İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üye olmalarının gündeme girdiğinden beri, ülkemiz bu ülkelerin Türkiye’nin güvenlik endişeleri karşısında geçmişe göre çok daha hassas davranmaları gerektiğini vurgulamıştır. Bu ülkelere üyelik daveti yapılması söz konusu olduğunda, Türkiye’nin davete itiraz etme olasılığı bilindiğinden, her iki ülke de Türkiye’nin rızasını almak karşılığında onun endişeleriyle ilgileneceklerini vaat ettiler.
Üyeliğe giden yolun zorluklarla dolu olduğu görülüyor. Macaristan kendine özgü nedenlerle İsveç ve Finlandiya’nın üyeliklerine itiraz etmişse de, şimdi itirazlarının karşılandığı ve vetosunu kaldırmaya karar verdiği anlaşılıyor. Buna karşılık Türkiye evet demeden önce kendisine verilen sözlerin ve taahhütlerin yerine getirilmesini istemektedir. İsveç ve Finlandiya ise işleri yavaştan alıyor. Başlangıçtan itibaren sorunun Finlandiya’dan değil, daha ziyade İsveç’ten kaynaklandığı bilinmektedir. Türkiye’ye silah ve askeri malzeme ihracını sınırlaması bir yana, İsveç Türkiye’yi hedef alan terör hareketlerinin önemli bir destekçisi olarak nitelendirilmektedir. Bu ülke sadece terör hareketlerine ve bunların üyelerine ev sahipliği yapmakla değil, aynı zamanda ülke dışındakilerin desteklenmesine göz yummakla suçlanmaktadır.
Koşullar olağan olsa, Türkiye’nin ithamlarının doğru olması durumunda, İsveç’in Türk endişelerini vakit kaybetmeksizin gidermesi beklenirdi. Peki sorun nedir? İsveç’in Türkiye’ye karşı sergilediği davranışları şekillendiren birbiri ile bağlantılı iki algıdan söz edilmesi mümkün. İlkin, İsveç kendisini ülkeleriyle sorunları olup oralarda cezalandırılmaları muhtemel olan kişilerin sığınabileceği, özgürce yaşayarak geldikleri ülkelerde güdemedikleri davaları güdebilecekleri bir özgürlük ve demokrasi ülkesi olarak görmektedir. Böyle bir algı hayranlık uyandırabilirse de, sorunludur. Hayatlarının daha erken bir döneminde suç işlemiş olsalar dahi, İsveç devleti böyle kişilerden bazılarına ciddi bir tahkikat yapmadan vatandaşlık vermekte, böylece onları devlet koruması altına almaktadır. Bazı İsveçli politikacılar da böyle kişileri savunmayı kendilerine iş edinmektedirler. Bu kişilerden bazıları durmaksızın geldikleri ülkelerin aleyhine faaliyetler yürütmektedirler. Bu tür faaliyet için gereken fonların bir bölümü örgütler tarafından haraç gibi meşruluğu tartışmalı yöntemlerle toplanırken, diğer bir bölümü de yardım faaliyeti yürüten resmi ve yarı-resmi kuruluşlardan sağlanan bağışlardan elde edilmektedir. Ülke dışından durum gözlemleyenlerin yaptığı değerlendirmelere göre, terör örgütleri ülke içinde teröre başvurmadıkları sürece İsveç’te serbestçe hareket edebilmekte, hatta örgütlenme ve ifade özgürlüğü gibi gerekçelerle devletin korumasından da yararlanabilmektedir.
İsveç’in ülkemize karşı tavrını belirleyen diğer algı, Türkiye’nin, aralarında basın, ifade ve örgütlenmenin de yer aldığı özgürlüklerin yeterince gözetilmediği, en hafif deyimiyle aksaklıkları olan bir demokrasiye sahip olduğudur. Polisin henüz mahkemeye sevk edilmemiş kişilere zor kullandığı ileri sürülmektedir. Bireyler, terör eylemleri gerçekleştirdikleri ya da böyle eylemlere yardımcı oldukları gerekçesiyle yargıya sevk edilmeden çok uzun süreler göz altında tutulmakta, bilahare suçsuz oldukları anlaşılabilmektedir. Türk yargı sisteminin yeterince bağımsız olmadığından kuşku duyulmaktadır. Son yıllarda Türk hükümeti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarını uygulamamayı tercih etmiştir. Bunlar üzerine inşa edilen algı, Türkiye’ye terör konusunda yöneltilen her türlü ithamın ve dolayısıyla İsveç hükümetinin sergilediği konukseverliğin haklı olduğu düşüncesine yol açmaktadır. Türk hükümetinin şikayetleri ise otoriter yönetimi güçlendirmek için başvurduğu mazeretler olarak değerlendirilmektedir. Türkiye’ye ilişkin düşünceleri ne olursa olsun, İsveçli yetkililerin yapılan şikayetlerin doğru olabileceğini unutmamaları; dolayısıyla, şikayetlere kulak vermeleri gerekir. Eğer İsveç hükümeti incelemek zahmetine katlanmayı arzularsa, Türk hükümetinin dile getirdiği şikayetlerden önemli bir bölümünün, siyasi muhalefet dahil Türk kamuoyunda yaygın destek bulduğunu görecektir.
İnatla sözler değil somut eylemler beklediğini ifade etmesi, Türk hükümetinin İsveçli yetkililerin verdiği taahhütlere bağlılığına ne kadar az güvendiğinin bir göstergesidir. İsveç ve Finlandiya, NATO üyeliğine davet edilmeleri maksadıyla Türk endişelerine cevap vereceklerini ilan etmelerinden sonra, bu yönde çok az mesafe kat edilmiştir. Her ne kadar iki ülke de Türkiye’nin beklentilerine ancak kendi hukuk ve siyasi gelenekleri çerçevesinde cevap verebileceklerini ifade ediyorlarsa da, Türkiye verdikleri sözleri uygulamakta isteksizce davrandıklarından ve göreceği baskılar karşısında üyeliklerine onay vermeye mecbur kalacağını düşündüklerinden kuşku duymaktadır. Olaylar İsveç’in beklediği yönde gelişmemektedir. NATO’ya üyelik yolunda ilerlerken, İsveç’in Türkiye’nin endişelerine daha fazla eğilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.