Pozitif ayrım… Dezavantajlı gruplara mensup bireylere verilen ekstra hakları tanımlıyor. Yakın geçmişte bunu, kadınların iş gücüne katılımı için kullandık.
Hem de en tepe yönetimden bakanlıklara, STK’dan patronlara dek… Hepimizin “maksudu bir fakat rivayet muhtelif” ne yazık ki…
Belki tek tük vardır ama kimse çıkıp “kadın çalışmasın, evde otursun” demiyor ki… Sorun, kadını işgücüne katma fikrini hayatla ilişkilendirecek yeterli araçları üretememekte yatıyor. Meclis’teki kadın vekil oranının %9’dan %14’e çıkması, kadınların toplumsal alandaki temsil ve üretkenliği sürecinde bizler için; umut verici bir gelişme…
Peki, madem işler (yavaş da olsa) yolunda ise benim derdim nedir? Dert şu ki; “kadınlar da kariyer yapsın” demesi kolay… Zor olanı, kadınları işgücüne katmak için somut adımlar atabilmek… Zira 20 yıl önce her 3 kadından biri çalışırken bugün her 4 kadından biri çalışıyorsa, bu durumu nasıl izah edeceğiz? Kadın istihdamı konusu ne zaman gündeme gelse, bunun gereğine inanmış biri olarak “12 silindirli Ferrari’nin 6 silindirini atıl bırakma” benzetmesini yapar dururdum. Fakat kadını iş hayatına katmanın, niyet sorunundan öte, bir “yöntem sorunu” olduğunu, daha derinden anladım.
İstihdamda Toplumsal Cinsiyet Eşitliği üzerine yapılan çalışmalar, bu yöntem sorununu daha da belirgin hale getiriyor. Uzmanlar, kadının işgücüne katılımını tartışırken temel bir noktaya vurgu yapıyor; iş yaşamında eşitliğe giden yol, ev içinde eşitlikten geçiyor.
Toplumdaki cinsiyet odaklı rol dağılımı, kadını işgücüne daha aktif katabilmenin doğal bazı sınırlarını oluşturuyor. Fakat sorun, “doğum gibi” bu doğal sınırların ötesindeki kültürel bariyerlerin varlığında düğümleniyor.
Yoksa siz pozitif ayrımcılığı hâlâ “hamile kadını işten atmamak” tedbirinden ibaret olduğunu zannedenlerden misiniz?