Görünen o ki, soğuk savaş sonrası oluşan tek kutuplu dünya düzeninin sonuna gelindi. Batı’nın tüm yaptırımlarına rağmen yeni bir güç haline gelen Çin, Putin döneminde güçlenen Rusya ve Küresel Güney ülkelerini artık çok daha fazla duyar hale geldik.
İçinden geçtiğimiz süreçte “Batı’’ kavramını oluşturan ABD ve AB arasında güvenlik ve politika başta olmak üzere birçok konuda derin görüş ayrılıkları var. Diğer taraftan Avrupa Birliği içinde Fransa ve Almanya arasındaki “liderlik’’ yarışını da unutmamak gerek. Sadece bunlarda değil tabi, yine AB içinde Slovakya ve Macaristan gibi çatlak sesleri de son zamanlarda sıkça duyar olduk. Yani uzun süredir tek ses ve tek kutup olan “Batı” eski Batı değil.
Rusya-Ukrayna Savaşı bölgedeki tüm dengeleri değiştirdi. Önce savaşın getirdiği tahıl, enerji, enflasyon sorunları dünya ekonomisi için tehdit gibi görülürken savaşın akut döneminin ardından Avrupalı ülkeler tabiri caizse silahlanma yarışına girdiler. Mesela II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin güvenlik şemsiyesi altında bulunan Almanya, GSYİH’sinin %2,5’lik bölümünü silahlanmaya ayırdı.
Polonya’da bu oran %4,5’lere yükseldi. Çiçek-böcek haberleriyle gündem olan İskandinav ve Baltık ülkelerinde zorunlu ve gönüllük askerlik konuları ve Rusya tehdidi ana gündem maddeleri oldu. Kıta Avrupası’nda silahlanma yarışı son sürat devam ediyor. Rusya’ya yakın olan Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic’in “3-4 ay içinde büyük bir çatışma yaşanacak’’ söylemini de ayrıca belirtmem gerek. Vucic, Sırbistan halkına stok yapmalarını tavsiye etti.
Bizim için çok önemli olan Kafkasya’da da dengeler değişiyor. Gürcistan’da son yasa teklifiyle birlikte protestolar devam ediyor ve sular durulmuyor. Görünen o ki, Gürcistan’daki Rusya ve Batı yanlıları arasında sorunlar kısa sürede çözülmeyecek.
Uzun yıllar Rusya hegemonyasında olan Ermenistan Batı’yla ve özellikle de Fransa’yla yakınlaşıyor. Fransa’yla güvenlik konuları başta olmak üzere birçok konuda anlaşmalar yapıyor. Bunların yanında Nikol Paşinyan diasporanın tüm tepkilerine rağmen Türkiye ve Azerbaycan ile ilişkilerini geliştirme yolunda. Eğer Paşinyan’ın bu politikaları başarılı olursa Kafkasya’da tüm dengeler değişebilir. Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki sorunlar çözülürse tüm ülkeler bundan büyük avantaj sağlayabilir.
Derin fay hatlarının olduğu ve suların bir türlü durulmadığı bölgelerden biri de komşu bölgemiz Orta Doğu. Son yıllarda Irak, Suriye, Mısır, İran, Lübnan, Yemen gibi farklı sorunların yaşandığı bölgede içinden geçtiğimiz süreçte en önemli sorun İsrail-Hamas savaşı. İsrail-Hamas Savaşı sadece bölgeyi değil tüm dünyayı rahatsız eder hale geldi. Özellikle Güney Afrika ve Brezilya gibi Küresel Güney ülkeleri ve İspanya, İsrail’e karşı çok net bir tavır ortaya koydular.
ABD’nin ağırlığını Avrasya’dan Asya-Pasifik’e kaydırmasından sonra bu bölgede özellikle Çin’in ağırlığı her geçen gün artar hale geldi. Çin, Orta Doğu’ya Batı gibi değil daha hassas bir yaklaşımla yaklaşıyor. Bu ülkeler için hassas olan insan hakları, demokrasi, hukuk gibi konular yerine ticaret, kazanım, kalkınma gibi kavramlarla yaklaşıyor. “ Birbirimizin iç işlerine karışmak yerine, gelin ticaretimize bakalım’’ diyor.
Arap ve Körfez ülkeleriyle Çin’in ekonomik, siyasi ve güvenlik konularında ilişkileri gelişiyor. Son olarak Mayıs 2024’de Pekin’de Çin-Arap ülkeleri işbirliği konferansı yapıldı. ABD’nin rahatsızlığına rağmen Çin ve Arap ülkeleri iş birliklerini artırıyor.
Son dönemin parlayan bölgelerinden biri de Orta Asya. Son yıllarda ABD, Fransa ve Almanya olmak üzere birçok ülke Orta Asya ülkeleriyle ilişkilerini geliştiriyor. Lakin Çin ve Hindistan’ı da unutmamak gerek. Çin ve Hindistan’da bölge ülkeleriyle ilişkilerini geliştirme çabasında.
Çin ve bölge ülkeleri 18 Mayıs 2023 tarihinde Çin’de C+C5 zirvesinde bir araya geldi ve bu zirve sonunda Şian Deklarasyonu imzalandı. Zirve sonunda katılımcı ülkeler, Çin-Orta Asya Zirvesi’nin kalıcı bir iş birliği mekanizmasına dönüştürülmesini, Çin’de bir sekretaryanın kurulmasını ve iki yılda bir düzenli toplanılmasını kararlaştırdılar.
Sahra Altı Afrika’da da uluslararası güçlerin mücadelesine şahit oluyoruz. Sudan, Çad, Mali, Burkina Faso, Nijer ve Gabon’da darbeler yaşandı. Uzmanlar özellikle Rusya ve Fransa’nın bölgedeki mücadelesine dikkat çekiyor. Kimi uzmanlar Batı’nın Afrika Kıtası’ndan tabiri caizse kovulduğunu söylüyor.
Orta Asya’da olduğu gibi Afrika Kıtası’nda da Çin ve Hindistan’ı unutmamak gerek. Bu iki ülkenin de bölgede önemli çalışmalar yaptığını daha önceki yazılarımda değinmiştim. Burada bir parantezi de ülkemiz için açmakta fayda var. Ülkemiz de son yirmi yılda Afrika’da çok önemli işler yaptı.
Yukarıda da söylediğim üzere ABD son yıllarda rotasını Asya-Pasifik’e çevirdi. Bölgede Tayvan gibi konularda Çin’in ‘’sinir uçlarına’’ dokunmaktan geri durmuyor. Japonya ve Güney Kore ile bölgede tatbikatlar düzenliyor.
Çin bu durumu bir tehdit olarak algılıyor ve soğuk savaş sırasında Rusya’ya yapıldığı gibi “Çin’in de etrafının sarılmaya çalışıldığını’’ iddia ediyor. Haksız da değil sanki. Tabi Çin’de az değil. Çin’in tüm komşularıyla sınır sorunu bulunuyor. Yine Güney Çin Denizi’ndeki sorunlar da cabası.
Çin Devlet Başkanı Putin’in Kuzey Kore ziyareti de dünya kamuoyunda yakından takip edildi. Putin’in 24 yıl sonra yaptığı bu ziyarette iki ülke arasında Kapsamlı Stratejik Ortaklık Anlaşması ve güvenlik olmak üzere farkı konularında anlaşmalar yapıldı. Anlayacağınız Asya’da da sular ısınmaya devam ediyor.
Yazılacak çok konu var ama bana ayrılan satırları etkin kullanmak için özet olarak dünyadaki son gelişmeleri anlatmaya çalıştım. Gördüğünüz üzere ve tekrara düşmek pahasına dünyada bir dönüşümün yaşandığını anlatmaya çalışıyorum. Bu bir değişim değil “dönüşüm’’. Daha dipte daha derinde olan bir şey…
Benim kendi küçük penceremden gördüğümü sandığım şey, ülkemiz Türkiye’nin de dış politikada bu dönüşümü yakından takip ettiğidir. Türkiye olarak hiçbir kutba angaje olmadan, denge politikası güderek, ülkemizin çıkar ve menfaatlerini önceleyen müzakereler yürütüyoruz.
Ben bu satırları yazarken Dış İşleri Bakanı Fidan’ın 3 hafta içinde yaptığı ziyaretler ve toplantılara kısaca bakalım; Çekya’da NATO Dış İşleri Bakanları Toplantısı, çok konuşulan Çin ziyareti, İstanbul’da D-8 Bakanlar Konseyi Olağanüstü toplantısı, Katar’da Körfez İş Birliği Konseyi Türkiye özel Bakanlar Konseyi Toplantısı, Moskova’da Putin ile görüşme ve akabinde Brics+ toplantısı, Brezilya Dışişleri Bakanı ile Ankara’da görüşme, Üsküp’te Güney Doğu Avrupa Ülkeleri İş Birliği Zirvesi, İtalya’da G-7 toplantısı, İsviçre’de Ukrayna Barış Zirvesi.
Gördüğünüz üzere Türkiye, tabiri caizse bölgesel ve küresel konularda Asya’dan Avrupa’ya Orta Doğu’dan Afrika’ya her masada var. Hakan Fidan’ın söylemiyle; Türk dış politikası dünyaya ve gelişen olaylara 360 derece iletişimle bakıyor.
Muhakkak ki her biri birbirinden önemli olan bu toplantılar arasından Sayın Bakan’ın Çin ziyaretine özellikle dikkatinizi çekmek istiyorum. Sayın Fidan’ın Çin ziyaretinde verdiği mesajlar dikkat çekiciydi.
Sayın Bakan mealen artık çok kutuplu bir dünyanın olduğunu, Batı’nın Çin’e yaptırımlarının ve Çin’in etrafının sarılmasının dünyada savaşlara ve büyük sorunlara neden olabileceğini, dünyadaki refahın herkese yeteceğini açıklıkla dile getirdi.
Bununla beraber, özellikle ABD’nin Çin’in sinir uçlarına dokunan Tayvan politikasına karşın “Tek Çin’’ politikasının arkasında olduğumuzu, Kalkınma Yolu Projesi’nin Çin’in Kuşak-Yol Projesi’ne entegre olabileceğini, Çin’in Körfez ve Arap ülkeleriyle gelişen ilişkilerini memnuniyetle karşıladığını, yine Çin’in Türki Cumhuriyetleri ile gelişen ilişkilerini desteklediklerini ve bu ilişkilere Azerbaycan ve Türkiye’nin de dahil edilmesini beklediklerini söyledi.
Birbirinden önemli ve stratejik mesajların verildiği bu açıklamalarda diğer bir önemli başlıksa BRICS’di. Türkiye’nin BRICS’e katılmak istediğini açık bir şekilde dile getirdi. Bildiğiniz üzere BRICS büyüyerek yoluna devam eden önemli bir örgüt. 2024 yılı itibariyle kurucu üyeler olan Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve G. Afrika’nın dışında Sudi Arabistan, İran, BAE, Mısır, Etiyopya da birliğe dahil oldu.
Dikkat ederseniz üyelerin seçiminde bile “denge ve hassasiyet’’ söz konusu. Sudi Arabistan ve bölgedeki iki rakibi İran ile BAE; Mısır ve savaşın eşiğinden dönen Etiyopya. Örgüt bu genişlemeden sonra BRICS+ olarak adlandırılmaya başlandı.
Tabi ülkemiz Türkiye, isimlerini saydığımız bu 10 ülkeden farklı bir ülke. NATO üyesi, AB Adayı bir ülke ve AB ile Gümrük Birliği anlaşmasına sahip. Tabi burada en önemli konulardan biri Batı’nın gözünde BRICS+’ın konumu yani Batı oluşumlarından hangisinin muadili olduğu. BRICS, NATO, AB, BM, G20 gibi birlikteliklerin hangisinin alternatifi?
Batı’nın birçok konudaki iki yüzlüğünü biliyoruz. Son yıllarda yakın ittifakta olduğu Hindistan’ın Rusya ile hızla artan ticaretine ses çıkaramazken Türkiye’nin Rusya ile olan ticaretine her fırsatta taş koyuyor. Bu nedenle BRICS+’ ı ne olarak gördüğünden daha çok muhakkak ki kendi çıkar ve menfaatine bakacaktır.
Tabi ikiyüzlülük deyince Rusya’yı da unutmamak gerekir. Rusya’da Türkiye ile olan ilişkisinde “terör’’ kartını elinde tutan ülkelerden. Son olarak Suriye’nin kuzeyinde yapılmaya çalışılan sözde seçimlere hiç ses çıkarmadığını unutmamak gerek. Aslında “ikiyüzlülük’’ ile anlatmaya çalıştığım şey her ülke bu sisli havada kendi çıkar ve menfaatine bakıyor.
Malumunuz BRICS+’ın ortak ordusu ya da serbest ticaret anlaşması yok. Lakin her geçen gün genişleyen ve Batı’yı “rahatsız eden’’ bir oluşum. BRICS+’ın içinde Çin ve Hindistan gibi küresel güçlerin yanı sıra G. Afrika, Brezilya ve Hindistan gibi bölgelerinin en güçlü ülkeleri de var.
Şu anda BRICS+ 3,5 milyar nüfusuyla dünya nüfusunun yaklaşık %45’ini oluşturuyor. Yaklaşık 29 trilyon dolarlık ekonomik büyüklüğü ile dünya ekonomisinin %28’ine tekabül ediyor. Aynı zamanda BRICS+ üyeleri dünyada ham petrolünün % 44’ünü üretiyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’da 3-4 Temmuz’da Astana’da düzenlenecek olan Şangay İş Birliği Örgütü toplantısına, 5-6 Temmuz’da Azerbaycan’a ve akabinde 9-11 Temmuz tarihleri arasında da ABD’de NATO zirvesine katılacak. Putin ile görüşeceği Astana zirvesi ve hemen akabindeki NATO zirvesi önümüzdeki süreç için önemli.
Çin Devlet Başkanı Şi Çimping’in deyişiyle Dünyada 100 yıldır görülmeyen bir değişim yaşanıyor. Gördüğünüz üzere Türkiye olarak biz de hiçbir kutba angaje olmadan ülkemizin çıkar ve menfaatlerini gözetiyoruz. Batı’yla da Doğu’yla da mümkün olduğunca dengeli ilişkiler yönetiyoruz. Hem Putin ile hem de Zelenski ile görüşüyoruz. Hem Şangay İş Birliği Örgütü toplantısına hem de NATO toplantısına katılıyoruz.
Ez cümle, kısaca bahsetmeye çalıştığım gelişmeler siyasi ya da jeopolitik gelişmeler olarak gözükebilir, zaten öyledir de. Fakat unutmamamız gereken şey, tüm bu politik gelişmelerin ticarete olan ya da olacak etkileri.
Evet, yorulduk; evet içerde ve dışarda zor günler geçiriyoruz. Lakin bana öyle geliyor ki, belki de hiç olmadığız kadar birlikteliğe, diyaloğa, akıl yürütmeye ve çalışmaya ihtiyacımız var.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı Türk iş dünyası olarak yaşadığımız tüm zorlu süreçlere karşın dünyadaki bu gelişmeleri yakından takip etmemiz ve gardımızı almamız önemli. Bilgi ve kavram üretmeyi önemli buluyorum. Sivil toplum örgütlerimizin dünyayı takip ederek, siyasi erk ve bürokrasiyle yakın iletişimde olup alternatifler oluşturması, bilgi üretmesi ve görüşlerini bildirmesi daha aydınlık yarınlar için çok ama çok önemli olduğunu düşünüyorum.