şok tedavi yöntemleri içeriyordu. Şok tedavinin yükü de genel olarak düşük istihdam ve azalan satın alma gücüyle orta gelirin refah kaybı olarak karşımıza çıkıyordu.
Peki, nedir bu klasik kemer sıkma politikaları?
Enflasyondaki yükseliş ve bütçedeki açığın ücretlerin baskılanması, vergi artışları ve varlık satışlarıyla kontrol edilmesine dayanan politikalardı. Bu politikaların yol açtığı kısa vadedeki istihdam ve gelir kayıpları da düşük ve orta gelirlinin önemli ölçüde refah kaybına uğramasına sebep oluyordu.
Öncelikle çok yüksek düzeye ulaşan ekonomik dengesizlikleri—yüksek kamu harcamaları, yüksek enflasyon, kur atakları, vs—hanelere dokunmadan çözen mucizevi yöntemler maalesef bulunmuyor. İngilizce buna “there is no free lunch” deniyor.
Son bir yıldır uygulanan ekonomi politikaları da bize “Her şeyin bedeli var, güzelliğinin de; bir gün gelir ödenir, öde Firuze” şarkısını çalıyor.
Vergi tarafında son bir yıldır ÖTV, KDV, MTV, kurumlar ve gelir vergisi olmak üzere hemen hemen tüm vergi türlerinde artışa gidildi. Ancak bu artışlara rağmen bütçe açığının artmaya devam etmesi kaynaklı TBMM’de yeni vergi paketleri görüşülmeye devam ediliyor.
Asimetrik şekilde artan enflasyonun hane halkının satın alma gücünü önemli ölçüde eritmiş olmasına rağmen Temmuz ayında asgari ücret artışına gidilmedi. Kamu personel ve emekli aylıklarının satın alma gücünü azaltan politikalar uygulandı. Örneğin enerji fiyat düzenlemelerinin Temmuz ayına ötelenmesi, emeklilerin satın alma gücünü aşağı çeken kök aylık düzenlemesi gibi. Ayrıca SGK primlerinde yapılması planlanan artışlar da hali hazırda OECD ülkeleri arasında en yüksek oranlarda olan prim yükünü daha da artırarak kayıtlı istihdamın kamburu olacaktır.
Kamuda tasarruf paketi ise, birçok kurum ve uzman tarafından yapılan analizlere göre, ihtiyacın oldukça altında kaldı. Paketi yerindelik, izlenebilirlik, denetlenebilirlik ve kamuoyuna hesap verebilirlik açısından ele aldığımızda kapalı kutu olduğunu görüyoruz. Ayrıca yapılan açıklamalardan tasarrufun esas olarak yatırım ödeneklerini azaltarak yapılacağını anlıyoruz. Bu da kalkınma politikaları ve verimlilik açısından dezavantajlı bir durum.
Peki, başka neler yapılabilir?
Vergilere sadece bütçe finansman aracı olarak bakmaktan öte bütçe sürdürülebilir kalkınmayı pekiştirecek şekilde yeniden tasarlayabiliriz. Örneğin, vergi adaletini sağlayacak şekilde vergide gelirin tanımını genişleterek beyan edilen gelirlere sermaye kazançları ve finansal gelirleri dahil edilebiliriz. Kayıt dışılığı ve düşük beyanı azaltmak amacıyla gelir ve gider sorgusuna imkân verecek düzenlemeler ve uygulamalar yapabiliriz. Düşük vergi yüküne tabi olan veya vergi dışı bırakılan alanları kalkınma hedefleri ve etki analizi sonuçlarına göre değerlendirerek vergi istisnalarını azaltabiliriz.
Gider politikalarında bütçede önemli yük oluşturan emeklilik sistemi, sağlık sistemi ile kamu personel yapısının uzun vadeli çözümünü konuşabiliriz. Zira düşük istihdam, yüksek emekli oranı ve yaşlanan nüfus ile emeklilik ve sağlık sistemi her geçen gün kartopu gibi büyüme devam edecek. Tüm giderleri etki analizlerine tabi tutarak kalkınma hedeflerimize göre uzun vadeli bir yapıda şekillendirebiliriz. Merkezi yönetim ve yerel idarelerin etkinlik kapasitelerine göre harcama programlarını yeniden oluşturabiliriz. Kamu-özel işbirliklerini uzun vadeli finansman yöntemleri ve öncelikli kalkınma alanlarına göre tasarlayabiliriz.
Ekonomide güven ortamını ve niteliği tesis eden, sürdürülebilir kalkınmayı sağlayan yapısal konuları ele alabiliriz.
Örnek vermek gerekirse enflasyonda düşüşü sağlamak adına en önemli konular arasında güven yer alıyor. Güveni tesis etmek için politikaların sürdürülebilirliği ve verilerin güvenilirliğine ilişkin kamuoyu algısının iyileştirilmesi gerekiyor. Merkez Bankası başkanlarının görev süresine ilişkin belirsizliğin giderilmesi; TÜİK ve diğer kamu kurumlarındaki şeffaflığın artırılması, güven ortamını sağlamak adına önemli bir başlangıç olabilir.
Türkiye’nin yapay zekâ ve akıllı zekâ çağında uluslararası rekabet gücünü artırabilmesi adına nitelikli istihdama odaklanan politikalara öncelik vermesi de gerekiyor. Bu önceliklendirme eğitim sistemi, iş ve iş gücü piyasası olmak üzere birçok alanda reform ihtiyacını barındırıyor.
Bir diğer önemli konu da küresel iklim değişikliğinin göbeğinde olan coğrafyamızda bu konuda mücadele etmek için geliştirilmesi gereken stratejiler olarak karşımıza çıkıyor.
Tüm bu adımlar, Türkiye’nin verimlilik ve rekabet gücünü artırarak yeniden dengelenme sürecin daha az sancılı olmasına katkı sağlayacaktır.