Kalabalık olmayabiliriz, yalnız da değiliz

Yaprak ÖZER HAYATIN İÇERİĞİ

Yılın sonunda, geçmişe bakmak ileriye odaklanmak, umut beslemek, gelecek için hayal kurmak, iyiyi dilemek adet olsa da… coğrafya kader. Bizimkinde 365 gün keder, elem, endişe. Olumlu duygulara yer dar. Garip olan, yılı gün gün yaşarken, hızdan başımız dönmesi adeta nefessiz kalıp yer yer iyi mi kötü mü olduğunu çözememek… daha da garip olan, yılın son günü kendimizi başladığınız yerde bulup, “elde varmış sıfır”a kanaat getirmek, “beterin beteri var” üzerinden avunmak. Hesapsız, bilgiden uzak donup kalmak.

Geleneklerini korumayı başarmış kurumlardan Türk Dil Kurumu (TDK) sıra dışı diyeceğim bir tanım ilan etti. 2024’ü, “Kalabalık Yalnızlık” kavramıyla eşleştirdi. Yaşadıklarımızı anlatacak kelime-kavramı 1 milyon kişiye ulaştığı bir anket üzerinden tanımlamış. Toplumun 365 gün aynı gündem sıkışmışlığında olduğunu düşünecek olursak, şaşırtıcı bir yaratıcılık patlaması. Kümeler halinde tek başına hissetmişiz. TDK, o 1 milyon kişiye unuttuğumuz duygularımızı sorabilir miydi, sorsa ne çıkardı? Birinciliği “umut” alır mıydı? “Uzlaşmak” rol çalar mıydı? Kelime ve kavramlar arasında dolaşırken, itiş kakışta efendiliğinden sıralamalarda yer bulamasa da ortadaki tüm kavramlara ev sahipliği yapan “bilgi”ye kendi kotamdam iltimas yaptım. Çoğunluk bilgiyi umursamasa da hakkını verenler de var; dünyaya mal olan çalışmalarıyla 4 Türk’ün araştırma notlarından, kitap ve söyleşilerinden, makalelerinde söz ederek umut ve uzlaşmayı canlandırabilirim, yalnızlık hissinden kurtulabileceğimi bile düşündüm. Kaynak linkleriyle Deniz İgan, Dani Rodrik, Elif Şafak, Daron Acemoğlu 2024 Aralık tarihli yayınlardan söz edeceğim.

Yeni yıl için son yazıyı daha iyi nasıl bağlayabilirim siz söyleyin; bilgi, umut, uzlaşma, mutluluk, sağlık dilerim. Yalnız değiliz.

Konut ulaşılabilirlik endeksi

IMF Podcast yayınını tesadüfen dinlerken araştırmasına tanık olduğum bir Türk kadını: Deniz İgan. IMF’nin Dünya Ekonomik Çalışmalar Bölümü’nün başında. Konut piyasalarında yaşanan “ulaşılabilirlik” sorununu ele almak amacıyla, 40 ülkeyi kapsayan “konut ulaşılabilirliği endeksi” geliştirmiş. Çalışması, “pahalı konut” sorununun nedenlerini açıklıyor. Piyasadaki küresel ulaşılabilirlik krizini, yüksek faiz, pandemi sonrası artan talep, yetersiz arz ve iklim değişikliğine bağlıyor. İgan, talebi borçlanma yoluyla körüklemek yerine, kamunun arz yönünde yapacağı düzenlemelerle pazarın rahatlayabileceğini söylüyor. Ayrıca, mevcut yapı stoğunun iklim değişikliğine bağlı iyileştirilmesi zorunluluğunun, konut arzındaki sıkışıklığı derinleştirebileceğini vurguluyor.

Endeks, farklı ülkelerde ailelerin konut satın alırken krediye ulaşmakta yaşadığı zorluğu ölçmüş. Bu ölçüm, ev fiyatları, gelir düzeyi, kredi koşulları (özellikle faiz oranları, kredi-vade ilişkisi vb.) gibi unsurları içeriyor. Bulgu; konut fiyatları faiz oranlarından etkileniyor. Pandemi sonrası yüksek enflasyon, merkez bankalarının faiz artırımlarıyla tetiklenen kredi faizlerinin maliyetleri yukarı yönde ittiğine ve konuta ulaşılabilirliğin düştüğüne vurgu yapıyor. Ayrıca daha geniş evlerde yaşama isteği, uzaktan çalışma gereksinimleri ve sıkışık arz koşulları konut fiyatlarındaki yükselişin nedenlerinden. Yeni terimler de öğreniyoruz, ABD gibi 30 yıl sabit faizli kredinin yaygın olduğu ülkelerde, bireyler ellerindeki düşük faizli kredilerini kaybetmemek adına varolan konutlarını satıp yenisini almaya yanaşmıyor. Buna “lock-in” yani “kilitleme” etkisi deniyor. İkincil konut arzı daralınca konut fiyatlarını yukarı yönde hareket ediyor. Çalışmada ekonomik gelişmişlik oranları farklı olsa da konuta erişimin sorun olduğu teşhis edilmiş. Kredi piyasasının derin olduğu gelişmiş ülkelerde faiz oranlarındaki değişim konut erişilebilirliğini doğrudan etkiliyor. Gelişen ülkelerde ise kente göç ile yoğun nüfus artışı konut talebini patlatıyor.

Gökyüzünde nehirler

Elif Şafak’ın son kitabı “There Are Rivers in the Sky” - Gökyüzünde Nehirler Var odağında yazarla röportaj yapan FT Weekend’den alıntı yapmak istiyorum; Şafak, edebiyatın, geçmişin ve insana ait duygusal gerçekliklerin bağlarını keşfettiğini söylüyor. Yazarların toplumsal hafızanın bekçisi olmak gibi önemli bir görev üstlendiğine dikkat çekiyor. Ne büyük bir sorumluluk, diye düşündüm kendi kendime… Romanların geçmiş ile bugün arasındaki derin bağları kurarak insana ait daha geniş bir anlayış sunduğunu vurguluyor. Atalarımızla böylece bağ kurabileceğimizi, edebiyatın sadece eğlencelik değil, toplumsal hafızayı şekillendiren bir araç olduğunu söylüyor. İlginç de bir tespiti var; özellikle erkek okurların "politikaya-tarihe" daha fazla yönelip kurguyu ihmal etmeleri konusunda üzüntüsünü dile getirmiş. Yazılı tarihin sıkça göz ardı ettiği bazı gerçekleri sözlü kültürle yakalayabildiğimizi unutmamak gerektiğine işaret etmiş. Değişik nedenlerle yerinden edilen ve tarihi travmalar yaşayan toplumların hafızasının çoğu zaman sözlü gelenekle aktarılabildiğini, kaybolan ya da unutturulmaya çalışılan hikayelerin yazınla bizlerle buluştuğunu ifade etmiş. “Gökyüzünde Nehirler Var” da böyle… Farklı nesillerin kıtalar arasında su ile bağlantılı hikayesi. Suyun toplumlar arasındaki bağları nasıl şekillendirdiğine dair bir inceleme.

Üçlü sarmal

Project Syndicate’ten Dani Rodrik makalesine değinmek istiyorum; "A New Trilemma Haunts the World Economy". Dünya ekonomisinin karşı karşıya olduğu üçlü bir sıkışıklığı tartışıyor: İklim değişikliğiyle mücadele, gelişmiş ekonomilerde orta sınıfı güçlendirmek ve küresel yoksulluğu azaltmak. Üç hedefin aynı anda gerçekleştirilmesinin neredeyse imkansız olduğunu söylüyor. Yazısında, küreselleşme, ulus-devlet ve kitlesel siyasetin bir arada var olamayacağını savunduğu 2000 yılındaki makalesine atıfta bulunarak, son dönemde kendisini meşgul eden üç hedefin ikisi bir arada gerçekleşse de, üçüncüsünden taviz verilmesi gerekeceğinin altını çiziyor. Rodrik, iklim değişikliğini hedefleyen alternatif bir politika seti hayal etmemiz gerektiğini, buna göre Kuzey'den Güney'e iklim uyumu için kaynak transferi önerirken zengin ülkeler için yeşil geçiş politikalarını yoksul ülkelerin büyüme stratejileriyle uyumlu hale getirmelerinin önemine dikkat çekiyor.

İnsancıl bir robot yapabilir miyiz?

Nobelli Ekonomist Daron Acemoğlu’nun The World Needs a Pro-Human AI Agenda (Dünya, İnsan Dostu Bir Yapay Zeka Ajandasına İhtiyaç Duyuyor) adlı makalesinde, yapay zekanın gelişiminin insan odaklı bir yaklaşımla şekillendirilmesi gerektiği vurguluyor. Yapay zekanın insanların yerine geçen bir teknoloji değil, tamamlayan ve güçlendiren bir araç haline gelmesi için toplumsal bir bilinçlenme çağrısı yapıyor. Bu evrilme için büyük bir dönüm noktasında olduğumuzu, fırsatın kaçmaması gerektiğini belirtiyor. Acemoğlu, yapay zekanın potansiyelinin geniş olduğuna dair yapılan abartılı vaatlere rağmen, gerçek ekonomide henüz devrim niteliğinde bir değişiklik yaratmadığını savunuyor. Mevcut teknoloji şirketlerinin çoğunun, yapay zekayı insanları ikame etme yönünde geliştirdiklerini, bunların insanları manipüle etmeyi amaçlayan uygulamalara dönüştüğünü anlatıyor. İnsan dostu bir yapay zeka ajandasının hayata geçirilmesi için yeni iş modellerine ve daha iyi düzenleyici politikaların uygulanmasına ihtiyaç olduğunu, tüm paydaşları karşı durmaya, hükümetleri de sorunlar çıktığında tepki vermek yerine, anı kaçırmadan aktif rol oynamaya davet ediyor.

2025’te daha çok sayıda Türk’ün küresel görevlerde olmasını diliyorum.

Tüm yazılarını göster