Ticari ilişkiler düşünüldüğünde dünya sıkı sıkıya birbirine bağlanmış durumda. McKinsey tarafından gerçekleştirilen bir araştırma, her ekonomik bölgede tüketilen mal ve hizmetlerin en az yüzde 25’inin ithalata dayandığını ortaya koyuyor. Dünya ticareti, sınırları aşan dinamik bir yapıda olsa da değişen jeopolitik dengeler küresel ticareti yeniden şekillendiriyor.
McKinsey tarafından yapılan çalışmada ülkeler arasındaki jeopolitik yakınlığı ölçmek için BM Genel Kurulu’nun oylama kayıtları dikkate alınmış. Oluşturulan skalada, ABD bir uçta bulunurken, İran diğer uçta yer alıyor. Bu kutuplaşmış tablonun tam ortasında dengeli bir duruş sergileyen Brezilya yer alıyor. Çin ise, skalanın İran’a daha yakın tarafında konumlanıyor. Burada dikkat çeken nokta, Çin, Japonya ve ABD gibi dünyanın en büyük ekonomilerinin, jeopolitik yelpazenin ayrı uçlarında yer almalarına rağmen güçlü ticaret bağlarına sahip olmaları. Günümüzde, küresel mal ticaretinin beşte birlik kısmı, aralarında büyük jeopolitik farklılık bulunan ülkeler arasında gerçekleşiyor. Özellikle demir cevheri, soya fasulyesi, bilgisayar monitörü gibi mallarda bu durum kendini belli ediyor. Örneğin, Avustralya’nın demir cevheri ihracatının yüzde 80’inden fazlası Çin’e gerçekleşiyor. Benzer şekilde, dünyanın en büyük soya fasulyesi ithalatçısı olan Çin, bu ürünü ağırlıklı olarak Brezilya ve ABD’den tedarik etmekte. Öte yandan, dizüstü bilgisayarlar, akıllı telefonlar ve bilgisayar monitörleri gibi ürünler çoğunlukla Çin’den Avrupa ve ABD gibi gelişmiş ekonomilere taşınıyor.
Jeopolitik gerilimlerin arttığı bu dönemde dünya ticareti yeni bir yapılanma süreci ile karşı karşıya. Ancak bu yeniden yapılanma, tahmin edilenden de zorlu olacak gibi görünüyor. Çünkü birçok kritik ürün için alternatif tedarikçi seçenekleri oldukça sınırlı. Bu da kritik ürünlerde küresel ticaretin, kısa vadede arz kesintilerine neden olmadan yeniden yapılandırılmasının pek mümkün olmadığını gösteriyor. Dünya ticaret haritasını oluşturan bağlar bir yandan ülkeler arasında karşılıklı bağımlılığa işaret ederken, diğer yandan her an yaşanabilecek sert bir kırılma riski endişe yaratıyor.
Bu gelişmeler ışığında ticaretin yeniden yapılandırılması süreci ivme kazanarak devam etmekte. Dünya ticaretinde söz sahibi bazı ülkeler, jeopolitik olarak yakın oldukları ülkeler ile ticareti artırma yoluna gitmiş durumda. Fakat bu dönüşümün arka planı sadece ekonomik değil, aynı zamanda derin jeopolitik anlamlar taşıyor. Son yıllarda, politika yapıcılar ve iş dünyası liderlerinin lügatına birçok yeni kelime eklendi. “Decoupling”, “derisking”, “reshoring”, “nearshoring” ve “friendshoring” gibi kavramların kullanımı önemli bir artış kaydetti. Görünen o ki, ticaretin değişen dili dünya sahnesindeki siyasi ve ekonomik kırılmaları da yansıtıyor.
Özellikle Çin ve ABD arasındaki ticari gerilimler, bu dönüşümün en görünür örneğini oluşturuyor. 2017’den bu yana, iki ülke arasındaki mal ticaretine uygulanan ortalama gümrük vergileri üç ila altı kat arasında artış gösterdi. Ancak mesele sadece bu iki ülkeyle sınırlı değil. Küresel ölçekte 2017 yılında 650 olan yeni ticaret kısıtlamalarının sayısı, 2023 yılı itibarıyla 3.000’in üzerine çıktı. Bu artış, uluslararası ticarette önemli bir değişim yaşandığını, politik ve ekonomik bariyerlerin giderek fazlalaştığını gösteriyor.
Ticaret artık yalnızca arz-talep dengeleriyle yönetilen bir faaliyet değil. Jeopolitik hesapların, ulusal güvenlik kaygılarının ve ekonomik egemenlik arayışlarının belirleyici olduğu bir alana dönüşmüş durumda. Küreselleşmenin sınırları, “yapılandırma” adı altında yeniden çizilirken, ülkeler ve şirketler, kendilerini bu yeni dengeye adapte etme yarışına girmiş bulunuyor. Bu süreçte ticaretteki artan kısıtlamalar ve değişen söylemler, küresel ekonominin geleceğinde belirsizlik ve rekabetin iç içe geçtiği yeni bir döneme işaret ediyor.
Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, jeopolitik olayların küresel ticaret akışlarını nasıl derinden değiştirebileceğine dair en çarpıcı örneklerden biri. Savaşın başlangıcından hemen sonra AB, ABD ve diğer batılı ülkeler Rusya’ya karşı sert yaptırımlar uyguladı. Birçok uluslararası şirket ise Rusya’daki faaliyetlerini büyük ölçüde durdurdu. Özellikle Almanya’nın Rusya’dan doğal gaz ithalatında büyük bir değişim yaşandı. 2022 yılı ocak ayında Rusya’nın Almanya’nın doğal gaz tedarikindeki payı yaklaşık yüzde 35 iken, 2023 itibarıyla bu oran yüzde 1’in altına düştü. Almanya, enerjide arz güvenliğini sağlamak adına rotasını jeopolitik olarak kendine daha yakın olan Norveç ve ABD gibi tedarikçilere çevirdi. Özellikle ABD, sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) ihracatı ile bu boşluğu doldurdu. Öte yandan jeopolitik gelişmeler Çin, Birleşik Krallık ve ABD gibi büyük ekonomilerin dış ticaret akışlarında da büyük etki oluşturuyor. Özellikle 2017 yılından itibaren ABD’nin Çin’den yaptığı ithalatı çeşitlendirme yoluna giderek, Vietnam başta olmak üzere diğer Asya ekonomileri ve Meksika ile olan ticari bağlarını güçlendirdiğini görüyoruz. Bu durum, küreselleşmenin yerini jeopolitik uyum arayışının almaya başladığı şeklinde yorumlanabilir. Çin ise özellikle Afrika, Güneydoğu Asya ve Latin Amerika gibi bölgelerdeki ticaret payını genişleterek, jeopolitik yelpazede çok yönlü bir duruş sergiliyor.
Bu gelişmeler ile birlikte Çin’in ABD’nin toplam ticari mal ithalatındaki payı, 2017’deki yüzde 24’lük seviyesinden 2023’te yüzde 15’e düştü. Gelişmekte olan ekonomilerin, Çin’in mal ticaretindeki payı 2017 yılında yüzde 42 iken, 2023’te bu oran yüzde 50’yi aştı. Çin’in ithalat cephesinde ise Japonya ve Güney Kore’in oluşturduğu pay, ASEAN, Latin Amerika, Orta Doğu ve Rusya’ya doğru kaydı. Ticaret akışlarındaki dönüşümün en somut örneklerinden biri, paslanmaz çelik üretiminde kullanılan ferronikel ithalatında yaşandı. Çin’in Endonezya’dan gerçekleştirdiği ferronikel ithalatında büyük bir artış gerçekleşti.
Diğer taraftan, katma değer açısından bakıldığında, ABD’nin Çin’den ithal ettiği ürünlerdeki düşüş yanıltıcı olabilir. Örnek olarak, dizüstü bilgisayarlar ve cep telefonları gibi ürünlerde ABD’nin ithalatı içinde Çin’in pazar payının düştüğü 2017-2022 yılları arasındaki dönemde, ABD’nin Vietnam’dan dizüstü bilgisayar ithalatı iki kattan fazla artarak yaklaşık 800 milyon dolara yükseldi. Ancak aynı dönemde Vietnam’ın Çin’den baskılı devre kartları ve dokunmatik ekranlar ithalatı da iki katına çıkarak yine 800 milyon dolar arttı. Bu durum, üretimin coğrafi olarak yer değiştirdiğini, ancak değer zincirlerinin Çin’e bağlı kalmaya devam ettiğini gösteriyor. Diğer bir ifadeyle, Çin’de üretilen mallar, üçüncü ülkeler üzerinden ABD pazarına ulaşıyor.
Ticaret akışları, jeopolitik realiteler doğrultusunda yeniden şekillenirken, ülkeler stratejik tedarik zincirlerini güvence altına alma yarışına girmiş durumda. Ancak bu yeniden yapılanmanın kırılgan ve maliyetli olduğunu unutmamak gerekiyor. Jeopolitik tercihler doğrultusunda ortaya çıkan yeni küresel ticaret ortamında, her ülke kendine “kazananlar” arasında bir pozisyon bulma mücadelesi içinde. Bu nedenle, iş dünyasının geleceğe hazırlıklı olabilmesi için proaktif, esnek ve jeopolitik gelişmeler ile uyumlu adımlar atması gerekiyor.