"Keçi can derdinde, kasap..." demeyin

Rüştü BOZKURT BUZDAĞININ DİBİ

Bütün ömrü hareketle yoğrulmuş, öğrenmek ve öğretmek sevdasının peşine düşmüş, kendini yazıyla anlatma fırsatlarını bulmuş benim gibi birinin gönüllü de olsa kendini eve hapsetmesi kolay hazmedilebilir bir durum değil.

Bütün insanlığın üstüne karabasan gibi çöken Covid-19 hastalığı herkesin ilgi odağında ilk sıradaki yerini koruyor,

Tıp alanında bilgim olsa, çantamı kapar kapı kapı dolaşırdım. Sosyal örgütlenmelerde insanların günlük ihtiyaçlarına karşılayan yapılarda yer almak istiyorum; yaşımın 80’e dayanmış olması engeliyle karşılaşıyorum. Yine de kendime uğraş alanı buldum: Yarım yüzyılı aşan, bu yıl 56’ıncı yılını dolduran yazı yazma serüvenin birikimini “Yazı İnsanı” diye küçük bir kitapçıkta topladım. Yazan insanın işini amaç ve araç arasında dengelemesinin sorumluluklarını irdeliyorum. Kitabı bilgisine ve içtenliğine güvendiğim birkaç dosta gönderdim; övgülerini de uyarılarını da dikkate alacağım. Şu anda demlenmeye bıraktım; yayınlama konusunda aceleye gerek yok.

Bir başka çalışmayı daha tamamladım: Yaşamıma dokuna, kişilerle ilgili olmayan, olgular ve fikirlere odaklanan anılarımdan bir kesiti yazdım: “Üretme Sevdasının Peşinde/ Keşkesiz Yaşam”. Taslakları bitirdim ama üzerinde çalışıyorum. Ne zaman olgunlaştığına kendimi ikna ederim bilemiyorum.

Zamanımın çoğunu Covid-19 sonrasının yaşam örgütlenmesinin nasıl olabileceğini araştırarak geçiriyorum. Bugüne kadar 30’a yakın “dip dalga etkeni” üzerinde çalıştım. Bazı okuyucuların aklına, “ Keçi can derdinde, kasap yağ derdinde” atasözü gelebilir ama öyle düşünmeyin. Geleceği düşünme ve düşündüklerini paylaşma bütün insanların sorumluluğu.

Covid-19 salgını bize çok şey öğretiyor. Önce, bizim çocukluğumuzun yaygın sloganını bir kez daha gündeme getirdi: “Su uyur, düşman uyumaz…” Piyasa üst göstergeleri yerine, dip dalgalar üzerinde çalışanların çok söylediği ve çok yazdığı bir gerçeklik iyice anlaşılmış olmalı: Erken uyarı mekanizmaları kurarak, öngörme ve önlem alma disiplinini yaşam biçimi haline getiremeyen toplumlar sorunlara başa çıkakta zorlanıyor.

Düşmanımız görünür de, görünmez de olabilir. Çoğu zaman, güçlü olanlar bizim kötülüğümüze ve kendi iyiliklerine olan satmak için en kutsal değerlerimizle süsleyerek sunabilir. Kötülük edenleri suçlama yerine kendimize ayna tutmamızın ne denli önemli olduğunu gösterdi salgın. Hangi toplum dinamik envanterlere sahipse, kurumlar sağlıklı ve dinamik veri üretiyorsa, orada net bilgi etkili önlem almanın gücü haline geliyor. Sorunlar ve çözümler ödünsüz bir açıklıkla paylaşıldığında, toplumun güçlü rüzgarlarıyla yelkenlerinizi dolduruyorsunuz. Bilime ve bilim insanının yetkinliklerine ideolojik saplantıyı aşarak yaklaşırsanız, çözüme yönelik arayışlarınızın ayakları daha sağlam yere basıyor.

Erken uyarı anlayışına, sağlıklı veriye ve net bilgiye sahipseniz, “öngörme ve önlem alma disiplininin” ürettiği alternatifleri yürürlüğe koyarken, elinizin menzili altındaki güçleri “etkin koordine ederek” düşmanı geri püskürtebiliyorsunuz.

Kişileri değil, kapsayıcı kurumlarını öne çıkaran toplumlar, deneyim ve birikimlerini daha etkili şekilde zorlukları aşmakta kullanabiliyor. Kişileri değil, kurumları öne çıkaran anlayışlar, güven unsurunu topluma yayma ve derinleştirmede başarılı oluyor; “devletin fotografını çekebildiğiniz ülkelerde” söylemlerin aksine uygulamalar başarılı sonuçlar yaratamıyor; başta devletin amaçsallığına zarar veriliyor.

Evet, zor günler yaşıyoruz ama, kendimize bahaneler üreterek yakın geleceğimizin gündemini saptırmayalım. Bu konularda bir düşünceniz varsa paylaşın da eksiklerimizi tamamlayalım, boşluklarımızı dolduralım, yarınlara daha güvenli yürüyelim.

Tüm yazılarını göster