Türkiye bir süredir ithalatı tartışıyor. Aslında ithalat rahatsızlığı yeni bir durum değil. Bundan 10 yıl önce de yine bu konu tartışılıyordu. Hatta o zaman ithalat bağımlılığını kalıcı şekilde azaltmayı da hedefleyen Girdi Tedarik Stratejisi ve Eylem Planı oluşturulmuştu. Oldukça kapsamlı ve ümit vericiydi. Aradan yıllar geçti, hala aynı konuyu tartışıyoruz. Paradigmayı değiştirmekten söz ediyoruz. Gecen hafta sohbet ettiğim ve uzun yıllar ihracatın içinde olan bir isim “Rekabet ettiğini üret, edemediğini bırak başkası üretsin, sen ithal et” anlayışının terk edilmekte olduğunu söyledi. İthalatı yerli üretim ile ikame etmek mümkün mü? Soruyu cevaplamak için önce neleri ithal ettiğimize bakmak lazım.
Son açıklanan verilere göre toplam ithalatın yüzde 90’ını sermaye ve ara malları oluşturuyor. Yani üretimde kullanılan girdiler. Şampuan, deterjan, gıda gibi tüketim mallarının payı sadece yüzde 10. Bu oranlar yıllardır aşağı yukarı aynı. Türkiye ağırlıklı olarak kimyasal madde ve ürünleri, enerji, makine-teçhizat ve ana metal alıyor. Yani tüketmek için değil üretmek için ithal ediyor. Bu nedenle ithal girdi kullanımına büyük bir ayıp gözüyle bakıp, duygusal yaklaşmak doğru olmaz. İthal girdi kullanımı bir zorunluluk değil, ekonomik seçimdi. Hakkını vermek lazım; ucuz ve kaliteli ithal girdiler sayesinde Türkiye hem üretim hem de ihracat kapasitesini artırdı. Toplam verimliliği yükseltti. Avantajlı olduğumuz bazı alanlarda uzmanlaşmanın ve etkin kaynak dağılımının önünü açtı. Ancak ekonomide kırılganlıklar da yarattı. Dış şoklara açık hale getirdi. TL’nin istikrarsızlaştığı dönemlerde enflasyonu artıran bir maliyet unsuru haline geldi, istihdam kayıplarına yol açtı.
Şimdi bu sorunları aşmaya çalışıyoruz ama kolay değil. Eğer dışarıdan ithal edilen girdileri içeriden daha ucuza tedarik edemezsek enflasyon sorunu; aynı kalitede sağlayamazsak verimlilik sorunu yaşarız. İthal ettiğimiz malların yüzde 56’sını yüksek teknolojili ürünler oluşturuyor. Bunların bazılarını içeride uygun maliyet ile üretecek yapıya henüz sahip değiliz. Paradigma değişimi bu noktada başlamalı. Türkiye’nin uygun teşvik politikalarının da desteğiyle teknoloji sıçraması yapması gerekiyor. Enerji ve bazı hammadelerin kısa ve orta vadede ikamesi mümkün değil. Oysa imalat sanayiinde kullanılan bazı yarı işlenmiş ve işlenmiş ürünleri içeride üretmek mümkün. Ancak buradaki kritik nokta üretim maliyeti. Eğer ithalattan daha pahalıya üretiliyorsa sürdürülebilir bir ikameden söz etmek mümkün olmaz. O nedenle başarılı birçok ülke örneğinde olduğu gibi geçiş döneminde ortaya çıkacak maliyet artışının kamu tarafından sübvanse edilmesi ve uygun politikalarla desteklenmesi gerekiyor. Bu kapsamda, şu ana kadar uygulamaya konulmuş olan stratejik yatırım, öncelikli yatırım ve bazı proje bazlı desteklerinin etkinliğinin de gözden geçirilmesi gerekiyor. Sorunu sadece teşvik mekanizmaları ile çözmek de mümkün değildir. Yatırım ortamını iyileştirmek, hukuktan eğitime kadar birçok alanda süratle iyileştirmeler yapıp, istikrar ve güven kazandırıcı politikaları uygulamak gerçek paradigma değişikliğini getirecektir.