İtalyan seçimlerinin sonuçları endişe ile beklenmekteydi. Kamuoyu araştırmalarının İtalyan Kardeşler Partisi’nin seçimin muhtemel galibi olduğunu tahmin etmelerine rağmen, kimse İtalyanların tarihin lanetlediği Mussolini’nin mirasını temsil eden bir partiye oy vereceklerine inanmak istemiyordu. Sonuçlar kamuoyu yoklamalarını doğrulamış bulunuyor. İtalyanlar Giorgia Meloni önderliğinde yeni bir hükümete kavuşacaklar. Mario Draghi hükümetinin İtalyan iç ve dış politikasını kavuşturduğu istikrardan sonra uzmanlar yeni hükümetin neler getireceğini tahmin etmekte güçlük çekiyorlar. Ancak başlangıçta hemen belli olan şeyler arasında Italya’nın gerek AB, gerek Fransa ile yürüttüğü dostane ilişkilerde önemli değişikliklerin gerçekleşeceğidir. Bayan Meloni Fransa’yı sertçe eleştirmekle yetinmemekte, Macaristan ve Polonya’ya da dostane yaklaşmaktadır. Bunun uygulamadaki sonucu kendisinin Avrupa bütünleşmesini güçlendiren çabalardan uzak durması ve demokratik değerlerin gözetilmesine de fazla ağırlık tanımamasıdır.
Bir partinin neler yapacağına ilişkin vaatleri ile iktidarda yapacakları her zaman birbirinden farklı olur. Seçimi kazanmak için yürütülen kampanyalarda her cenahtan seçmeni memnun etmek için yerine getirilmesi zor olan vaatlerde bulunulabilir, işlerin mevcut kadrolardan çok farklı yürütüleceğine ilişkin abartılı sözler verilebilir. Parti iktidara gelince, eldeki imkanların bütün vaatleri yerine getirecek büyüklükte olmadığı hemen ortaya çıkar. Ayrıca, muhtelif sebeplerden, siyasette değişiklik yapmanın pek de olay olmayacağı görülür. Örneğin, görevi bırakan hükümetin değiştirilmesi mümkün olmayan ya da değiştirilmesi çok pahalıya patlayacak taahhütleri, yapılmak istenenleri sınırlayabilir. Ya da, istihbarat kaynaklı ve sır nitelikli olanlar dahil, hükümetin edindiği bilgiler icraatını sınırlayabilir veya görüşlerini değiştirmesine yol açabilir. Bunlara ilaveten, partiyi iktidara getiren farklı seçmen kesimlerinin çelişen bekleyişleri uzlaşmacı arayışlara veya bir tarafın tercih edilmesine yol açabilir. Tabii, başka nedenler de akla gelebilir.
Yeni hükümetin siyaset alanında ne gibi değişiklikler getireceğini kestiremesek de, siyasetin marjlarında konumlanan bir siyasi hareketin nasıl olup da yükseldiğini ve İtalya’da çoğunluk partisi olduğunu sorgulayabiliriz. Değerlendirmemize, önce İtalya’da yaşanan olayın özgün olmadığını saptayarak başlayalım. Sağ ve daha düşük oranda da sol radikal popülizm gerek Avrupa’da gerek dünyanın diğer yörelerinde yaygınlaşmaktadır. Bu olgu, siyasi seçkinlerin bekleyişlerine cevap vermemesine karşı kitlelerin tepkisi olarak görülebilir. Seçkinlerin kendi çıkarlarını kolladıkları, sıradan insanların dertleriyle ilgilenmediklerine ilişkin yaygın bir tatminsizlik var. Bu tür tepkiler tamamen haklı olmayabilir çünkü seçkinler dünyada gerçekleşen ve kendi toplumlarını etkileyen her türlü gelişmeyi denetleme gücüne sahip değiller. Bununla birlikte, zaman içinde kendi çıkarlarını daha fazla kollamaya yöneldikleri ve bundan dolayı kitlelerin beklenebilecek tepkilerine muhatap oldukları söylenebilir.
Daha somut olarak İtalya’yı ele alacak olursak, özellikle iki gelişme İtalyan kamuoyu tarafından rahatsız edici bulunuyor. İlkin İtalya AB’ye dönük kanunsuz göçün ana hedeflerinden birini teşkil etmektedir. Günümüzde hiçbir Avrupa ülkesi göçmen kabul etmeye yatkın değil. AB, Türkiye ile anlaşarak kendisine yönelik kanunsuz göçün ana kaynaklarından birini denetim altına almaya yönelmiştir. Gerçekleştirilmesi zor olmakla birlikte, bir anlaşma imzalanmıştır ve bu bölgeden kaynaklanan göçte önemli azalma olmuştur. Buna karşılık, İtalya Kuzey Afrika’ya en yakın ülke olduğundan her gün tekneler dolusu göçmen İtalyan sahillerine doğru yelken açıyor. AB konuyu sahiplenmekten uzak durmuş, konuyu adeta İtalya’ya özgü bir soruna indirgemek istemiştir. Anlaşılabilir nedenlerle, İtalyanlar ortaklarının sergilediği duyarsızlıktan tatminsizlik duyuyorlar. Dünyanın her yerindeki sağ popülist hareketler, özellikle kuralsız, sistemsiz ve geldikleri toplumların kültürüyle uyum sağlayamayan göçü kolaylıkla hedef ittihaz edebiliyorlar.
İkinci gelişme ise çoğu İtalyanları tatminsizliğe iten, ülkelerinin AB içindeki konumudur. İtalya (ve herhalde İspanya) kendilerini Fransa ile benzer bir düzeye konuşlandırmaktaysa da, Fransa tarafından ikinci katmana ait ülkeler olarak görülmektedirler. Fransa kendisini Almanya ile birlikte AB’nin mimarı olarak görmekte, İtalya gibi ülkelerin Fransız liderliğini kabul etmesini beklemektedir. Kendisinin büyük bir ülke olduğuna, dolayısıyla AB dışında da çıkarları olduğuna inanmakta, buna karşılık İtalya gibi “sıradan” üyelerin AB çerçevesine bağlı kalmaları gerektiğini düşünmektedir. Bayan Meloni, bu Fransız yaklaşımına ilişkin duygularını pek de diplomatik olmayan bir üslupla şimdiden dile getirmiş bulunuyor.
İtalyan seçimlerinin sonuçları Avrupa siyasal hayatına gelmekte olan değişmelerin işaretini veriyor. Erken denilebilecek bu aşamada, şu veya bu konuda tahminler yapmakta acele etmesek de, önemli değişimler gerçekleşeceğinden kuşku duymamak gerekir. Bu bağlamda, hükümetlerin radikal sağ hareketlerin seçimlerdeki başarısının nereden kaynaklandığını, kendilerinin neleri yanlış yaptığını sorgulamalarının zamanı gelmiş bulunuyor.