Kayıtlı şirketler zorlanıyor

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI

Krizin yaşandığı her ülkede şirketler zorlanır. Hükümetler bu durumda istihdam ve GSYH (büyüme) kayıplarını engellemek için özel sektöre destek verir. Bu tür müdahalelerin en kapsamlısı 1929 ve 2008 krizleri sonrası küresel ölçekte yaşandı.

Kapitalizmin en büyük ekonomisi ABD “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” felsefesinden vazgeçip şirketlere, bankalara yardım etti. Bunu yaparken hala tartışılan hatalarda yaptı. Örneğin kimi bankaları kurtardı, kimilerinin batmasına izin verdi. Türkiye’de de yaşanan krizlerde böyle müdahaleler oldu. Bizim özel sektör işler yolunda iken liberal, kötüye gittiğinde devletçi oldu. Yaşadığımız krizde de aynı tavrı göstermekte.

Ülkeler kendiliğinden krize girmez. Önce krizin unsurlarını biriktirir. Bu süreç çoğu zaman şirketler, bankalar hatta iktisatçılar tarafından bile algılanmaz. Özellikle neoklasik iktisatta iman edenler (inanç aşk gibidir, bilgi gerektirmez) adeta rüyada yaşarlar. Hatırlıyorum Türkiye krize girmeden hemen önce Nobel ödüllü bir iktisatçıyı patron örgütlerinden birisi davet edip (eminim çuval dolusu para vermişlerdir) konuşturmuştu. Adam hem Nobel ödülü sahibi hem de ABD’li olunca sözü önemsendi. Bu zat konferansta özetle şunu söylemişti: “Türkiye ekonomisi harika.” Sonuç ortada.

Türkiye ekonomisi aslında krizi biriktirmeye 2010 Anayasa değişikliği ile başladı, 2011 de TCMB yavaş yavaş iktidar partisi güdümüne girdi. 2011 yılı seçimi sonrasında kurulan hükümetin kabinesinde olan bazı isimleri anımsayalım. Ali Babacan (Başbakan Yardımcısı), Ahmet Davutoğlu (Dışişleri Balkanı), halen görevde olan Cevdet Yılmaz (Kalkınma Bakanı) ve Mehmet Şimşek (Maliye Bakanı). Sanırım isimler tanıdık geldi. Krizin ikinci aşamasına 2017 Anayasa değişikliği ile geçildi. Sonrasını biliyorsunuz.

Son 22 yılda uygulanan iktisat politikalarında, ihalelerde, özelleştirmelerde, krize müdahalelerin ortak paydası hukuki altyapısının olmaması ve kayırılmış sektörler, firmalar yaratılması oldu. Bu da yaşamakta olduğumuz krizin yükünü artırdı. İlginç olan krizin yükünün eşit dağıtılmaması. Kayıtlı ve kayırılmamış firmalar krediye kolay erişemiyor, ağır vergi yükü altında eziliyor. Hükümet kayıtlı ve zorda olan özel sektöre “asgari ücreti artırmadık, sizi kolladık” diyor. Bu doğru. Asgari ücretliler ve emekliler adeta “itilmiş” pozisyonunda. Hatta emeklilere dolaylı olarak Shichirô Fukazawa’nın 1956 yılında yazdığı “Narayama Bushiko” romanında olduğu gibi (sonradan filmi de yapıldı, ülkemizde Narayama Türküsü adı ile gösterildi) yaşlıları/emeklileri ölmeleri için dağa gönderecekler (Japonlar buna Obasute geleneği ya da Ubasuteyama diyorlar).

Reel ücretlerin düşmesi özellikle geçimlik mallara yönelik talebi kısıyor, bu malları üreten kayırılmamış firmaların hasılatları düşüyor. Diğer yandan yükselen girdi maliyetlerine rağmen özellikle gerçek sanayiciler (başta KOBİ’ler) tam bir ikili açmazın içine düşmekteler. Çünkü fiyatları artırdığında satamıyor, artırmaz ise batmaya doğru gidecekler.

Uygulanan maliye ve para politikası homojen kimlikli. Yani işletmeler ve hanehalkı gelir gurupları arasında ayrım yapmıyor. Bu ilk bakışta eşitlikçi bir tutum gibi gözükebilir. Ancak tam aksine büyük eşitsizlikler yaratıyor. Basit bir örnek verelim, TCMB kredi kartlarına uygulanan faiz oranını artırdı. Buna göre kredi kart limiti 10 bin TL olan, eve ekmek, peyniri bile kredi kartı ile alanla, kredi kartı 10 milyon limiti olup istakoz yiyende aynı faizi ödüyor. TCMB şunu yapsa idi eşitlikçi olurdu. Kredi kartı harcaması (limiti) 10 bin TL olana yüzde 2 faiz, 10 milyon olana yüzde 5 faiz. Benzer ayrışmalar firmalar içinde yapılabilir. Bu ayrışma maliye politikasının vergi bacağında da uygulanabilir. Bu tercih edilmedi. Tam aksine kayıtlı firmaların vergi yükü arttı. Tıpkı 1942’de uygulanan ”varlık vergisi” gibi koyunun yününü kırpmak yerine koyunu kesiyorlar.

Okuma önerisi: David Hume, Para Üzerine

Tüm yazılarını göster