Akşamdan sabaha önemli değişmelerin olduğu, karmaşıklık ve belirsizliklerin artığı bir dönemde yaşıyoruz. Kısa ve orta dönemlerde nelerin değişmeyeceğini, nelerin değişebileceğini iyi yetişmiş bireyler de, ortak aklı öngörme ve önlem almaya odaklamış kurumlar da kestiremiyor. Hiçbir şeyin değişmediği koşullar ile her şeyin değiştiği kaos koşulları arasında yer alan evrenin işleyişinin yasalarını keşfetmek olan bilim de son sözü söyleyemiyor. Böyle bir ortamda, çaresizliğin selinde sürüklenenler ile bilimsel arayışın izini sürdürenler arasında farklılıklar oluşuyor. Gözleyebildiğimiz kadarıyla, “ekosistem odaklı kavrayış” giderek önem kazanıyor; izleme ve gözleme kapitalizminin de merkezine yerleşiyor.
Bu yazıda, “izleme ve gözleme kapitalizmi” diye tanımladığımız yapılanmanın bir yönüne değineceğiz. Bu yeni üretim örgütlenmesi, üretim süreçlerinin uçtan uca eş anlı olarak izlendiği; insanın zihinsel değerlerine ulaşarak “tüketim kalıplarının” yakalandığı ve “rekabet stratejilerinin” izleme, gözleme, yoluyla veri oluşturma, veriyi enformasyona, enformasyonu bilgiye, bilgiden de yeni ürünler ve yeni iş yapma metotları geliştirme üzerine kurulduğu aşamadan geçiyoruz.
İzleme ve gözleme odaklı üretim örgütlenmesinin itici gücünü “ekosistemler etkileşimi” oluşturuyor. Bu nedenle öncelikle ekosistem kavramının bileşenlerinin neler olduğunu kavramalıyız ki, izleme ve gözlemenin yarattığı rekabeti gerektiği gibi kavrayabilelim.
Ron Adner ve Rahul Kapoor’un HBR/ T’nın Kasım 2016 yazılarından yola çıkarak, 3 Mart 2017’de Dünya Gazetesi’nde “Teknoloji ve ekosistemi kavrayanlar kazanacak” başlıklı kapsamlı yazıyı okuyucuyla paylaştık. O ilk yazıdan bugüne, “ekosistem-odaklı iş yapma” metot ve modellerinin önemini anlatan değişik yazılarda düşüncelerimizi paylaştık. İş yaşamında artan karmaşıklığı etkin yönetmek için ekosistem-odaklı düşünme ve çözümler üretmeyle ilgili düşüncelerimizi paylaşmayı sürdüreceğiz.
Son çeyrek yüzyılda, küresel ölçekte adını duyuran telekomünikasyon ve telefon üreticisi Huawei’ nin yöneticisi Ren Zhengfei, ABD firmalarına lisans bakımından ne kadar bağımlı oldukları sorusuna “Huawei bugün ulaştığı noktada, teknoloji üretiminde bir sorun yaşamaz. Arada teknolojik açık varsa, bir boşluk olsa da, onu kısa sürede doldurabiliriz. Bizim için önemli olan ekosistemi oluşturmak ve geliştirmektir. Geldiğimiz aşamada, bütün enerjimizi ekosistemler oluşturma üzerine odaklıyoruz” yanıtını veriyordu.
Türkiye’de de öne çıkan savunma sanayinde iki önemli yönetici kamuoyu bilgilendirmelerinde “ekosistemin önemine” vurgu yaptı. Savunma Sanayi Başkanı İsmail Demir, son yıllardaki atılımın arkasında, millet iradesi ve siyasi iradenin güçlü bir şekilde durmasının etkisi kadar, savunma sanayiyle ilgili kamu şirketlerinin kendi aralarında, kamu şirketlerinin özel kesim şirketleriyle ve yurt dışında ortak iş yaptıkları firmalarla oluşturdukları güçlü bağlantıların ve ekosistem etkileşiminin rolü üzerinde durdu. TUSAŞ Genel Müdürü Temel Kotil de, gelişmenin itici güçlerinden birinin ve en önemlisinin “ekosistem oluşturulması” olduğunun altını çizerek belirtti. Uluslararası düzlemde Harvard Business Review gibi etkin yönetim bilimi dergilerinde, ekosistem kavrayışının işlerin etkin yapılmasındaki önemini anlatan makaleler sıklıkla yayımlanıyor.
Ekosistem kavramının içeriğinde hangi değişkenlere vurgu yapıldığını, içeriğin nasıl doldurulduğunu kavrarsak, ekosistem etkileşiminin üretim örgütlenmesi ve insan yaşamını kolaylaştırıcı zenginlik üretmesindeki etkilerini daha net anlayabiliriz.
Ernst Mayer “Biyoloji Budur” kitabında kavramın gelişimini açıklıyor: Ekosistem kavramı 20’nci yüzyılın ilk yarasında piyasaya sunulmuştur. Kavramı ilk kez kullanan İngiliz bitki biyoloğu G.A. Tansley’dır. Tansley, 1935yılında bir yazısında “ekosistem” den söz etmiştir. R. Lindman, Tansley’in önerisinden yedi yıl sonra ekosistemi “enerji sistemindeki dönüşümün rolü” bağlamıyla ele almıştır. Bir ekolog da, “ekosistem, enerji ve maddenin canlı ortamı ve etkinlikleri aracılığıyla dolaşımını, dönüşümünü ve birikimini içerir” diye betimlemiştir. Ernst Mayer’e göre de ekosistem, “Birlik içindeki organizmaları ve onların çevrelerindeki fiziksel etkenleri kapsayan tüm sistemleri içirir.” Ming Zeng, ekosistem dendiğinde, “çevresiyle birlikte etkileşimde bulunan yapıları” anlamak gerektiğini söyler.
Ekosistemi, birden fazla sektöre yayılan ve yönetilen bir ağ olarak tanımlayanlar da var.
Martin Ihrig ve lan C. McMillan ekosistemi, güçlü ve etkin bağlantıları olan paydaşların etkileşim içinde olduğu bütün etkinlikleri kapsadığını belirtir.
Tim G. Benton ve arkadaşları, insanlık çevreyi düzenlemek ve yaşanabilir bir gezegeni sürdürmek için doğal sistemlere bel bağlandığına işaret eder. Benton’a göre, kilit gezegen süreçlerine ortaklaşa katkıda bulunan ve onları destekleyen birçok tür, birbiriyle etkileşen bireysel organizmalardan oluşan “ekosistemler” oluşturur: Kara ve deniz sistemleri her yıl atmosferdeki karbon emisyonunun yüzde 60’ını ortadan kaldırmakta; bu nedenle dünyanın yüzey sıcaklığının düzenlenmesinde çok önemli rol oynamaktadır. Ekosistemler, olumsuz hava koşullarını dengelemeye de yardımcı olmakta; iklim değişikliğine karşı direnç sağlamaktadır. Yer yüzünde doğal olarak oluşan ekolojik süreçler, insanlığın bağlı olduğu hava, su ve toprak kalitesinin sürdürülmesini destekler. Ekosistemler, yaşamı mümkün kılan koşulları yaratmanın yanı sıra, gıda, yakıt, ilaçlar, barınak gibi hayatin sürdürülmesinde kritik birçok nesnenin de kaynağıdır. Süreçler ve ürünler birlikte “ekosistem hizmetleri” ya da “doğanın insana katkıları” olarak bilinir.
Türker Kılıç “bağlantısal bütünsellik” kavramıyla, bilimsel temelin, onu oluşturan parçalar olmadığını, parçaların birbiriyle olan ilişkisini anlatır, “Her yaşam ‘bütünlüğü’ bir başka yaşam bütünlüğünün parçasıdır” bakışının, geleceğin bilim metodu olacağını belirtir.
Tanımlarda, ekosistem kavramına yüklenen değerlerin çeşitliliğine rağmen ana fikrin birden çok unsurun bağlantısını, iletişimini ve etkileşimini öne çıkarmaktadır. Karmaşıklık çağının sorunlarına çözüm üretmede, iş dünyası yöneticilerinin, ekosistem odaklı bakış açısının neresinde durduğunu sorgulamaya çalışıyoruz.
Bağlantılar, iletişim ve etkileşim avcı-toplayıcı toplumda, tarım toplumunda, sanayi toplumunda da vardı. Bugün, uzayın derinliklerine de atomaltı parçacıklara da insanoğlu sistemli biçimde erişerek, gelişmeleri izleyebilmekte ve gözlemlerinden yasa ve kulları tanımlayabilmektedir.
Bugün en küçük işletmelerden devlet düzeyindeki örgütlenmelere kadar, mal ve hizmet üretiminde var olmak, varlığımızı korumak ve uzun dönemli geleceğimizi güven altına almak için “gerek şart” izlemedir. Yeter şart izleme ve gözleme sonuçlarını veriye dönüştürmek, işe yarar verilerden yeni ürün ve yeni iş yapma metotları geliştirerek kendini yeniden üretmeyi güven altına almaktır.
Bilim ve teknolojinin potansiyelleri “izleme ve gözleme kapasitelerini” artırdıkça, maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırma da bu iki etkinliğe sıkı sıkıya bağımlı hale gelmektedir.
Şimdi temel soru şu: Bağlantıların arttığı, iletişim ve etkileşimin temel girdi haline geldiği, işbirliklerinin yeniden yapılandığı izleme ve gözleme kapitalizminde ne yapacağımızı yeterinde sorguluyor muyuz? Sorgulamıyorsak işimiz çok zor olacak, çok zor.