Her seferinde söylüyorum, çünkü bence ilginç bir hikâyesi var. “Bir Arkeoloji Detektifinin Maceraları” kitabımın girişinde de yazdım; arkeoloji tutkusu beni bu denli nasıl esir aldı ve hayatımın vazgeçilmezleri arasına girdi, bunun nedeni için epey düşünmüştüm. Sonra, bir gün iki olayı anımsamış, gerekli bağlantıyı kuruvermiştim:
Çok, ama çok uzun yıllar önce, sarı sıcak bir yaz haftası Ege’deki antik kentlere yaptığımız yolculukta Priene, Afrodisias, Halikarnassos, Didimus gibi “taştan harabelerin”, Ephesus gibi “görkemli mermerlerin” arasında dolaşmış, “niye buralara geldik ki, görecek ne var? Hep taş hep duvar! Bir alay yıkıntı” diyerek durmadan şikâyet edip durmuştum.
O günlerden yıllar sonra bir arkeoloji sevdalısı olarak Afyon Müzesi’ni gezerken bir mumya kadar yaşlı bekçi, “Burada lanet okuyan heykeller ve yazılar var, ama onları sergiye çıkarmıyoruz” demişti. İşte o gezideki antik kentlerde, böyle bir yazıtın önünden geçmiş olmalıydım ki, “beddua”, gördüğüm harikaları taş, toprak diye “küçümseyen” beni, bir arkeoloji tutkununa dönüştürüvermişti!
Zaman zaman da çalıştığım kazılar bana çok şey kazandırdı, çok şey öğretti… 1993 yılında gitmeye başladığım, 10 yıl boyunca aralıksız, sonrasında da fırsat buldukça ziyaret ettiğim Çatalhöyük; keşfedilmesiyle birlikte insanlık tarihini birkaç bin senecik değiştiriveren Göbeklitepe benim bu tutkumu daha da tetikledi…
Bu arada kazı başkanları da hayatıma girmeye başladı. Troia’yı kazan, çok erken kaybettiğimiz Manfred Korffman, kentin taş duvarlarını göstermiş, “Bakın bunlar, tarih öncesi New York’unun binalarıdır” demiş, gerisini hayal gücümüze bırakmıştı.
Göbeklitepe’yi kazan Klaus Schmidt’le tanışmış, sık ziyaretlerimiz ahbaplığa dönüşmüştü ki, o da çok erken aramızdan ayrılmıştı.
Gittiğim onlarca kazı var. Bu nedenle hepsinin isimlerini saymam mümkün değil, ama seneler önce Çatalhöyük’te Ian Hodder ile başlayan kazı başkanı dostlukları, yılların içinde birikti, birikti. Zaman zaman sırf onların öykülerinden oluşan bir kitap yazmayı bile düşündüm…
Son yıllarda Teos, Nysa, Patara, Zeugma antik kentleri başkanları da bu listede yerlerini aldı… Geçtiğimiz günlerde İş Sanat’ın Türkiye İş Bankası’nın arkeolojik çalışmalarına katkı sağladığı Teos antik kenti, Nysa antik kenti, Patara antik kenti ve Zeugma antik kenti kazı başkanlarının yer aldığı podcast’leri yayına aldığını öğrenince çok sevindim.
İş Sanat’ın “Kahverengi Yol Panoları” başlıklı podcast serisi ile Türkiye’nin kültürel zenginliğinin izini sürmeyi hedefliyor. Bu seride ören yerlerinden müzelere, anıt yapılardan sanat eserlerine kahverengi yol panolarıyla işaretlenen kültür varlıklarımız ekseninde gazeteci Emrah Kolukısa, biliminsanlarından sanatçılara, gezginlerden yazarlara çeşitli isimlerle sohbet ediyor.
Yaklaşık 30 dakikalık bölümlerden oluşan kayıtlar, önümüzdeki dönemde yeni isimlerle yayınlanmaya devam edecek. Şu ana kadar hazırlananlara Spotify, YouTube, Apple Podcast ve Google Podcast platformları üzerinden ulaşmak mümkün.
Umut ediyorum ki bu lezzetli, faydalı podcast’ler, Türkiye’nin olağanüstü arkeoloji zenginliğine ilginin artması için katkı sağlar. Şunu vurgulamak istiyorum, ülkemizde 70 bin irili ufaklı noktayı kapsayan ören yeri bulunuyor. Bunların 500’e yakını meraklılarca gezilebilecek koşullara sahip. Bu kültürel hazzı yaşamak için kazı alanları ve müzeler bizleri bekliyor. Çoğunu sitelerini gezerek sanal olarak gezebilmek de mümkün… Haydi önce podcast’leri dinleyip peşinden hayallerimizden alabildiğine faydalanabileceğimiz o dünyalarda dedektifçilik oynamak için yola çıkalım mı?