Karabük Fabrikası’nın kuruluşunda çıkan sorunlar, Atatürk’ün müdahalesiyle çözüldü

Faruk TÜRKOĞLU Dün, Bugün, Yarın

Gazi Mustafa Kemal Paşa 22 Eylül 1924 günü Samsun’da İstiklal Ticaret Mektebi öğretmenlerine şöyle seslenmişti: “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir.” Gazi, bu tespiti yaptıktan sonra ilim ve fenden yararlanıp ülkeyi kalkındırmanın ilk şartını şöyle açıklamıştı:

“Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki devrelerinin olgunlaşmasını kavramak ve yükselişini zamanla izlemek şarttır.”

Kemal Paşa’nın bu konuşmayı yaptığı yılda ilim ve fenni hayata geçirecek eğitimli ve yetişmiş kişilerin sayısı çok azdı. 1923 yılında yükseköğretim mezunlarının sayısı 321’de kalmıştı. Mühendis yetiştiren mektebin 1888 başı ile 1909 sonu arasında verdiği mezun sayısı toplam 239 idi. Bir yılda mezun olan mühendislerin ortalama olarak sayısı 11’i geçmiyordu. Teknik elemanlar arasında inşaat mühendisleri çoğunluktaydı. Makine ve elektrik mühendislerinin sayısı çok azdı. 1909 sonrasındaki savaş yıllarında öğrencilerin bir bölümü askere alınmış, mütareke döneminde işgal güçleri mektep binalarına el koymuştu.

Pamuk üreten bir ülke olmasına rağmen Türkiye’nin ithalatının yüzde 20’si pamuklu dokumaydı.

Savaşlarda harap olmuş ülkenin yeniden imarı ve ekonomisinin gelişmesi için hem tarımda hem de sanayide muhakkak ilim ve fenne öncelik verilmesi gerekiyordu.

ATILAN ADIMLAR VE SONUÇLARI

Ekonominin makûs talihini yenmek için atılan ilk adımlardan biri 1925 yılında entegre demir-çelik tesisi kurulması için kanun çıkarmak oldu. Bu girişim dar görüşlü bir umum müdürün olumsuz raporu nedeniyle ertelendi.

ABD’den traktör ithalatına Avrupa’nın büyük ülkeleri ile aynı yıllarda başlandı. Hedef tarımsal üretimi hızla artırmaktı. Aynı dönemde ABD’li otomotiv şirketi Ford, İstanbul’un Tophane semtinde bir otomobil fabrikası kurdu. Bu fabrika zamanla yerli girdi kullanımını artırabilecek ve yan sanayi kuruluşlarının kurulmasını sağlayabilecekti.

1929’da başlayan ve dört yıl süren en büyük ekonomik krizinde örneğin buğday fiyatları kilo başına 12 kuruştan 4 kuruşa kadar düşünce ve akaryakıt fiyatları yüksek düzeyde kalmaya devam edince traktörler kullanılamadı, Ford’un otomobil montaj fabrikası ise 1934’te kapatıldı.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa, her ne pahasına olursa olsun sanayileşmenin hızlandırmasını amaçlamıştı ve ertelemelere tahammülü yoktu. İzmit’te kurulacak selüloz ve kağıt fabrikası (SEKA) inşaatının bürokratik işlemler nedeniyle gecikmesi, Kemal Paşa’nın tepkisine ve İktisat Bakanı Mustafa Şeref Bey’in istifa etmesine yol açmıştı.

1993’te uygulanmasına başlanan Birinci Sanayi Planı çerçevesinde açılan 20 fabrikanın üretimi, ithalatın azalmasını sağlamıştı. Karabük Demir Çelik Fabrikasının kuruluş sürecinde ortaya çıkan önemli bir sorunu Atatürk bizzat devreye girerek çözmüştü. O dönemin ünlü politikacılarından ve gazetecilerinden olan Cihat Baban bir kitabında bu olayı şöyle anlatmıştı:

“(Celal) Bayar anlatırdı: Karabük’ün kurulmasında İngilizlerle yapılan müzakereler akamete uğradığı zaman, Atatürk İngiliz heyetinin o akşam Ankara Palas pavyonunda yemek yiyeceğini öğrenmiş, emir vererek derhal bu heyetin yanında bir masa ayrılmasını isteyerek Ankara Palas’a gitmişti. Evvela masadan masaya bazı muhabbet ilişkileri kurduktan sonra masalar birleşmiş ve Karabük konusunda kopan bağları İngiliz heyetiyle tekrar düğümlemişti. Böylece Karabük, Atatürk’ün son dakikadaki müdahalesiyle kurulabilmişti. Bayar, Ata’nm bu yardımını her zaman misal olarak anlatmaktan zevk duyardı.”

1938 yılında başlaması gereken İkinci Sanayi Plan’nda 100 dolayında yeni fabrikanın kurulması öngörülmüştü. Bu atılımı Atatürk’ün 1938’de hayatını kaybetmesi ve 1939 Eylül ayında İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması engellemişti.

FAKÜLTE DUVARINDAKİ YAZI UNUTULDU

Atatürk sağken temeli atılan Dil Tarih Coğrafya Fakültesi 1940’da öğretime başlarken, binanın dış duvarına, Atatürk’ün Samsun’daki konuşmasında söylediği “En hakiki mürşit ilimdir” cümlesi yazıldı. Ne var ki Atatürk’ün dünyadaki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri adeta günü gününe izlenmesi gerektiği yönündeki uyarısı sonraki 10 yıllarda yeterince uygulanmadı. Makine, otomotiv ve beyaz eşya sanayilerine girdi olarak yassı ürün (sac) üretecek fabrika Amerikalı danışmanların baskısıyla 10 yıllık bir gecikmeden sonra 1965’te üretime başlayabildi. Teknik üniversitelerin sayısındaki artış yeterli hızda olamadı. Sanayinin lokomotif sektörlerinden makine sanayisindeki atılım gecikti. Bu sektörde 1970’li yılların başında yüzde 1 dolayında olan ihracatın ithalatı karşılama oranı 50 yıl içinde ancak yüzde 60’ın üstüne çıkarılabildi.

1980 sonrasında yıldızı parlayan elektronik sanayisinin önemi tam zamanında kavrandı. Elektronik ve bilgisayar sanayileri ile tüm yüksek teknoloji alanlarındaki araştırma ve üretimi hızlandırmak için 1983’te Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu (BTYK ) faaliyete geçirildi. Kurul’un yılda en az iki toplantı yaparak yeni sanayi dalları için bir beyin görevini üstleneceği düşünülmüştü. Ne yazık ki bu konuda da tam bir hayal kırıklığı yaşandı. 1983 ile 1997 arasında yalnız üç, sonraki yedi yılda anacak yedi toplantı yapılabildi. 21 yılda en az 42 toplantı yapılması gerekirken bu sayı 10’da kaldı. Elektronik sanayisi kendi haline bırakıldığı için Doğu Asya ülkelerindeki atılama ayak uyduramadı.

Yeni yüzyılın başındaki bir bilim ve fen atılımı geçmiş on yıllardaki gecikme ve ihmalleri bir noktaya kadar telafi edebilirdi. Ancak 2002 yılından sonra yatırımlardaki öncelik altyapı, lüks konut ve AVM inşaatına verilince elektronik ve makine sanayilerinde ithalat azaltılamadı. Her hükümetin odaklandığı ve desteklediği savunma sanayisinde başarılı sonuçlar alındı ama yüksek teknoloji gerektiren diğer sanayi dallarındaki gelişme hızı yeterli bir düzeye ulaşamadı.

 Yarıiletken yatırımında son fırsat da kaçmasın 

Dünyanın G-20’ye üye büyük ülkelerinin çoğunluğunda başlayan yarıiletken yatırımı yarışına otomotiv, beyaz eşya ve savunma sanayisi güçlü olan Türkiye’nin de muhakkak katılması gerekiyor.

Geçen haftaki yazımda anlattığım gibi dünyanın büyük ülkelerinde yarıiletken malzeme yatırımı ve üretimi konusunda yarış tüm hızıyla sürüyor. Bu yarışa Türkiye’nin de ne yapıp yapıp katılması zorunlu görünüyor. Çünkü 21. yüzyılda yarıiletken malzeme, 20. yüzyılın ilk yarısındaki demir-çelik ve ikinci yarısındaki petrol kadar stratejik bir önem taşıyor. Türkiye ileri teknoloji ve yarıiletken üretimi konusunda dünyanın ekonomisi güçlü ülkelerinde başlayan yatırım yarışına katıldığı takdirde kısa sürede mesafe almayı başarabilir.

Bu tür bir yatırımı devletin veya özel sektörün tek başına gerçekleştirmesi bugünkü koşullarda kolay olmayacak. Yeni bir tür örgütlenme veya yeni nesil teşvikler geliştirildiği takdirde yatırımdan olumlu sonuç almak mümkün olabilir.

ÖZEL SEKTÖR TEK BAŞINA YAPAMAZ

Yarıiletken üretimi için yatırım kararı alınırken hayalci olmamak ve şu gerçekleri dikkate almak zorunludur:

 - Bu tür bir yatırımın kısa sürede tamamlanması kolay olmayacak. Uzmanlar bu tür bir üretim tesisinin ancak dört yılda tamamlanacağını belirtiyor.

 - Dört yıl içinde 5 ile 10 milyar dolar arasında bir yatırım harcaması gerekli olabilecek.

 - Dünya piyasalarında yarıiletken malzeme fiyatları, ham petrol fiyatları gibi sık sık iniş çıkışlar gösterebileceğinin da dikkate alınması zorunludur.

 Bir özel sektör holdinginin, riskli, yatırılan paranın geri dönüşünün zaman alacağı ve yetişmiş işgücü gerektiren bu tür yüksek teknoloji yatırımına tek başına girmesi çok zor hatta imkânsız görünüyor.

VARLIK FONU GÖREV ALABİLİR

Yatırım kararı alınırken devletin ve Türkiye Varlık Fonu’nun ilk adımı atması ve gerekli sermayenin en az yüzde 40’ını karşılaması akılcı bir çözüm olabilir. Ayrıca büyük holdinglerin ve müteahhitlik şirketlerinin sermaye koymaya davet edilmesi gündeme gelebilir. Küçük tasarruf sahipleri de Türkiye’nin bir “teknoloji ülkesi” olmasına katkı sağlayacak bu tür bir yatırıma ilgi gösterebilir.

Yarıiletken üretimi için kurulacak KİT’lerin (Kamu İktisadi Teşebbüsü) öncekilerden farklı bir örgütlenme ve faaliyet tarzı olması zorunludur. Yeni nesil teknoloji KİT’lerinin yönetim kuruluna emekli politikacıların ve başarılı sporcuların seçilmesi ve kurulan fabrikanın, partilerin militanları için iş bulma bürosu gibi çalışması ise yasal yaptırımlar ve kamuoyunun baskısı ile önlenebilir.

KÖPRÜDEN ÖNCEKİ SON ÇIKIŞ

Tüm riskler hesaba katılarak kısa süre içinde yarıiletken üretimi için bir yatırım kararı alındığında daha önceleri kaçırdığımız ileri teknoloji trenine bu kez yetişebiliriz. Büyük çaplı bir yarıiletken yatırımına örneğin bir beş yıl sonra başlanması durumunda ise teknoloji yarışında yine geç kalmış olacağız, Çünkü geçen zamanda Avrupa ülkeleri kitlesel üretime çoktan geçmiş ve dış pazarlarda başarı sağlamış olacaklar.

ORTAK YATIRIM OLASILIĞI

Diğer bir yatırım alternatifi yarıiletken malzeme üretimi konusunda deneyimli bir Doğu Asya şirketi veya bu alana yeni giren bir Avrupa ülkesi şirketi ile ortak yatırım (joint venture) kurmak olabilir. Gazeteniz Dünya’nın yazarı ve Genel Koordinatörü Vahap Munyar, bu tür bir ortaklığın mümkün olup olmadığını Bursa’da bir fabrikası bulunan ve 2022’de yarıiletken yatırımı kararı alan Alman Bosch şirketinin bir yetkilisine sormuştu. 1 Temmuz 2021 tarihli Dünya gazetesinde yayınlanan söyleşide on yıldır Bosch Türkiye ve Orta Doğu Başkanlığı görevinde bulunan ve bu sürede içinde Bursa’daki fabrikaya yapılan 1.5 milyar euroluk yatırımı yönlendiren Steven Young, Munyar’ın sorusunu şöyle cevaplandırmıştı: “Bosch Grubu bu alana yeni girdi. İleride üretimin büyütülmesi düşünülürse adresler arasında Türkiye’nin de girmesi söz konusu olabilir." Ne var ki bu söyleşiden sonraki 16 ay içinde ekonomi yönetimi ile Bosch Grubu arasında yatırım konusunda somut bir bağlantı kurulamadı...

YARIİLETKEN ÜRETİMİNE ZAMANINDA BAŞLADIK AMA SONUNU GETİREMEDİK

Türkiye’de 70’li yılların ortalarında elektronik sanayisinin ve özellikle yarıiletken üretiminin gelişmesi için önemli adımlar atılmıştı. 1976 yılında Başbakan Yardımcısı Necmeddin Erbakan’ın açıkladığı “Ağır Sanayi Hamlesi” kapsamında elektronik sanayisine, makine ve motor sanayi dalları kadar önem verilmiş, Türkiye Elektronik Sanayii (Testaş) kurulmuştu. Erbakan’ın başlattığı hamle, mülkiyet, finansman, teknoloji seçimi ve işgücünün yetiştirilmesi konusundaki eksikliklerine rağmen olumlu bir adımdı. Sonraki hükümetlerin sahip çıkmadığı Testaş’ın iki fabrikasının birinde bilimsel araştırma yerine takograf ve yazarkasa üretimine geçildi.

YİTAL’in kuruluşu: Testaş, ABD’li Exar firması ile bir know-how (teknik bilgi) anlaşması yaparak yarıiletken konusunda deneme üretimine başladı. Bu üretim faaliyeti daha sonra Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırmalar Kurumu’nun (TÜBİTAK) Gebze’de 1983 yılında kurduğu Yarıiletken Teknolojisi Araştırma Laboratuvarı’nda (YİTAL) sürdürüldü. Aynı yıl içinde faaliyete geçirilen Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun (BTYK) ise elektronik sanayisinin gelişmesi için bir lokomotif görevini üstleneceği düşünülüyordu.

Bilim Kurulu toplanamadı: Elektronik sanayisinde ve yarıiletken üretiminde 1983 yılından sonra yaşananlar, Türk gibi başla, Alman gibi bitir sözünü haklı çıkardı. 4 Ekim 1983’te çıkarılan kanun hükmündeki kararnamenin altıncı maddesindeki “Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu, Başbakan’ın önerisi ile yılda en az iki kere toplanır” hükmüne uyulmadı. İnanılması çok zor olan bir ihmal ve kayıtsızlık örneği ile BTYK ikinci toplantısını 1989’da, üçüncüsünü ise 1997’de yapabilmiş ve araştırmalardaki öncülük ve sürükleyicilik görevini yerine getirememişti.

IMF’nin Teletaş şantajı: Tutarsız ekonomik politikalar nedeniyle Türkiye, 1994’te IMF’nin ve Dünya Bankası’nın kapısını on yıllık bir aradan sonra tekrar çaldığında ise bu uluslararası kuruluşlar kredi vermek için elektronik sanayinin yeni boy atan filizi Teletaş’ın özelleştirilmesini şart koşmuşlar, aksi takdirde stand-by anlaşmasının bozulacağını ve kredi ödemelerinin durdurulacağı şantajını yapmışlardı.

Alcatel’in körelttiği fabrika: 90’lı yılların başında Fransız şirketi Alcatel’e satılan Teletaş’ın başına gelenler bir teknoloji suikastından farksızdı. Alcatel, önce Türkiye için önemli olan üretim hatlarını kapatmış, yalnız kendi ürünlerini pazarlayacak bir üretim politikasını uygulamaya sokmuştu. Bu acıklı öykünün sonunda Teletaş’ta çalışan işçi sayısı 2022 yılına kadar 400’ü aşmamıştı. Teletaş ile birlikte 80’li yıllarda ileri teknoloji serüvenine başlayan iki şirketin işçi sayıları ise bilimsel araştırmaların sürekliliği sayesinde her geçen yıl artmış, 2022’de Huawei’de 170 bine, Samsung’da ise 370 bine kadar yükselmişti.

Son 20 yıldaki duraklama: Sayfadaki kupürde görülen “Yarıiletken işine girecek kahramanlar aranıyor” başlıklı yazı, yaklaşık 15 yıl önce o tarihte evden yazı yazdığım Referans gazetesinde yayınlanmıştı. Geçen süre içinde bazı kahramanlar yarıiletken üretimine başladı. Ne var bu şirketlerin sayısı bir elin parmak sayısını geçemedi.

Tüm yazılarını göster