Kafalar karışık ama kopuş yok

İlter TURAN SİYASET PENCERESİ

Cumhurbaşkanımız kısa süre önce yaptığı bir konuşmada ülkemizin Avrupa Birliği kapılarında bekletilmekten yorulduğunu, şayet AB’nin ikiyüzlü tutumu devam edecek olursa, Türkiye’nin Birliğe katılmaktan vazgeçebileceğini ifade etti. Aslında AB’nin Türkiye’nin şu andaki adaylığını ciddiye almaması ile ülkemizin adaylığı konusundaki ikircikli tutumu birbirinden farklı iki olgu olup, ayrı ayrı ele alınmak gerekiyor.

Türkiye’nin üyelik için halihazırdaki başvurusunun ciddiye alınmaması ülkemizin AB’nin üyelik için aradığı siyasi şartları yerine getirmemesinden kaynaklanmaktadır. Örneğin, Türk hükümetinin benimsediği demokrasi anlayışı ile AB’nin benimsediği anlayış birbirinden çok farklıdır. Sayın Erdoğan’ın demokrasi anlayışı “nispeten özgür” seçimleri kazanmış olması üzerine bina edilmiştir. AB ise Türkiye’nin fikir ve siyaset yapmak için örgütlenmek için gereken özgürlükleri dar sınırlar içinde kısıtladığını düşünmektedir. Buna ek olarak, hukuk devleti ilkelerine de yeterince bağlı kalınmadığı kanaatindedir. Hukuk devleti, sadece yargının yürürlükte olan yasalara göre karar vermesinden ibaret olmayıp, kanunların hukukun genel prensipleriyle uyumlu olmasını ve yargılama işlevinin hükümetten bağımsız bir yargı tarafından yürütülmesini gerektirmektedir. Bu, hükümetin yargı önündeki davalara ilişkin beyanda bulunmamasını ve Türk hükümetinin daha önce imzasını koyduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını uygulamasını da kapsamaktadır. Türk hükümetinin AB’ye katılma kararlılığının sürdüğüne dönük beyanları devam etse de, AB’nin siyasi standartlarına uymaması, aslında üyelik başvurusunu kendisinin de ciddiye almadığı şeklinde yorumlanabilir.

Türkiye’ye karşı takındığı genel ikircikli tavrı anlamak için ise AB’nin iç siyasetine eğilmek gerekecektir. Daha önceki yazılarımızda da değindiğimiz gibi, Birlik öncelikle Fransa ve Almanya’nın Avrupa’ya hakim olma mücadelelerine son vermek maksadıyla kurulmuştu. Belki de amaçlanan bu iki ülkenin birlikte Avrupa’ya hükmetmeleri idi. Fikir muhtemelen amaçlanandan da öteye bir iktisadi başarı sağladı. Birlik şu anda 29 üyesi olan bir deve dönüşmüş durumda. Gerek üye olması gerek üyelikten ayrılması zorlu ve sorunlu olan İngiltere bir yana bırakılacak olursa, diğer üyeler kuruluşa Fransa ve Almanya’nın hakim olmasına karşı koyacak gücü kendilerinde bulamadılar. Türkiye ise büyük bir ülke. AB’ye üye olması, birlik içinde siyasi gücün yeniden dağılmasını zorunlu kılacaktır. Bunun sonucunda zaten zayıflamakta olan Fransa’nın gücü daha da azalacaktır. Fransa Türkiye’nin üyeliğine bu nedenle karşıdır. Diğer bazı ülkeler Türk iş gücünün Avrupa piyasalarını dolduracağından endişe etmektedirler. Türklere 1683’te Osmanlı ordusunun kapılarına kadar gelmesinin yarattığı travmayı hala unutamadıkları için itiraz edenler vardır. Bütün bunlara AB’yi bir Hrıstiyan kulübü olarak gören, dolayısıyla nüfüsunun çoğu Müslüman olan bir ülkenin Birlik’e katılmamasını savunan kültürel-siyasal tercihleri de eklemek gerekecektir.

AB’nin Türkiye’nin üyeliğine karşı sergilediği ikircikli tutumun tam benzeri Türk tarafında da mevcuttur. AB Avrupa Ekonomik Topluluğu adıyla ilk kurulduğu dönemde Türkiye uzun dönemde bu kuruluşa üye olmayı da kapsayacak bir bağlantı kurmanın yollarını aradı. Böyle bir yolun izlenmesi, o dönemde Türkiye’nin izlediği ve Avrupa ülkelerini bir araya getiren hiç bir kuruluşun dışında kalmamayı öngören dış politikanın ruhuna uygundu. Türkiye Avrupa Konseyi’ne, OEEC’ye (sonradan OECD) ve hatta NATO’ya bu yaklaşım çerçevesinde üye olmuştu. Ancak Türkiye AET’nin kısa sürede daha kapsayıcı bir birliğe dönüşeceğini kestirememişti. Nitekim 1963’te AB ile ortaklığı kuran Ankara Anlaşması imzalandıktan sonra Türkiye’nin AET sistemiyle bütünleşmesinin adımlarını saptayan Katma Protokolün hazırlanması yedi yıl sürmüştü. Daha genel olarak, Türk hükümetlerinin AET ile bütünleşme konusundaki ikircikli tutumları hatırlanmalıdır. Başbakan Ecevit’in “Onlar ortak, biz Pazar” sözleri hala unutulmamıştır. AET başkanı Emile Noel 1977’de Türkiye’ye, Yunanistan ile birlikte üyelik için başvuruda bulunmayı, böylelikle iki ülkenin ya birlikte üye yapılacağını ya da ikisine de hayır denileceğini telkin ettiği zaman, reddedilme olasılığı çok daha güçlü olsa bile, Türk hükümeti ya kabul edilirse endişesiyle başvuru yapmaktan uzak durmuştur. Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa emperyalizmin başlıca hedeflerinden biri olması, Türklerin zihinlerini hala kurcalamakta, Avrupa ülkeleri bir türlü güvenilir ortaklar olarak algılanmamaktadır. Her iki tarafın da ikircikli yaklaşımlarına rağmen, tarafların birbirine muhtaç oldukları bilincini paylaşmaları, kesin bir kopmadan ve yollarını ayırmaktan uzak durmalarını sağlamıştır. Durum bu olunca, Sayın Erdoğan’ın tehdidini ciddiye almamalı mıyız? İç tüketim için daima yeni konular arayan Sayın Erdoğan, dış güçlerin Türkiye’nin uluslararası başarılarını zayıflatmaya çalıştığını, gerekirse AB ile yoların ayrılabileceğini beyan etmiştir. Buna karşılık, karşılıklı bağımlılığın nitelediği karışık Türkiye-AB ilişkisi aynı havada devam edeceğe benzemektedir.

Tüm yazılarını göster