Bu yazımda Anayasa Mahkemesi (AYM)’nin geçen yılın sonunda verdiği önemli bir karardan (20 Aralık 2021 tarihli RG’de yayımlanan 17.11.2021 tarihli ve 2018/27686 başvuru numaralı karar) bahsedeceğim. Bu yazıyı daha önce yazacaktım ama verginin gündemi o kadar çok değişiyor ki, ancak bugün sıra geldi. Söz konusu kararı hem dava konusu olayın geniş kesimleri ilgilendirmesi hem de bazı konularda önemli tespitler içermesi açısından önemli buluyorum. Bugünkü yazım biraz teknik bir yazı olacak, o nedenle kemerlerinizi sıkı bağlamanızı öneririm…
AYM kararına konu olan olay emlak vergisi ile ilgili. 2018 yılında uygulanacak emlak vergisi için 2017 yılında takdir komisyonlarınca yapılan değerlemelere karşı açılan davalarda, davalar devam ederken çıkarılan bir kanunla fahiş olduğu değerlendirilen değer artışlarının %50 ile sınırlandırılması[1] sonrasında, bazı vergi mahkemeleri açılan davaların kanun hükmü gereği konusuz kaldığı ve karar verilmesine yer olmadığına (KYO) dair kararlar vermiştir. Bu şekilde karar veren mahkemelerin bir kısmı yargılama giderlerinin tamamını, bir kısmı ise yarısını başvurucular üzerinde bırakmışlar, her iki taraf lehine de karşı taraf vekalet ücretine hükmetmişlerdir. İdare lehine yargılama giderine ve vekalet ücretine hükmedilmesi dava açanların davalarında kısmen haksız olduğu anlamına gelmektedir.
Başvurucular konuyu AYM’ye taşırken üç iddiada bulunmuşlardır.
1) Mahkemelerin takdir komisyonu kararlarının hukuka uygunluk denetimini yapmadan KYO kararı vermesi, karar hakkı bağlamında adil yargılama hakkını ihlal etmektedir.
2) Kanun hükümlerinin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması gerektiği öne sürüldüğü hâlde bu iddianın karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkı ihlal edilmiştir.
3) Yargılama giderlerine hükmedilirken davanın açılış tarihindeki haklılık durumunun esas alınması gerektiği, davanın konusuz kalmasının sebebinin kanun koyucu tarafından çıkarılan kanun hükmü olduğu, dolayısıyla haksız olan taraf idare olduğu hâlde aleyhlerine yargılama giderlerine ve avukatlık ücretine hükmedilmesi adil yargılanma hakkını ihlal etmektedir.
AYM konunun esasına girmeden önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin konuya ilişkin kararlarındaki ilkeleri de ortaya koymuştur. Bu ilkelere göre:
AYM, ilk iddiayı karar hakkından ziyade silahların eşitliği ilkesi[2] çerçevesinde değerlendirmiştir. Burada değerlendirilen husus, dava devam ederken uyuşmazlığa uygulanacak kanunun değiştirilmesinin taraflardan birini diğerine karşı önemli ölçüde avantajlı duruma getirip getirmediğidir. AYM, vergi mahkemelerinin KYO kararının nedenini uyuşmazlığın kanun koyucu tarafından çözülmüş olduğunu düşünmelerine bağlamıştır. Diğer taraftan, Yüksek Mahkeme kanun değişikliğinde takdir komisyonu kararlarının geçersiz olduğu ve açılan davalarda KYO kararı verileceğine dair açık bir düzenleme olmadığı tespitinde de bulunmuştur.
AYM bu tespitleri yaptıktan uyuşmazlığın esasının değiştirilen kanuna göre karara bağlanmasının yargılamanın hakkaniyetini bir bütün olarak zedeleyip zedelemediği değerlendirilirken aşağıdaki hususların da dikkate alınması gerektiğini belirtmiştir.
Yüksek Mahkeme bu ilkeleri belirledikten sonra, başvurucuların taşınmazlarının vergi değerinin 2017 yılı için belirlenen değerin bile altında olduğuna dair bir iddia öne sürmediklerinden geçici 23. maddeyle getirilen düzenlemenin başvurucuların aleyhine olmadığını değerlendirmiştir. Bu durumda, bireysel başvuruya konu davalar hakkında KYO kararı verilmiş olmasının başvurucuların davalarında bütünüyle başarısız oldukları biçiminde yorumlanması olarak görülmemiştir. AYM, 2017 yılı genel takdir döneminde belirlenen değerin 2017 yılı için uygulanan değerin yarısının aşağısında olduğu iddiasının bulunması ve bunun temellendirilmesi hâlinde farklı bir değerlendirme yapılabileceğini de not etmiştir. Mahkeme ayrıca 2018 yılı asgari ölçülerinin doğrudan kanun koyucu tarafından bir önceki yılın ölçüleri esas alınarak belirlenmesinin başvuruculara aşırı bir külfet yüklemediğini belirtmiştir. Sonuç olarak başvurucular tarafından açılan davalar, davaların açılmasından sonra yürürlüğe giren kanun maddesine dayanılarak sonuçlandırılmış ise de AYM söz konusu yasal düzenlemenin başvurucuların başarısız sayılmaları neticesini doğurmadığı, dolayısıyla yargılamanın hakkaniyetini zedelemediği; bu sebeple kanun koyucunun derdest olan davalara uygulanmak üzere söz konusu kuralı ihdas etmesinin silahların eşitliği ilkesini ihlal edecek boyuta ulaşmadığı sonucuna varmıştır.
Son dönemde yapılan bazı kanuni düzenlemelerde (örneğin 7338 sayılı Kanun) devam eden davaları etkileyecek şekilde gerekçe yazıldığını ve bu durumun haksız olduğunu daha önceki yazılarımda[3] dile getirmiştim. AYM’nin son içtihadını bu açıdan önemli buluyorum. Yapılan yasal düzenlemelerin devam eden davalarda taraflardan biri (özellikle Devlet) lehine avantaj yaratacak şekilde yapılmaması gerekir.
Başvurucuların Kanun hükmünün iptali için Anayasa Mahkemesine başvurulması gerektiğini ileri sürmelerine rağmen bu iddianın karşılanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği yönündeki ikinci iddiaları hakkında AYM, Anayasa'nın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının derece mahkemelerinin önlerindeki uyuşmazlığa uygulanacak hukuk kuralını Anayasa'ya uygunluk yönünden de denetimden geçirmesi şeklinde bir güvence içermediği gibi anayasallık denetiminden geçirmesi için Anayasa Mahkemesine başvurmalarını da teminat altına almadığını, bununla beraber adil yargılanma hakkının bu şekilde bir güvence içermemesinin başvurucuların medeni hak ve yükümlülüklerine ilişkin uyuşmazlığın esasını etkileyen iddiaları karşılama yükümlülüğünü ortadan kaldırmadığını söylemiştir. Bu bağlamda, yürürlüğe girdiği anda derdest olan uyuşmazlıklara uygulanan ve idari otoriteler ile mahkemelere takdir yetkisi tanımayan bir kuralın anayasal hükümleri ihlal ettiği şikâyetinin esaslı bir iddia olduğu kabul edilmesi gerektiği; bu nedenle derece mahkemelerinin tarafların Anayasa'ya aykırılık iddialarını karşılamamasının somut olayın koşulları çerçevesinde gerekçeli karar hakkının ihlaline yol açabileceğini ifade edilmiştir. Yüksek Mahkeme bu tespitleri yaptıktan sonra, derece mahkemelerinin itiraz yoluyla Anayasa Mahkemesine başvurma zorunluluğu bulunmasa da kanun hükümlerini iptal etme konusunda tek yetkili merci Anayasa Mahkemesi olduğuna göre Anayasa Mahkemesine başvurulmasını gerekli görmediklerinde bunu gerekçelendirmelerinin gerektiğini, aksi takdirde başvurucuların medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili esaslı iddiaların cevaplandırılmamış, uyuşmazlığın esasının tam manasıyla çözüme kavuşturulmamış olacağını ifade etmiştir. Bu nedenle, başvuru konusu olayda davacıların Anayasaya aykırılık iddiaları derece mahkemelerince yeterince karşılanmadığından Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Bu karar bir kez daha, davacıların Anayasaya aykırılık iddialarının derece mahkemelerince gerekçeli olarak değerlendirilmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Anayasa’ya aykırı bir kanun maddesini iptal etmek AYM’nin tekelinde olsa da, bir kanunun Anayasaya aykırılığının değerlendirmesini derece mahkemeleri de yapabilir ve bu konuda değerlendirme yapmak AYM’nin tekelinde değildir.
Başvurucuların yargılama giderlerine hükmedilirken davanın açılış tarihindeki haklılık durumunun esas alınması gerektiği yönündeki üçüncü iddiaya ilişkin olarak AYM, yargılama giderlerinin başvurucular üzerinde bırakılmasının kanuni dayanağını oluşturan Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 331/1. maddesinde tarafların “davanın açıldığı tarihteki” haklılık durumuna vurgu yapıldığını, vergi mahkemelerinin ise davanın kanun hükmü gereğince konusuz kalması dolayısıyla tarafların haklılık durumuna ilişkin bir inceleme ve değerlendirme yapılamayacağını kabul ettiğini; ancak vergi mahkemelerinin kanun koyucunun kanun çıkarmasının sebebini hesaba katmadığı ve kanun koyucunun müdahalesinin vergilendirmeyle ilgili anayasal yükümlülüklerin ihlalinin kabulü anlamına gelip gelmeyeceğini değerlendirmediklerini ifade etmiştir. Yüksek Mahkeme, bu nedenle Emlak Vergisi Kanun'un geçici 23. maddesinin ihdas edilmesinin 2017 için uygulanan birim değerlerin %50'sini aşan orandaki değerler yönünden kamu otoritelerinin haksız olduğunun kabulünün zorunlu olduğu vergi mahkemelerinin HMK’nın 331/1. maddesi somut olaya uygularken bu hususu hesaba katmadan ulaştıkları sonucun bariz hata içerdiğini, bu gerekçelerle vergi mahkemelerinin yargılama giderleri ve karşı vekalet ücretini davacılara yüklemesinin Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna varmıştır.
Bu yazımın konusunu oluşturan AYM kararı, yasal değişikliklerin derdest davalara etkisi, Anayasaya aykırılık iddialarının mahkemelerce gerekçeli olarak karşılanması gerektiği ve taraflara yüklenen yargılama giderleri açısından davanın açıldığı tarihteki koşulların dikkate alınması gerektiği noktasında çok önemli değerlendirmeler içermekte olup ilgililerce tekrar tekrar okunmalıdır.
Sözün özü: Maç başladıktan sonra kural değiştirilmez.
[1] 1319 sayılı Emlak Vergisi Kanunu'na eklenen geçici 23. maddeyle takdir komisyonlarınca 2017 yılı genel takdir döneminde 2018 yılı için takdir edilen asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin 2017 yılı için uygulanan birim değerlerinin %50’sinden fazlasını aşması durumunda 2018 yılına ilişkin bina ve arazi vergi değerlerinin hesabında 2017 yılı için uygulanan asgari ölçüde arsa ve arazi metrekare birim değerlerinin %50 fazlasının esas alınması öngörülmüştür.
[2] Silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usul hakları bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olmasıdır.
[3] https://www.ekonomim.com/kose-yazisi/vergi-paketinde-neler-var/635508