Sovyetler Birliği’nin dağılması bütün dünyanın ilgi odağıydı. Bizim gibi ülkelerin insanları, Sovyetler Birliğiyle coğrafyanın ortak kaderini paylaştıkları için olup biteni meraklı izliyordu. Bağımsızlığına kavuşan ülkelerle ortak bir tarihi birikimlere sahiptik. Balkanları da içine alan Doğu Avrupa Ülkeleri, Güney Kafkasya Ülkeleri, Merkezi Asya Ülkeleri insanları yeni bağlantı, iletişim, etkileşim ve işbirlikleri kapılarını aralıyordu. İkinci Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü’nün uyarası hayatın gerçeğine dönüşüyordu; yeni bir dünya kuruluyordu; Türkiye’de bu yeni dünyada yerini alacaktı.
Ülkemizin köklü iş kuramlarından biri olan Şişecam çalışanları dikkatlerini bu ülkelere yöneltmişti. Bağımsızlıklarına kavuşan ülkelerin, cam üretiminde fırsat ve tehditleri analiz eden “kurum aklı” harekete geçmeliydi. Öyle de oldu. Genel Sekreterlik, Planlama Müdürlüğü ve Teknik Genel Müdür Yardımcılığı’na bağlı birimler arayışa başladı: Öncelikle Güney Kafkasya ülkesi olan Azerbaycan’da kapsamlı inceleme yapıldı. Saha çalışmaları “potansiyel alanların” araştırılmasına odaklandı: Bakü’deki şarap üretim tesislerinin yöneticileriyle görüşüldü. Daha sonra Bakü’den Gence’ye kadar başta şaraplık üzüm bağları olmak üzere meyve yetiştirme alanları incelendi. Göğçay’da nar suyu işletmesi görüldü. Gence’de Hanlar bölgesinde Almanların inşa ettiği şarap tesisleri gezildi. Azerbaycan’da ikinci kez saha incelemesi Nahcivan Bölgesi’nde Bademli doğal suyuna odaklandı. Ayrıca, Sumgait’de sanayi altyapısının potansiyelleri değerlendirildi. Sabırabad’dan getirilen kum örneklerinden laboratuvarlarda üretilen cam, ülkemizi ziyaret eden ve Trakya’daki Şişecam fabrikalarını Cumhurbaşkanımız Özal ile inceleyen Elçibey’e, “Azerbaycan öz torpağından şuşadır” diye takdim edildi.
Bir sonraki adımı, Gürcistan’da geleceğe yönelik yatırım olanakları oluşturdu. Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Kazakistan’da değişik çalışmalar yapıldı. Rusya Federasyonu, Bulgaristan, Bosna-Hersek, Romanya, Ukrayna gibi ülkelerin yaratabileceği fırsatların değerlendirilmesi kurum ortak aklının ilgisi ciddi yatırımlara dönüştü.
Yapılan saha çalışmaları fotoğraflarla zenginleştirilen raporlarla Şişecam’ın üst yönetimine sunuluyor; plan toplantılarında tartışılıyordu. Üst yöneticilerden oluşan ekipler de ilgili ülkelere giderek, yapılan saptamaları yerinde değerlendiriyordu.
Yazılı anlatım belgedir
O zaman Şişecam’da görevli olan bu satırların yazarı ve diğer arkadaşları, gözlemlerini yazılı bilgeye dönüştürmeye özen gösteriyordu. Ayrıca kendi adıma kamuoyu ilgisini çekmek için Şubat 1992’de DÜNYA Gazetesi’nde ilk kapsamlı yazımı yayınlandım: “Batumdan Bakü’ye fırsat ve tehlikeler” Aynı yılın 2-3 Temmuz günleri yayınlanan yazının başlığı da “Trans-Kafkasya ve Merkezi Asya ülkelerinde cam projeleri” idi.
Azerbaycan’ın derinliklerini görme fırsatlarımız oldu. Gence’ye yaptığımız gezi sırasında Karabağ’da çatışmalar çıkmıştı. Sonra çatışmalar iyice arttı, Karabağ’da Şuşa, Hocalı, Laçin, Kelbecer, Kubatlı, Zengilan, Cebrail, Fuzuli ve Ağdam bölgeleri Ermeni güçleri tarafından işgal edildi. Ermenistan’ in toplam 29 bin 743 kilometrekare toprağı vardı; işgal ettiği toprakların alanı 10 bin kilometre kareyi aşıyordu. İşgal edilen Azerbaycan toprakları Ermenistan’ın üçte biri kadardı.
Birleşmiş Milletler’ in kararlarına rağmen, tarihi bir boşluktan yararlanan Ermenistan yöneticileri, Karabağ’da oldu bitti peşine düştü. Sorunu çözmek için sorumluluk üstlenen büyük güçlerin yetkilileri de konuyu ciddiyetle ele almadı.
Karabağ ilgi menzilimizdeydi
Şişecam’dan emekli olduktan sonra Karabağ konusu ilgimizin kapsama alanında kaldı. Emir Timur’u anlatan tarihçiden, bu ünlü askerin Karabağ’ı ordusuna kışlak seçtiğini okuyunca meraklarım daha arttı. Bir dosya açarak, o günlerden sonra Karabağ’a ilişkin ne bulursam arşivlemeye çalıştım. Gürcistan’da Sovyetler Birliği zamanında yörede görev yapmış olanlardan da bilgiler edindim. Her bir bölgenin ne kadar toprağa sahip olduğuna baktım: Kelbecer 3 bin 54, Laçin’in bin 84, Kubatlı’nın 802, Zengilan’ın 707, Cebrail’in bin 50, Fuzulinin bin 386, Ağdam’ın bin 154 kilometkare toprağı vardı. Karabağ’ın kalbi olan Şuşa 29 kilometrekare bir alana sahipti.
Kelbecer’deki Istisu tedavi merkezinden, Kubatlı’daki at yetiştirilen haralara, Laçin’in taş fırın lavaşlarına, Şuşa’nın Azerbeycan kültüründeki üretken rolüne kadar bilgi kırıntılarının notlarını düşüyordum. Karabağ’ın muğam sanatçılarının yanık seslerinde çığlık halini alan özleminin nereye varacağı hep merak ediyordum. Hankenti, Hocavend’in bir bölümü ile Hocalı’nın bir bölümü, şimdi Rusya Federasyonu askerlerinin gözetiminde olan bölgede iri bir kasaba nüfusu kadar Ermeni yaşıyordu. Karabağ’ı tam bir yıkıma sürükledikleri biliniyordum. Meraklarım, kimi zaman İstsiu yakanlarındaki bulaklardan yola çıkan derelerde küçük bir tahta kayık gibi önce kuzeye dağlar arasından o kayadan ötekine çarpa çarpa ilerliyordu; Murovdağ silsilesine selam çakıyor; Sugavuşturan su ambarında (baraj) dinleniyor; Terter suyunun bereket ürettiği ovalarda çiftçilerin tarlarından birinde bir kıyıda kendimi unutuyordum. Kelbecer ve Laçin’den çıkan derelere karışıyor; Hudaferi köprüsünün altından Aras’la birlikte geçiyor, Sabirabad’da Kura ile birlikte Hazer’e ulaşmanın heyecanını yaşıyordum.
Kaçgınlığın ne demek olduğunu iyi bilenlerdendim. Ailem Ünlü “93 Savaşı” sırasında “kaçgın” konumuna düşmüştü, büyük göçün travmalarını yaşadık. Karabağ’ı anlattığım manzum yazılardan birinin ilk dörtlüğünde “Gelmedim, görmedim seni Karabağ/ Akıl gözüm, gönül sözümde sensin/ Kaçgınlık sırrını iyi bilirim/ Mirasıdır gözyaşında nenemin” diyordum.
Karabağ’da büyük savaş şimdi başlıyor: Büyük galebenin bundan sonraki gündemi önemli.
Karabağ toprakları üzerinde maddi ve kültürel zenginlik üreterek vatan haline getirmek büyük emek istiyor. İyi bir planlamayla yıkılan binalar ayağa kalkacak, hasret yolu Zengilan’dan Nahcivan’a ulaşacak, Kelbecer’de İstisu kaplıcaları sağlık yayacak, topraklar bol ürün verecek ve de kimse kaçgın olmadan, barış, huzur, refah üreten sonuçlar yaratılacak... Asıl büyük savaş bundan sonra. Bölge, insanları kendine çeken, göç veren değil, göç alan yurt haline getirildiği zaman “büyük galebe” coşkusu bir başka anlam kazanacak.
AÇIKLAMA
Gazetenizin 08.10.2020 tarihli nüshasında ve halen www.dunya. com/kose-yazisi/ibrahim-toruka-sordum-tohum-konusuna-nasil-bakalim/484455 linki ile elektronik sayfanızda yayımlanan ("BUZDAĞININ DİBİ" köşesinin yazarı Rüştü BOZKURT tarafından yazılan) "İbrahim Toruk'a sordum: Tohum konusuna nasıl bakalım?" ana başlığı altında düzenlenen köşe yazısının yedinci paragrafında yer alan şirketimiz TAREKS'e atfen kurulan cümleler gerçek dışıdır.
TAREKS, Türk Ticaret Kanunu'na göre kurulmuş bir Anonim Şirkettir ve tamamen özel sektör piyasa kurallarına göre hareket etmektedir. Bir Anonim Şirket olarak görev zararının bir devlet kuruluşu tarafından karşılanması hukuken ve fiilen söz konusu değildir. Dolayısı ile bahsi geçen yazıda açıkça îma edildiği gibi haksız rekabet yaratan bir firma değildir. Ayrıca TAREKS'in tohumluk üretim programında yer alan farklı türlerdeki tohumluklardan Hibrit Mısır çeşitleri Balıkesir/Altınova'da mevcut "Araştırma İstasyonu" ıslah programından elde edilen ve geliştirilen çeşitlerdir. Hububat ve diğer bitki türlerinde ise büyük çoğunluğu Tarım ve Orman Bakanlığı-Kamu Araştırma Enstitülerine ait herkes tarafından bilinen ekmeklik, makarnalık buğday, tritikale ve arpa çeşitleri olup, geri kalan çeşitler ise kendi Ar-Ge programları ile geliştirilen ve TAREKS adına tescil edilen çeşitlerden oluşmaktadır. Bu tohumlukların hepsinin üst kademe ve sertifikalı tohumlukları ülkemizde üretilmektedir. TAREKS' in sadece yabancı çeşitlere ait tohumları sattığı ifadeleri yersiz ve haksız iddialardır. Kamuoyuna duyurulur."
TAREKS A.Ş. VEKİLİ Av. Alaaddin VAROL