Japonya’nın Ekonomik Güvenlik Bakanı da belli oldu

Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

Çok alametler belirdi, Japonya da ekonomik savaş ortamına intibak için geçen yıldan beri planladığı adımları atmaya başladı. Bu yıl önce “Ekonomik Güvenlik Yasası” hazırlıkları tamamlandı ve yasa Mayıs 2022 gibi parlamentodan geçti. Ağustos ayının sonunda ise Sanae Takaichi kabineye yeni eklenen Ekonomik Güvenlik Bakanlığına atandı. Artık Japonya’nın bir Ekonomik Güvenlik Bakanı var.

Bu nedir? Size daha önce küresel değer zincirlerinin yeniden yapılanması konusu ile alakalı olarak gündeme gelen  “reshoring”, “friendly-shoring”, “ally-shoring” tartışmalarından bahsetmiş, hatta bu çalışmaların “smart-shoring” olarak adlandırılmasının daha doğru olabileceğine dikkatinizi çekmiştim. İşte o süreç aslında tam gaz devam ediyor. Amerika ve Avrupa’dan sonra Japonya da kervana katıldı. Hadise ciddi.

Bu hafta tam Avrupa Birliği’nde ürün standartları konusunda yürütülen çalışmaların geldiği aşamaya değinip “Siz Rusya gazı kesince Avrupalılar Türkiye’yi kıskanıyor zannederken, onlar çalışmaya devam ediyor ve iklim değişikliği gündemi ile uyumlu ürün standartlarını somutlaştırıyor” diyerek diyecektim. Ama Japonya’daki yeni ekonomik güvenlik kanunu üzerine okudukça fikrim değişti. Türkiye anlaşılmaz bir aymazlıkla geleceğini Rusya ile birleştirirken, başkaları idari yapılarını “ekonomik güvenlik” kavramı etrafında yeniden organize ediyorlar. Biz lay lay lom. Gelin bakın anlatayım.

Japonya Komünist Partisi (JKP) “Ekonomik Güvenlik Kanunu’na ekonomide devletin rolü artıyor diye karşı çıktı

Dünya, her yerin aynı olmasını hedefleyen bir küresel düzenden; her yerin ayrı olduğunu vurgulayan bir yeni küresel düzene geçiyor anladığım. Aynılığı değil farklılığı vurgulayan bir yeni küresel sistem olacak bu. Önce pandemiyle mücadelede ve pandemiden çıkışta herkesin aynı performansı gösterememesi, sonra Rusya-Ukrayna Savaşı küresel değer zincirlerinin işleyişinde aksaklıklara yolaçtı. Önce tıbbi malzeme akışında, sonra gıda ve enerji ile mesela dijital dönüşüm için olmazsa olmaz bir unsur olan yonga (çip) üretiminde ortaya çıkan aksaklıklar üretimin “ geri çağrılması taleplerini” gündeme yerleştirdi.

Ekonomik güvenlik kavramı, pandemi ve Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte bütün istihbarat camiasının gündemini işgal etmeye başladı. Amerika’nın 2017 Milli Güvenlik Strateji Belgesi’ nden beri ekonomik güvenlik Amerikalılar için bir numaralı meselesiydi zaten. Onu 2017’de “Amerika’nın yeni milli güvenlik belgesi teknoloji transferini zorlaştırır.” diye gazetemizde anlatmıştım. Çin’le rekabet eden Amerika’nın teknolojik üstünlüğünü devam ettirmesi altı çizilen temel husustu. Bu amaçla Çin’in “Amerikan milli güvenlik inovasyon altyapısından” sınırsız faydalanarak Amerika ile teknolojik rekabette öne çıkmasına dikkat çekiliyordu.

Hatırlatayım. “Eskiden inovasyon sürecinin yarattığı teknolojik yenilikler daha çok savunma sanayii odaklıydı. Sonra Soğuk Savaş bitti. Bundan 10-15 yıl kadar önce Amerikan Savunma Bakanlığı büyük bütçeli ARGE projelerini rafa kaldırdı.  Amerikan start-upları bu nedenle işsiz kaldı ve Amerikan inovasyon altyapısı odağını değiştirdi. Savunma sanayii odaklı olmaktan çıktı, bireysel tüketici odaklı oldu. Hayatımızı süratle değiştiren teknolojik yenilikler bundan sonra ortalığı sardı. Dijital dünya, fiziksel dünya ile gözle görünür biçimde, doğrudan iletişime geçmeye başladı. Mühendislerin enerjisi dün savunma alanına odaklanmışken, birden bireysel tüketiciye odaklandı. Neden? Savunma projeleri 10-15 yıllık uzun bir tatile çıktığı için.”

İşte o dönemde, bizim gibi ülkeler “parası neyse verelim, biz de alalım” dönemine girmişti. Her şeyin ticaret olarak görüldüğü bir aralıktı. O dönem artık bitti. Artık paran da olsa alamayacaksın yani. Yeni Amerikan Milli Güvenlik Belgesi, “Tatil artık bitti, lay lay lom dönemi sona erdi.” diyordu 2017 yılında. Bundan böyle yeni silah sistemleri ile ilgili satın alma kontratlarına geri dönüleceğini “müjdeliyordu”.

Müjde elbette “milli güvenliğin inovasyon altyapısını” oluşturan imkânlar setine, üniversite-laboratuvar-özel şirket üçlüsüne veriliyor. “Milli güvenliğin inovasyon altyapısı” sayesinde “fikirler yeniliklere, buluşlar ticari ürüne dönüşüyor, bu Amerika’nın gücüdür ve bir tek bize özgüdür.” diyordu 2017 tarihli belge. “Gelip, üniversitelerimizden laboratuvarlarımızdan yararlandılar, bize karşı güçlendiler, şimdi buradan kimin yararlanacağına daha ciddi bakacağız.” diye de ekliyordu.

F-35 olmuş bitmiş bir yeni nesil savaş uçağı değildir, Yapay Zeka alanında teknolojik sıçrama sürecinin yol haritasıdır

2017’de söylenenlerin nasıl somutlaştığını Eylülün ilk haftasında Special Competitiveness Studies Project (SCSP)’in ilk raporu ile görmüş oldu. Rapor 2030’a kadar Amerikan ulusal rekabet gücünün meselelerine odaklamıştı. Lansman için yapılan toplantının oturumları ve toplantının katılımcıları hadiseyi özetliyordu aslında. DC’de bir düşünce kuruluşuna dönüşen SCSP Amerikan Kongresi’nin desteği ile kurulan “Yapay Zeka için Milli Güvenlik Komisyonu (National Security Commission on Artificial Intelligence, NSCAI)’nın devamı olarak tasarlanmış bir kurum. Amerika teknolojik üstünlüğünü nasıl korur odaklı rapor ise 2017 Milli Güvenlik Strateji belgesi ile aynı sese sahip. AI’ın pek çok sektör gibi savaş sanayiini nasıl değiştireceğini de şimdiden düşünüyor. İklim değişikliği gündemi ile ortaya çıkan dekarbonizasyon kampanyasına yakında bir de denükleerizasyon kampanyası eklenirse şaşırmam doğrusu. Rusya’nın işi zor. Amerika-Çin rekabeti Türkiye gibi ülkeler için ise geniş bir fırsatlar alanı açıyor doğrusu. Akıllı olana tabii. Salaklar için zaten hiç umut yok. Öncelikle S-400 ve F-35 tartışmasını bu gözle yeniden ele almakta fayda var sanırım. Ben biraz daha düşüneyim anlatırım.

Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte, ikinci savaş sonrasına Amerikalıların “siz güvenlikle ilgili olarak dertlenmeyin, o benim işim siz ekonomik kalkınmaya, zenginleşmeye odaklanın” dediği iki ülkeden biri olan Almanya, milli güvenlikle ilgili olarak dertlenmeye başladı. Savaştan sonra Amerikan güvenlik garantisini alan ikinci ülke olan Japonya da şimdi milli güvenlik odaklı bir yeniden yapılanma telaşında. Doğrusu ben Japonya’nın yeni ekonomik güvenlik bakanlığına bu çerçevede bakıyorum

Japonya’da ekonomik güvenlik ile ilgili yoğun çalışmalar 2021 yılı Ekiminde başlatıldı. Bu yıl önce bir ekonomik güvenlik kanunu hazırlandı. Kimse sürprizle karşılaşmasın diye kanun taslağı siyasi partilerden başlayarak tüm paydaşların görüşüne açıldı. Herkes taslağı önceden görüp, kanunun genel çerçevesi ve yapılması planlanan düzenlemelerle ilgili görüşlerini taslağı hazırlayanlara iletme imkanına sahip oldu.

Şimdi ne var bunda demeyin, hatırlayın kısa bir süre önce bizim Ticaret Bakanlığı hazırladığı manasız e-ticaret kanunu taslağını kimselerle paylaşmamış, sır gibi saklamıştı. Görüş toplarken bile ortada bir taslak yoktu. Sonra alelacele ortaya öyle bir kanun çıktı ki bakanlığın niye konuyu açıklamadığı anlaşıldı.

Türkiye gibi akran ülkelere göre zaten küçük bir e-ticaret pazarı olan bir ülkede pazarın yakın zamanda büyümesini değil küçülmesini garanti altına alan bir yasal düzenleme yapıldı. Kimse neden diye bile soramadı bakanlık taslağı sır gibi saklayınca. Neyse ki Cumhuriyet Halk Partisi (CHP)  yakınlarda konuyu AYM’ye götürdü iptal istemiyle. Doğrusunu yaptı bana sorarsanız. İyi oldu. Şimdi tartışabiliriz artık.

İşte Japon hükümeti bizim Cumhurbaşkanlığı Kabinesi gibi yapmadı, ekonomik güvenlikle ilgili taslağı tartışmaya açtı, bu amaçla toplantılar düzenledi. İşte bu toplantılarda JKP haricinde herkes yeni kanun çerçevesini desteklediğini açıkladı. JKP ise tasarıya devletin ekonomiye müdahalesini artırdığı ve ekonomik aktörlerin hareket serbestisini doğrudan kısıtladığı için karşı çıktı.

Aynı Mevlana’nın leylekle karga meselindeki gibi hadise, nedir burada ortak özellik?

Peki, ekonomik güvenlik kanunu neler getirdi? Ekonomik güvenlik yaklaşımı dört politika alanına odaklanıyor. Birinci nokta, kritik malzemeyi temin eden arz zincirlerinin güvenliğinin sağlanması. Öncelik semiconductor, çip, teminine yönelik zincirlerin güvenliğinde.  İkinci olarak ise temel altyapının güvenliğinin sağlanması özellikle siber saldırılara karşı uyanık olunması önemli görülüyor. Üçüncüsü kamunun özel sektörler birlikte teknolojik rekabette önemli alanlarda ortak projeler yürütmesi için tedbir alınması. Dördüncüsü ise teknolojik üstünlüğü korumak için seçilmiş bazı teknoloji alanlarındaki Japon patentlerinin gizlilik kaydı ile korunma altına alınması. Ne diyeyim? 2017’de söylenen bugün her yerde yapılıyor.

Doğrusu ya, böyle bakınca ben yeni teknolojilere yönelik iklim değişikliği odaklı kapsamlı bir sanayi politikası çerçevesi görüyorum. İlginç olan nedir? İlginç olan bu alandaki yönlendirici koordinasyon ve planlamayı Sanayi Bakanlığının değil de istihbarat birimlerinin yapıyor olması sanırım. Kaç fırın ekmek yememiz gerekiyor, bilmem anlatabildim mi?

Bu çerçevede, önümüzdeki dokuz ayda arz zincirlerinin güvenliğinin sağlanması ve koruma altına alınacak kritik teknolojilerin belirlenmesi için bakanlıklar arası koordinasyon ekonomi güvenliği bakanlığı tarafından sağlanacak. Patent sisteminin değiştirilmesi ile temel altyapının güvenliği konularıdan atılacak adımların daha fazla vakit alacağı söyleniyor. Siber saldırıların önlenmesi elbette öncelik. Ama bu konuda Rusya artık ne kadar tehlikeli tartışılır doğrusu. Neden? Rusya nitelikli personelini ordular halinde kaybediyor bugünlerde. Önce savaşın getirdiği gündelik zorluklar şimdi de ihtiyatları göreve çağırma kararı. Ben size boş yere, “Sayın Putin” zorda demiyorum herhalde.

Bu arada Japon Sony Tayvanlı TSMC ile ortak Kumamato’da bir çip üretim tesisi kurma konusunda anlaşma imzaladı bile. Sony bu iş için 500 Milyon dolar ayırdığını duyurdu. Şimdi özellikle pil teknolojisi için ve üretimde gereken kritik hammaddeler için tedbir almaya yönelmesi bekleniyor Japonya’nın. Hele bir kamu bütçesinden hangi önceliğe ne kadar kaynak aktarılacağı belli olsun özel sektör zaten üzerine düşeni yapar. Komik olan ortada kamunun öncelikleri olmadan özel sektöre “hadi bakalım” demek. Bizim burada çip işi için başlatılan faaliyetlerin 2018’de “canım bunu üretmeye toptan kaynak ayırmaya ne gerek var şimdi bu Rahip Brunson krizi ortasında hem zaten rahatlıkla parça parça ithal edebiliyoruz çipleri” diye yarım bırakılması da işin bize özgü hazin tarafı zannederim. İşte burnunun ucunu görmemek, dünyadan habersiz olmak böyle oluyor doğrusu. Halbuki Amerikan belgesi 2017’de yayımlandı. Yayımlanmadan önce de tartışıldı falan filan.

Bütün bu ekonomik güvenlik koordinasyonunu Japonlar, Amerika ve Avrupa ile uyum içinde yapıyorlar, onu da ekleyeyim. Ne demiştim? Rusya-Ukrayna savaşında artık denge politikası izlemek mümkün değil. Rusya’nın, Ukrayna’nın bazı bölgelerini kendi kendine ilhak etmesi. Ukrayna’nın NATO üyeliği için başvurması artık denge politikası dönemini tamamen bitirdi.

Şimdi ülkeler iyice ikiye ayrılacak gibi duruyor bu yeni rekabet döneminde. Aynı Mevlana’nın Mesnevi’de anlattığı leylekle karga meseli gibi. Hatırlatayım, mealen: “Kırda bir leylekle, bir karganın birlikte koşup uçtuklarını gördüm. Hayret ettim. Leylek leylekle. Karga kargayla değil. Leylekle karga. Bakalım aralarındaki orta özellik nedir diye onları bir süre izledim. İkisi de topaldı”. Şimdi benzer dertleri olanları benzer meseleleri dert edinenlerle birlikte göreceğiz yakında. Teknolojiyi, sahip oldukları bilgi havuzunu paylaşacaklar. Yalnızca kendi aralarında. Teknolojiyi başkaları ile paylaşabilme ihtimali olanları da aralarına almayacaklar. Şimdi ayrımı demokrasi ve otokrasi diye koyuyorlar ama bana kalırsa, şeffaf olanlarla şeffaf olmayanlar arasında bir ayrım bu. Nerede şeffaflık varsa, orada yolsuzluk ve adam kayırmacılık olamaz. Olsa da hesabı mutlaka sorulur.

Dünyanın her tarafını aynılaştırmak, tek tipleştirmek, serbestleştirmek değil bu kez dert. Farklılığı ön plana çıkartmak. Burası burası, orası orası. Doğrusu göç meselesinin çözümü de buradan gelecek. Dedenin nerede doğduğu senin sahip olduğun haklar açısından belirleyici olacak.  Doğumdan kaynaklanan haklar insan haklarından daha önemli bir nevi olacak. Açlık Oyunları dünyasına doğru gidiyoruz sanki.

Peki, işimiz zor mu seçimden sonra? Hayır. Kural ortada: Türkiye’de ne vakit devleti şeffaflıkla terbiye ettiysek, millet zenginleşti. Yine öyle olmaması için hiç sebep yok. Kriter belli: Devleti yine şeffaflıkla terbiye etmek. Mevcut ekonomik program taklidi yapan epistemolojik-heterodoks-nöro düzenlemeyi unutup titreyip kendimize döndüğümüzde, ne yapmamız gerektiği zaten belli.  Küresel Alman şirketlerine yapılan ankette de gözüküyor doğrusu. Lira’nın değer kaybetmesi ve ekonomik program koşullarının küresel düzeyden gözle görülebilir biçimde farklılaşması şeffaflığın ne kadar önemli olduğunu yine hatırlatıyor. İsterseniz AHK’nın anketine bir bakın. Hadi bakalım, kolay gelsin.

Tüm yazılarını göster