Zafer Özcivan
EKONOMİST
Son birkaç yıldan bu yana başta enflasyon olmak üzere ekonomik dengenin bozulması nedeniyle millet olarak hepimiz bütçemize göre bir takım tasarruf tedbirleri almaya başladık ve sürdürüyoruz. Başta emekliler olmak üzere özellikle dar ve sabit gelirli vatandaşlarımızın alışveriş tercihleri, beslenme alışkanlıkları değişti. Artık istediğimizi alamıyor, istediğimizi yiyemiyor duruma geldik.
Ülke olarak olaya baktığımızda ise ekonomi yönetimi enflasyonu kontrol altına alabilmek için sıkı para politikası uygulamasının de enflasyona kadar devam edeceğini ve taviz verilmeyeceğimi sık sık ifade ediyor. Sıkı para politikasının uygulanmasının esas nedeni enflasyonun yükselmesine sebep olan faktörlerde birisi, iç talebin azaltılması tedavüldeki para miktarının kontrollü duruma getirilerek vatandaşların harcamalarının kısıtlanması ve arz ve talep kanununa göre talebin azalmasıyla fiyat yükselişlerinin önüne geçilebilmesidir ve doğru bir programdır. Çünkü iktisat kuralı gereği kişinin geliri arttıkça harcamaları artar, geliri düşükse harcamaları azalır. Ancak yukarıda da kısaca bahsetmeye çalıştığım gibi dar ve sabit gelirlilerin alım gücünün sürekli düştüğü, hayat pahalılığının her geçen gün arttığı bir ekonomik ortamda ihtiyaçlarını ertelediği, hatta bazı ihtiyaçlarının iptal ettiği, daha da önemlisi kendilerini bırakın çocuklarına yeterli beslenme sağlayamadığı bir ortamda bu kesim nasıl harcama yapabilir. Aldığı maaşın ancak ve ancak mutfak harcamasını karşılayabildiği, diğer harcamalara yetecek para kalmadığı bir geçektir. Yüksek geliri olan vatandaşlar için ise hiçbir problem yoktur. Çünkü onlar istediklerini istedikleri zaman satın alma olanaklarına sahiptir ve uygulanan sıkı para politikası ancak onlar için geçerli olabilir.
Kamuda tasarrufun sağlanabilmesi, enflasyonun kontrol altına alınabilesi için sadece sıkı ve sürdürülebilir para politikasının yetersiz kalacağı aşikârdır. Sıkı para politikasının yanında sıkı ve sürdürülebilir maliye politikasının da uygulanması gerekir. Maliye politikasını açmak gerekirse;
- İlk olarak devletin vergi gelirlerinin çoğaltılması,
- İkinci olarak da kamuda tasarruf uygulaması akla gelmektedir.
Devletin gelirleri, vergi ve kamu iktisadi teşekküllerinin elde ettiği kar rakamlarından oluşmaktadır. Fakat Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün savaştan çıktığımız yıllarda ve ekonominin kıt kaynaklarla yönetildiği ortamda bile ülkemize kazandırdığı fabrikalar özelleştirilmiş ve neredeyse satılacak bir fabrika kalmamıştır. Aşağıdaki listede görülebileceği üzere devlete ait işletmeler birer birer satılmıştır.
Satılan termik santraller
Satılan hidroelektrik santralleri
Satılan şeker fabrikaları
Satılan tekel binaları
Sümer Holding'e bağlı özelleştirilen şirketler
11 liman özelleştirildi
Diğer satılan kamu şirketleri
Hal böyle olunca devletin KİT’lerden elde ettiği gelir de doğal olarak çok azalmıştır. Vergi gelirlerinin çoğaltılması, yeni vergilerin uygulamaya geçirilmesi veya mevcut vergi oranlarının arttırılması ile mümkün olacaktır. Bu da enflasyonu yükselteceği için olumsuz gelişmeleri beraberinde getirecektir. Geçen yıl yaşadığımız büyük deprem felaketinden sonra doğal olarak bütçe açığını kapatabilmek için bildiğiniz üzere temmuz ve ağustos aylarında başta akaryakıt ürünleri olmak üzere art arda yapılan zamlar, bazı vergi oranlarının yükseltilmesi zorunlu olarak yapıldığı için ilgili aylarda aylık enflasyon oranı %9-9,5 oranında yükseldiğini hep birlikte yaşamıştık.
Vergi oranlarının yükseltilmesi çözüm olmayacağına göre adaletli bir vergi politikasına ihtiyacımız olduğu bir gerçektir. Verginin tabana değil tavana yayılması gerekir. Çünkü vergi gelirlerinin çoğunluğu çalışan kesimden oluştuğu için serbest çalışan işletmelerin bu konuda verimsiz olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda yapılması gereken denetimlerin arttırılması yoluyla kayıt dışının kayıt altına alınması en doğru yol olacaktır. Ayrıca çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi alınmalıdır.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım tedbirlerden sonra tek çare olarak kamu kaynaklarından tasarruf etmekten başka çözüm olmadığı açıktır. Son gümlerde yazılı ve görsel basından izlediğimize göre hükümet bu konuda tedbir almaya başlamış, ancak uygulamanın yılın ikinci yarısında başlayacağı hazine ve maliye bakanımız Sn. Mehmet Şimşek tarafından kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bu durumda neden ikinci yarıyı bekleyeceğiz sorusu akla gelmektedir. Bu arada yılın ilk yarısında asgari ücrete zam yapılmayacağı çalışma bakanımız tarafından dile getirilmektedir. Bu durumda işçi ve emeklilerin zam isteğinde bulunmaması için beklendiği gelen bilgiler arasındadır.
Açıklanan tasarruf tedbirleri sadece başlık olarak aşağıdaki şekildedir;
- Taşınmaz edinilmesi ve kiralanması,
- Resmi taşıtların edinilmesi ve kullanılması,
- Haberleşme giderleri,
- Personel görevlendirilmeleri,
- Basın ve yayın giderleri,
- Kırtasiye ve demirbaş alımları,
- Temsil, tören, ağırlama, tanıtım ve personel giderleri
- Enerji ve su alımları,
- Personel servis hizmetlerine ilişkin giderler.
Yukarıda saymaya çalıştığım başlıklar resmî gazetede yayınlanmıştır. Bunlardan özetle bahsetmek gerekirse nüfusu yaklaşık bizimle aynı olan Almanya’da 25 bin kamu aracı kullanılırken bizde bu rakam 120 bin civarındadır. 30 Haziran 2023 tarihi itibariyle ilgili kurumların Strateji ve Bütçe Başkanlığı'na ilettikleri bilgilere göre, kamuda toplam 116 bin 904 araç bulunuyor. Genel bütçe kapsamındaki cumhurbaşkanlığı, bakanlık, yüksek yargı gibi kamu idarelerinde 106 bin 363, özel bütçeli idarelerde 5 bin 136, yükseköğretim kurumlarında 4 bin 305, düzenleyici ve denetleyici kurumlarda 100 taşıt yer alıyor. Ayrıca kamuda kullanılan araçların en lüks ve yüksek model olduğu bir gerçektir. Daire başkanları, genel müdürler ve birçok devlet görevlisine özel araç verilmiştir ve bunların görev dışında kullanıldığı varsayımı yüksektir. Hâlbuki toplu taşıma ile sadece işe gidip gelme yapılabilir ve tüm devlet görevlilerinin araçları sadece kamu hizmetlerinde kullanılması bile önemli oranda tasarruf sağlayacaktır. Bazı Avrupa ülkelerinde devlet görevlilerinin bisiklet kullandığı ortadadır.
Bir başka gerçek de son yerel seçimlerden sonra parti değiştiren başkanların kamuoyu ile paylaştığı borç ve son derece lüks ve pahalı eşyalardan oluşan makam odaları ve belediye binalarıdır. Bunların bir hesap planı ve şartnamesi olması gerekir.
KKM’nin toplan yükü 1 trilyon TL’nin üzerinde
Öte yandan liyakat sistemi olmaksızın gerekli olmayan personelin devlet görevine atanması ve bunlara ödenen paranın miktarının da ciddi rakamlardan oluştuğu izlenimi yaygındır. Adama iş değil, ise adam politikası izlenmelidir. Devletten 3-5 maaş alan görevlilerin yükü de unutulmamalıdır.
Düşük faiz döneminde kurun yükselişini önlemek amacıyla hayata geçirilen ve bu günlerde kapatılmaya çalışılan kur korumalı mevduat sistemi yüzünde Merkez Bankası 818 milyar TL zarar beyan etmiştir. KKM’nin toplan yükü 1 trilyon TL’nin üzerindedir ve bu para fakirden alınıp zengine verilmiştir. Ve bizim vergilerle ödenecektir.
Diğer taraftan Merkez Bankası döviz rezervimizin net olarak yaklaşık eksi 60 milyar dolar olduğu, dolayısıyla enflasyonla mücadelenin zorlaştığı da bir gerçektir. Yılın ikinci yarısında düşeceği vaat edilen oran ancak baz etkisiyle düşebilir. Orta Vadeli Plan’da öngörülen %38/42 oranı son derece zordur ve en iyimser tahminle yıl donunda yıllık enflasyon %50 olabilir.
Sonuç olarak kamuda tasarruf adımlarının atılması son derece geç kalınmış bir karadır ama gene de desteklemek gerekir. Ancak 2024 yılında da kemer sıkma zorunluluğumuz ve yoksullaşacağımı da bir gerçektir.