(Şimdi ne olacak)
Son iki yazımı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda (İYUK) “adalete ulaşma” açısından yapılması gerekenlere ayırmıştım. Ancak geçen hafta yayımlanan bir Anayasa Mahkemesi (AYM) Kararı dolayısıyla bu yazımı da bu konuya ayırmama yol açtı.
Ancak önce, kanuna eklenmesi gereken bir önemli konuya daha değinmem gerekiyor. Bu da tarafların konusunda uzman kişilerden alacağı hukuki mütalaaları mahkemelere sunma hakkının kanunda yer alması gereğidir. Nitekim Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 293. maddesi ile taraflara dava konusu ile ilgili olarak “uzmanından bilimsel mütalaa” alarak mahkemelere sunma hakkı tanınmış, aynı hak Ceza Muhakemeleri Kanunu’nun 67. maddesinde de hem savcıya hem de şüpheli veya sanığa da tanınmıştır. Böyle bir hakka İYUK’da yer verilmemiş olması, usul kanunları arasında bir gereksiz farklılaşmaya yol açmaktadır. Bilimsel mütalaa kurumu, günümüzde bilirkişilere ve/veya hâkimlere yardımcı ve yol açıcı bir müessesedir. Aynı şekilde istinaf veya temyiz başvurularında da mahkemelerin kararlarının bilimsel açıdan irdelenmesini sağlamaktadır. İYUK’ta da bu eksikliğin giderilmesi gerekmektedir. Bilimsel mütalaa kurumu giderek, mütalaa yazanların bunları yayınlamaları ile birlikte doktrine de katkı sağlamaktadır.
Gelelim sözünü ettiğim AYM Kararı’na. AYM, E.2023/36 K.2023/142 sayı ve 26.7.2023 tarihli Kararı ile önceki yazılarımda da yazdığım gibi, temyiz sınırlarının dava açılış tarihi değil de karar tarihlerine göre saptanmasına yol açan düzenlemeyi (md.46/1b) iptal etti. AYM, önceki pek çok yazımda da vurguladığım gibi, temyiz başvuruları için bir sınır getirilmesini eleştiri konusu yapmamış, ancak kuralın uygulama koşullarının net ve tereddüde yer vermeyecek şekilde düzenlenmemiş olduğunu, bu sebeple de Anayasa’ya aykırı uygulamaya sebebiyet verdiğine işaret etmiştir. Ancak Anayasa Mahkemesi belirlilik ve ölçülülük ilkeleri açısından konuya yaklaşırken tabii hâkim ilkesine göre değerlendirmeyi ikinci plânda bırakmıştır.
Aslında bu soruna, yorumuyla Danıştay yol açmıştır. Danıştay, iptal edilen hükmü Anayasa doğrultusunda yorumlamamış, kendi iş yükünü azaltacak şekilde yorumlayarak, olabildiğince temyiz yoluna gelecek dosya sayısını azaltmayı amaçlamış, ortaya çıkan sonuç ise Anayasa ilkelerinin ihlali olarak karşımıza çıkmıştır. Oysa ki kanun hükümlerinin olabildiğince Anayasal ilkeler doğrultusunda ve kişilerin haklarının yaşama aktarılmasına elverişli olacak şekilde yorumlanmasının asıl olması gerekir.
Anayasa Mahkemesi, benimde eski yazılarımda çokça değindiğim iki şeyi daha söylemektedir. Bunlardan birincisinde, “mevcut düzenlemenin Danıştay’ın iş yükünü azaltmak amacını taşıdığını” belirtmektedir. Yani iş yükünü azaltma ve yargıyı hızlandırma adına hukuk ilkelerinin arkaya itildiğini vurgulamaktadır. İkinci olarak, geçen yazımda da belirttiğim gibi, istinaf mahkemesince ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden karar verilen hallerde bu kararın gözden geçirilmesini talep etme yolunun parasal sınırla kaldırılmasının, kişiler nezdinde orantısız ve aşırı bir haksızlık yarattığı vurgulanmaktadır.
Bu konuda artık önemli olan, bundan sonrasıdır. Burada da iki konu önem taşımaktadır. Birincisi AYM Kararı’nın yürürlüğe gireceği süre içerisinde nasıl bir yasal düzenleme yapılabileceğidir. Bu konuda bence yasa koyucuya düşen, yeniden ihdas edilecek parasal sınırların davanın açılış tarihine göre uygulanacağını belirten bir düzenleme yapmaktır. Eğer parasal sınırların mahkemelerin karar tarihlerine göre uygulanacağı yönünde bir düzenleme yapılırsa, yine Anayasa’ya aykırılık iddiası gündeme gelecektir. Öte yandan düzenlemenin, istinaf mahkemelerince vergi mahkemesi kaldırılarak karar verilen hallerde, bu karara karşı temyiz yolunun, temyiz konusundaki parasal sınıra bakılmaksızın açık tutması gerekmektedir.
İkinci önem taşıyan konu ise yasa koyucu düzenleme yapıncaya kadar veya düzenleme yapmazsa konusu 581 bin lirayı aşan davalarda istinaf mahkemelerinin nasıl bir yol izleyeceğidir. Burada da üç ihtimal söz konusudur. Birinci ihtimal istinaf mahkemelerinin 9 ay boyunca mevcut düzenlemeyi aynen uygulamalarıdır. İkinci ihtimal, istinaf mahkemelerinin, bu tutarı aşan davalarda temyiz yolunu açan hükmün iptali ve yargılamada Anayasaya aykırılığı sabit bir hükme dayanarak karar veremeyecekleri gerekçesiyle, bütün kararlarını “temyiz yolu kapalı olmak üzere” vermeleridir. Tabii ki bu sonuçta temyize açık olacaktır. Son ihtimal ise istinaf mahkemelerinin, AYM Kararı’nın yürürlüğe gireceği süreye kadar, kanun hükmünü AYM Kararı doğrultusunda yorumlayarak uygulamalarıdır. Bir başka deyişle davanın açılış tarihi itibariyle geçerli parasal sınırlara bakarak temyiz yolunun açık veya kapalı olduğuna karar vermeleridir. Burada da bu yorumun Danıştay tarafından nasıl değerlendireceği sorusu karşımıza çıkmaktadır.
Adalet Bakanlığı web sayfasına göre 9 Bölge İdare Mahkemesi kapsamında 26 adet Vergi Dava Dairesi vardır. Bu da yukarıda aktardığımız konuda bir içtihat birliğinin bir süreliğine kolay sağlanamayacağını göstermektedir. Bu nedenle de kanun koyucunun bir an önce bu sorunu/boşluğu giderici bir düzenleme yapması gerekmektedir.