5 Haziran Cumartesi Dünya Çevre Günü. Biz de bu vesileyle şirketlerin çevreyle ilişkilerini konuşalım mı? İşin hukuki tarafı net: hepimiz gibi şirketler de kanunlara ve uluslararası sözleşmelere uymak durumunda. Peki ya daha ötesi?
Daha önce bu köşede çevrenin iş yapışı doğrudan etkileyen taraflarına değinmiştik. Yenilenebilir enerji veya yakıt pilleri gibi yeni alanlar. Müşterilerin daha çevre dostu ürün talepleri. Etki yatırımcılığı veya AB Yeşil Hamlesi çerçevesinde finansman imkanları. Karbon fiyatlaması, erozyon, dizelin yasaklanması gibi sebepler karşısında sürdürülebilirliği sağlama.
Aslında bunların çoğunu etkileyen daha temel bir mesele var: kapsam. Dünya Kaynak Enstitüsü‘nün (WRI) öncülük ettiği üçlü sınıflandırmaya bakalım.
Birinci kategori, şirketin bizzat sebep olduğu karbon salınımını içeriyor. Pek çok firmanın ‘sıfır’ hedefi bu alanla sınırlı.
İkinci kategori, firmanın kullandığı enerjinin ne kadar yeşil olduğuna dair. Fosil yakıtlara gelebilecek karbon vergileri sebebiyle, bu konu maliyet açısından da değerlendirilmeli. Kısa bir parantez açalım. 2020’de Bitcoin madenciliği için kullanılan elektrik, İsveç’in toplam tüketiminden fazla, Malezya’nınkine yakındı. Üstelik, madenciliğin yüzde 65’inin yapıldığı Çin’de elektriğin yüzde 60’ı kömürden üretiliyor. ‘Kömür kriptoparaya dönüşüyor’ diye heyecan mı duyarsınız, ‘kriptoparalar çevre dostu değilmiş’ diye hayıflanır mısınız, size kalmış.
Üçüncü kategori, şirketin değer zincirindeki toplam karbon salınımına bakıyor. Örneğin moda sektöründe uluslararası firmalar üretimi kendi bünyelerinde yapmadıkları için esas karbon ayak izleri ancak bu noktada ortaya çıkıyor. H&M, üçüncü kategori salınımın şirketin toplam çevre etkisinin yüzde 99.5’ini oluşturduğunu tahmin etmiş. Gıdada da durum benzer. Carlsberg, şişe ve kutuların, şirketin toplam salınımının yüzde 41’i olduğunu söylüyor.
Peki, bu ne demek?
Öncelikle, kapsamı doğru değerlendirmek, hukuki düzenlemeleri anlamak, yatırımcılara ve müşterilere beyanları doğru yapmak ve sürdürülebilirlik riskini analiz etmek için elzem. Üstelik bunun için büyük bir şirket olmanız da şart değil. Zira bir gün tedarikçisi olduğunuz bir firmanın tüm değer zincirine yönelik bir analize girişmesi, sizin de hayatınızı etkileyecek!
Sonra, ölçümleri doğru yapmak ve raporlamak gerekiyor. Nesnelerin interneti ile değer zincirini takip etmek, karbon salınımı analizi yapmak ve maliyet muhasebesi gibi bir ‘iklim muhasebesi’ kabiliyeti geliştirmek, şirketlerimizin ayakta kalması için gerekli olacak. Kullandıkça yıpranan varlıkların (araba, makina tezgahı) değer azalışının amortisman maliyeti olması gibi, çevreyi tüketmenin bedelinin mali tablolara yansıması da çok uzak olmayabilir.
Dağa-taşa, kurda-kuşa, göle-nehre sahip çıkmanın temel insanlık ve vatanseverlik şartı olduğuna inanırım. Ancak bu normatif (ahlaki) yaklaşımın ötesinde, pozitif (veriye dayalı) sebepler de şirketlerimize çevreye odaklanmayı söylüyor.