İTÜ ARI Teknokent’le Samsun’a çıkmak lazım

Kerem ÖZDEMİR KEREM İLE İŞİN ASLI

Bu yazıyı Mustafa Kemal Paşa ve maiyetinin Samsun’a çıkmasının 105 sene sonrasında yazarken önemli olduğunu düşündüğüm birkaç noktaya temas etmek istiyorum. Bu noktaların buluştuğu yer, etki yaratmak. Etki yaratmak ise, fark edilen bir konu ile ilgili bilim, teknoloji ve sanatı yaratmayı beraberinde getiriyor.

En son, İş Bankası sponsor olup da İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) liderliğinde Arktika’ya keşif gezisi düzenlendiğinde umutlanmıştım, bunun çizgi romanını yaparlar diye. Çocukların hala çizgi romanlara ilgisi var mı bilmiyorum ama bu yolculuğun çizgi roman, çizgi film ya da animasyonunun yapılması, öğrenilenlerin anlaşılır kılınması ve hafızaya kazınması için gerekliydi. Takip ettiğim kadarıyla yapılmadı.

Bu tür üretimleri yapmayı başarmak, ülkelerin yaptıklarından elde ettiklerinin toplumsal belleğe yazılması açısından önem taşıyor. Bunu yapamayan toplumların bireyleri neye neden sahip olduklarını anlamayıp sahip olduklarını da riske atıyorlar. Aksi durumda ise, varlık nedeninizle ilgili bir fikre sahip oluyorsunuz.

Benim okuduğum okullardan Kadıköy Anadolu Lisesi’nin simgesi martıdır ve bizim zihnimizde Richard Bach’ın Jonathan Livingston Seagull ya da Türkçe çevirisindeki adıyla Martı adlı eseri ile yerleşmiştir. Sıradan bir hayat süren diğer martıların aksine Jonathan Livingston zamanını rüzgârları keşfetme çabasıyla geçirir ve bugün hava akımları ile yükselen martıların kültürünü yaratır. Ortaokul’da derste okuduğumuz bu kitap bir kimlik oluşturduğu için çizgi roman tarzı bir ürün üzerinde duruyorum. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) okurken simgemiz olan arı ile ilgili böyle bir anım yok.

Ancak üniversiteden mezun olmamdan 10 yıl kadar sonra 2005’te İTÜ ARI Teknokent’teki Mynet’in bünyesinde bir startup kurarken oluşmuş bir hikâyem var. Ben dahil üç kişilik bir ekiple kurduğumuz Teknolatte.com, birkaç ay içinde referans noktası haline geldi. Bunu yapmamızı sağlayan belirli bir ihtiyacı keşfedip ona göre bir model kurgulamamız oldu.

İnsanlar elektronik cihazları seçmek için bir kaynağa ihtiyaç duyuyordu; ben bunun farklı boyutlarda modellendiği bir sistem kurdum. Kategori dizilerimizden biri; evde, işte, yolda ve okula sekmelerinden oluşan kullanım yeri sınıflamasıydı ve o zaman için ihtiyacı karşılıyordu. Bir diğeri, kadın, erkek ve çocuk şeklindeydi. Bu kategori dizisi ise, biri hediye olarak ya da ihtiyaç gidermek üzere bir diğeri için ürün alırken ortaya çıkan ihtiyacı karşılıyordu. İnsanlara ihtiyaçlarını karşılamaları için bir kaynak sunuyorduk ve bu tuttu. Üstelik bütün bu ayrıntılandırmaları ve listelemeyi tek bir yere girdiğimiz içeriği, diğer sekmelere linkleyerek yapıyorduk.

Mynet’te o dönemde biz, Mynet Haber ekibi ile birlikte içerik üreten ekip olarak Ar-Ge personeli kabul edilmiyorduk. Zaten iş konuşurken de ana soru “günde kaç haber girersiniz” oluyordu. Ancak biz orada içerik yönetimini değiştiriyorduk. Kopyalayarak bir işbirliği için platform yaratmamız istenen uluslararası bir devi kopyalamak yerine kendi yolumuzu çizerek üst segmentte planlanmayan bir trafik almayı başardık.

Düşünsel inovasyon ile yerel koşullarda hız yaratmak mümkün

Bunu yaparken de yine inovatif bir yöntemle hız yarattık. Teknik servis benim tasarladığım portal altyapısını kurmak için testler ile birlikte dokuz ay gerektiğini söylerken ben Mynet portalinde ilgi görmeyen bir sekmenin bize tahsis edilmesini ve portal hazırlanana kadar öyle çalışmayı önerdim. Bu sırada bu işin para getirmeyeceğini düşünen bazı yöneticiler, portali ücretsiz “php” altyapısı üzerine kurmamızı isterken yönetim bize altyapı bütçesi ayırdı ve asp olarak kurguladık. O sırada benimle daha fazla uğraşmamak için yeni gelen ve ne yapabildiğini bilmedikleri bir yazılımcıyı “test etmek üzere” bana tahsis ettiler. Bu arkadaş düşündüklerinden çok çok iyiydi ve zaten biraz konuşsalardı bunu anlarlardı. Bizi “iki gıcık tip” olarak baş başa bıraksalar da, biz mükemmel bir uyum gösterdik ve tek ekrana sığan admin ekranı da dahil olmak üzere her istediğim yapıldı. Bu arkadaş, bizim işin tamamlanmasının hemen ardından büyük bir havayolu şirketinin üç boyutlu harita üzerindeki animasyonlarını yapmak üzere işten ayrıldı. Şimdi tam hatırlamıyorum ama ya o kadar iyiydi ki çocuğu havada kaptılar ya da bu teklif daha önceden yapılmıştı ama gitmek için bizim işin tamamlanmasını beklemişti. Ve bunların hiçbiri bizim Ar-Ge personeli kabul edilmemizi getirmiyordu.

O dönemde işbirliği hedeflenen global dev ile benim de katıldığım görüşmede kendi modelimizi onlara anlattık. Onlar bize KOBİ içeriklerini vermek istiyorlardı çünkü Türkiye’deki şirketlerin büyüklüğü ABD’deki KOBİ’lere daha yakındı ve bu içerik onlar için daha yararlı olabilirdi. Ancak ABD’deki KOBİ’lerin yaptıklarının mantığı ile bizim şirketleri beslemeye çalışmak bir medya hezimeti yaratacak olduğu için ben bunu istemedim. Benim istediğim, dışarıdan çekilen tüketici deneyimi videolarını telif ödedikleri için onlar veremedi. Bir süre sonra ben ayrıldım ve yeni bir işte çalışmaya başladım. Bir fuar için Barcelona’ya gittiğimde, ilk olarak basılı yayına geçen bu uluslararası oyuncunun dergisinin editör yazısında o akşam uluslararası pazarlama müdürüne anlattığımız konular, tüketici elektroniğinde takip edilmesi gereken yeni yaklaşımlar olarak anlatılıyordu ve ölçeği düşünüldüğünde tabii ki çok etkiliydi. Digitopia’nın bu sene gerçekleştirdiği yedinci çalıştayının temasını da oluşturan “impact” ya da etki yaratma konusunda Microsoft Türkiye ve Turkcell’in eski genel müdürü Süreyya Ciliv ile İTÜ’nün önemli isimlerinden Prof Dr. Celal Şengör’e kulak vermek gerekiyor. Ciliv, Microsoft’un Build AI etkinliğindeki panelde en zevkli deneyiminin Turkcell genel müdürlüğü olduğunu ve bunu sağlayanın yurtdışı operasyonlarla birlikte 78 milyon müşteriye dokunan operasyonda yarattıkları etki olduğunu söylüyordu. Şengör ise, İTÜ’nün ilk haliyle 1773’te kurulmasının Osmanlı donanmasının 1770’de Ruslar tarafından Çeşme’de yakılmasının sonucu olduğunu anlatıyor. Osmanlı, Rusların Ege’de Osmanlı donanmasını yakmasının olacak iş olmadığına inanırken bu inancı yüzünden donanmasını kaybedince hem kaybı yerine koymak hem de işi bilen kişiler yetiştirmek için İTÜ’yü o zamanki adıyla Mühendishane-i Bahr-i Hümayun adıyla kuruyor. Bunu anlatan Şengör bir başka reels videosunda, İTÜ’nün toplumsal etki yaratmaktan uzak kaldığını söylüyor. Burada uzağı yakın kılmayı sağlayan “Samsun’a çıkmak” olacaktır. Bunu açıklayayım.

Alışkanlık haline getirdiklerimizi yıkmayı bilmeliyiz

Gazi Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkması ve ardından yarattığı etkinin nedeni, ülkede zaten başlamış fakat lokal olan hareketleri bir araya getirip üst bir noktada yeniden organize etmesi olmuştur. Bunu yaparken deneyimini sahaya yayan Gazi Mustafa Kemal, akışın yönünü değiştirmiş ve bunu yaparken de askerliği kadar kültüründen gelen birikimini kullanmıştır.

Şu anda bunu teknoloji ile yapmamız ve startup’ların geliştirdiklerini ülkenin ihtiyacını karşılamak ve rekabet gücünü artırmak için ülkenin üretici güçlerinin iş modellerine entegre etmemiz gerekiyor. Bunun ayırt edici boyutu, Samsun’a çıkmak yani problem çözmek için sahada yer almaktır. Problem şudur: Teknoparklarda teknoloji geliştiren startup’ların geliştirdiği teknoloji üretime dönüşmemektedir. Bunun nedeni teknoparklarda prototipleme yapılmasına karşın üretim yapılmasının mümkün olmaması. Aynı şekilde üniversitede yapılan araştırma bir şirket tarafından fonlansa bile ortaya çıkan patent üniversitenin malı oluyor ve bu da sınai kalkınmanın önüne ket vuruyor.

Bunun yarattığı alışkanlıklar, durumun kendisinden daha büyük bir tehdit yaratıyor. Pazarama Yönetim Kurulu Başkanı Yalçın Sezen, bugünlerde yaptığı okumalarda “habituation” yani alışkanlık haline getirme kavramının ilgisini çektiğini anlattı. Bu anladığım kadarıyla değişim yaşanan dönemlerde insan ve kurumların iyi bildikleri ve kendilerini güvende hissettikleri şeylere odaklanarak değişimin parçası olmaktan uzaklaştıklarına işaret ediyor. Uzun konuşma fırsatımız olsa iyi olur yoksa biz de habituation’ın parçası olacağız.

İTÜ ARI Teknokent için söz konusu olan durum da bu. İTÜ ARI Teknokent Genel Müdürü Attila Dikbaş ile son dönemdeki buluşmalarımızda hep başarıları konuşuyoruz ve Türkiye’deki sanayi ile akademideki teknoloji arasında köprü kurma konusu yarım kalıyor. İçeride geliştirme yapan gençler sağlanan ortamdan memnun ve enerjik bir biçimde işlerine odaklanıyor ancak işte tam da bu üst noktadayken durumu sorgulamayı bilmek gerekiyor.

Attila Hoca “2020 yılından bu yana ciromuz TL cinsinden 6 kat büyüdü, ülke ekonomisine sunduğumuz katkılardan mutluluk duyuyoruz. İhracatımız ise dolar cinsinden büyüklüğünü korudu, lira cinsinden 3,5 kat arttı” diyerek başarının finansal başarıda ulaştıkları noktayı ve Türkiye’nin lira cinsinden başarısını döviz cinsine çeviremediği yeni modelini aşılamadığını gösteriyor. Bir diğer önemli zamanlama göstergesi daha var. İTÜ Çekirdek’in Mayıs 2023’te İsveç Merkezli araştırma kuruluşu UBI Global tarafından 94 ülkede 1895'den fazla kuluçka ve hızlandırma merkezinin karşılaştırıldığı kategoride ‘’Dünyanın en iyi üniversite kuluçka merkezi’’ seçilmesi artık yumurtadan çıkan kuşların uçuş yöntemlerini konuşma zamanının geldiğini gösteriyor. Başvuru sayıları, mentor, destekçi ve eğitmen havuzları, girişimcilere sağlanan hizmetler, başarılı girişimci sayıları, yaratılan istihdam, yatırım ve ciro gibi kriterlerin ele alındığı değerlendirmede İTÜ Çekirdek’in skorları “bu kadar iyi olabilir mi” diye şaşkınlıkla değerlendiriliyor.  

UBI Global’in 7 ana başlık, 21 alt başlık üzerinden yaptığı kapsamlı değerlendirmenin sonucu İTÜ Çekirdek’e de yeni bir rol yüklemeyi gerektiriyor.

Bu sorgulama bana şunu söyletiyor: Şu andaki model bana öğrenim sürecinden çıkıp da çalışmaya başlayamayan öğrencileri çağrıştırıyor. Daha vahimi, şu andaki modelin gayrimenkul şirketlerinin bir yerde “gayrimenkul geliştirme” cazip terimi ile inşaat yapıp sonra bunları satmasından farkı yok. Güçlüyken bu sorunu ele almazsak, değer yaratmaktan uzak olan bu sistemin kırıldığı noktadan sonra yapacağımız kahramanlıkların bir anlamı olmayacak.  

Tüm yazılarını göster