Jeopolitik çatışmalar nedeniyle, ulusların stratejik çıkarları iklim krizi ile mücadelede ortaya konması gereken kolektif çabaların önüne geçiyor. Bu çatışmalar, küresel ticaret için stratejik bir zorluk oluştururken, sürdürülebilirlik hedeflerini olumsuz etkiliyor ve yeni kırılganlıkların ortaya çıkmasına neden oluyor. Oysa sürdürülebilirlik, sadece kapsayıcı bir ekonomik kalkınmayı teşvik etmekle kalmayıp aynı zamanda barış ve istikrarı da destekleyen bir değişim vektörü olabilir.
Birden fazla cephede kutuplaşmış bir dünya… Çatışmaların sayısının arttığı küresel bir manzara… Ve tüm bu coğrafi gerilimlerin kalkınma süreçlerinde yarattığı olumsuz etkiler...
Jeopolitik gerilim ve çatışmaların sonuçları siyaset, toplum ve çevre genelinde net bit şekilde hissediliyor.
Dünya genelinde yaşanan olaylar sadece yönetişim yapılarını etkilemekle kalmıyor, aynı zamanda üreticiler ve tüketiciler arasındaki ticaret dengesini tehdit ediyor, ekosistemlerimizin hassas dengesine de zarar veriyor.
Bu nedenle ülkelerin, bu gerilimler karşısında iklim değişikliğiyle mücadele etmek için ortak çabalara ve işbirliğine öncelik vermeleri büyük önem taşıyor.
Kutuplaşmanın hızla arttığı bir dünyada, sürdürülebilir ve uyumlu bir gelecek için etkili çözümlerin olmazsa olmazı, işbirliği. Bu işbirliği sağlanamadığı takdirde, yaşanacak kayıpların çok korkunç boyutlara ulaşabileceğini ifade etmek yanlış olmaz. Jeopolitik dinamikler ve çevresel kaygıların kesişmesi, küresel toplumun, birbirine bağlı bir dünyada iklim değişikliğinin acil etkilerini ele almak için çok tarafl ı işbirliğine ve sürdürülebilir uygulamalara öncelik vermesi gerektiğini ortaya koyuyor. Sürdürülebilirlik, sadece kapsayıcı bir ekonomik kalkınmayı teşvik etmekle kalmayıp aynı zamanda barış ve istikrarı da destekleyen bir değişim vektörü olabilir.
Jeopolitik olayların karbon emisyonlarına etkisi büyük olacak
Dünya Ekonomik Forumu’na göre, 2024 yılında, jeopolitik olayların karbon emisyonları üzerinde büyük bir etkisi olacak. Aşağıdaki örnekler ise, durumu çok net bir şekilde ortaya koyuyor.
1. Kızıldeniz çatışması
Uluslararası ticaret hacminin yüzde 80’inden fazlasının taşınmasından sorumlu olan denizcilik sektörü, karbonsuzlaşma sürecinde büyük bir zorlukla karşı karşıya. Gemicilik sektörü halihazırda tüm küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 3’üne katkıda bulunurken, sektör ağırlıklı olarak fosil kaynaklarla beslenen yaşlanan bir fi lodan oluşuyor. Sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG), sıvılaştırılmış petrol gazı (LPG), metanol, biyoyakıt, elektrik ve hidrojen gibi alternatif yakıtlara yönelik devam eden yatırımlara rağmen, bunların uygulanması şu anda mesafe ve rota sınırlamaları nedeniyle kısıtlı kalıyor. Devam eden jeopolitik çatışmalar ve ticari deniz taşımacılığına yönelik tehditler, malların Asya, Avrupa ve Amerika kıtaları arasında hızlı bir şekilde taşınması için hayati önem taşıyan stratejik deniz yolunu tehlikeye atıyor. Uzun süren Kızıldeniz çatışması ve bunun sonucunda Süveyş Kanalı’ndan kaçınılması, Asya ile belirli Batı pazarları arasındaki sevkiyatlara 7 ila 10 gün ekleyen Ümit Burnu’nu zorunlu kılıyor. Yolların uzaması, sektörün karbon ayak izini büyütüyor. Denizcilik emisyonlarının mesafeye dayalı bir karbon vergisi ile AB’nin Emisyon Ticareti Sistemine dahil edilmesi maliyetleri daha da artıracak. Sektör bu zorluklarla boğuşurken, sürdürülebilir çözümler bulmak hem ekonomik hem de çevresel nedenlerle daha da önemli hale geliyor
2. Ukrayna ve Rusya’nın kapalı hava sahası
Ukrayna ve Rusya üzerindeki kapalı hava sahası, uçakları dolambaçlı yollardan gitmeye zorluyor. Bu da seyahatleri önemli ölçüde uzatıyor. Bu uzun rotalar sadece yakıt tüketimini arttırmakla kalmıyor, aynı zamanda karbon emisyonlarını da arttırarak, hava yolculuğunun çevresel etkilerini yoğunlaştırıyor. Durumu daha da kötüleştiren bir unsur daha var: Deniz yolu daha maliyetli ve daha az öngörülebilir hale geldikçe, hava taşımacılığı güvenilirlik ve hız sunarak daha uygun bir alternatif haline geliyor. Ancak Ukrayna-Rusya hava sahası gibi ana hava yollarının kapatılması, bu olası talep artışında önemli bir kesinti yaratacak. Karbon ayak izi nedeniyle zaten inceleme altında olan havacılık sektörü, hava sahası erişilebilirliğini etkileyen jeopolitik çatışmalar nedeniyle artan zorluklarla karşı karşıya.
3. Kritik mineral konsantrasyonu
Kritik madenlerin belli bölgelerde yoğunlaşması, küresel ekonomiler, toplumlar ve ulusal güvenlik için bir tehdit oluşturuyor ve karbon emisyonlarını ciddi bir şekilde etkiliyor. Örneğin lityum, kobalt ve grafi t gibi önemli pil malzemeleri incelendiğinde, AT Kearney analizine göre tek bir ülkenin bu elementlerin her biri için küresel üretimin en az yüzde 60’ını kontrol etmesi endişe verici. Avustralya, Şili ve Çin, kritik madenler konusunda ilk üç oyuncu olarak ön plana çıkıyor. Bu tür yoğunlaşmalar sadece tedarik zincirlerinin dayanıklılığını tehdit etmekle kalmıyor, aynı zamanda bu hayati malzemelerin çıkarılması ve üretiminde çeşitlendirme ve daha sürdürülebilir uygulamaları benimseme kabiliyetini sınırlayarak karbon emisyonlarını da arttırıyor.
4. Tedarik zinciri bağımlılıkları
Tedarik zincirlerinin dayanıklılığını ve sürdürülebilirliğini artırma ihtiyacı karşısında piyasa güçlerinin tek başına yetersiz olduğu bir gerçek. Dolayısıyla, yeni bir tedarik zinciri stratejisi geliştirmek her geçen gün daha fazla önem kazanıyor. Jeopolitik çatışmalar da, tüm zorluklarına rağmen, uluslararası işbirliğini geliştirmek için eşsiz bir fırsat sunuyor. Stratejik bir yaklaşım; yarı iletkenler, elektronik, otomobil, batarya gibi kritik imalat sektörlerinde küresel değer zincirlerinin genişletilmesini içeriyor. Sağlam bir tedarik zinciri analizi sağlamak için, her aşamadaki potansiyel riskleri belirlemek gerekiyor. Bu analizin de, jeopolitik gerilimler, ekonomik dalgalanmalar ve çevresel kaygıları kapsayan bütüncül bir bakış açısından oluşması kaçınılmaz. Sonuç olarak; bütüncül yaklaşımın 3 temel unsura odaklanması gerekiyor: sera gazı emisyonları, ticaret ve ekonomik kalkınma. Bu tür bir uluslararası işbirliğini teşvik ederek ve kapsamlı stratejiler benimseyerek, tedarik zincirlerini kesintilere karşı güçlendirmek ve aynı zamanda küresel ölçekte sürdürülebilirlik hedeflerini ilerletmek için dönüştürücü bir fırsat var.