İstanbul Ticaret Odası (İTO) Stratejik Araştırmalar Merkezi, “İstihdamı kazanmak: Firmaların Çalışan İstihdamında Yaşadığı Sorunlar ve Çözüm Önerileri” başlıklı bir rapor yayınladı. Bizim gazetede özet halinde buna yer verildi. Bu rapor, çalışan istihdamında ülkemizde yaşanan sorunları çok yönlü olarak anlatan önemli bir rapor. Bu rapordaki bazı konulara daha ayrıntılı değinmeye, bazı görüşlerimi aktarmaya bu hafta da devam edeceğim.
İstihdamda yaşanan sorunların temel nedenleri
Söz konusu raporda istihdamda yaşanan sorunların temel nedeni olarak aşağıdakiler verilmiş:
a) Meslek/teknik eğitimdeki yapısal sorunlar
b) Yüksek öğretİmde yaşanan sorunlar
c) Teknolojİk açık
f) İmaj/statü problemleri
g) Göreli ücret problemi
h) Göçmen işgücü sorunu
d) Organizasyonel sorunlar
e) Temel eğitimde yaşanan sorunlar
Bu hafta temel eğitim konusuna değinmekle yetineceğim
Temel eğitimde yapısal sorunlar
Söz konusu raporda bu bölümde yer verilen görüşlerden bazıları şöyle:
“Temel eğitimin ana amacının toplumdaki tüm bireyleri ekonomik ve sosyal yaşamda faydalı ve uyumlu bir rol oynayabilecekleri temel hasletler ve beceriler ile donatmak olduğu söylenebilir. Öte yandan, mesleki/teknik eğitimin yanı sıra, yüksek öğretimin de hedefi, temel eğitimin üzerine gelerek toplumun büyük bir kısmını özel yetkinlikler ve beceriler ile donatmaktır. Şu halde, temel eğitim hem yüksek öğrenime devam eden hem de etmeyen bireyler için, yani toplumun tamamı açısından, önemli bir vazife görmektedir.
Spesifik olarak temel eğitim ile bireylerin okuma, yazma, hesap yapma, mantık/akıl yürütme, eleştirel/analitik düşünme ve problem çözme hasletlerinde belli bir düzeye gelmeleri beklenir. Türkiye’de ise temel eğitimin istenilen bu çıktıları yeterince üretemediği noktasında toplumsal bir mutabakatın bulunduğu söylenebilir.
Günümüz itibariyle ilkokul, ortaokul ve lise düzeyinde okullaşma oranları %100’e yakındır. Bu tablo temel eğitimde niceliksel hedefe ulaşıldığını göstermekle birlikte ortada halen önemli bir nitelik probleminin bulunduğu söylenebilir.
PISA, 15 yaşındaki öğrencilerin okuma, matematik ve bilim alanlarındaki yetkinliklerinin değerlendirildiği, 2000 yılından beri uygulanmakta olan ve -Türkiye de dahil olmak üzere- bu zamana kadar 70’den fazla ülkenin katıldığı bir programdır. Otuz sekiz OECD ülkesi arasında Türkiye okuma, matematik ve bilim kategorilerinde sırasıyla 31, 30 ve 26. sıralara sahiptir.”
Bir yorum
Bugün ülkemizde yaşadığımız istihdam dahil bir çok sorunun kökeninde eğitim yatmaktadır. Beşeri sermayenin gelişiminde kişiye ilk maya, aileden sonra eğitim kurumlarında konulmaktadır. Eğitimde de anaokulundan başlayarak üniversite sıralarına kadar olan, temel eğitim diyeceğimiz devre bunda hayati değer taşımaktadır. Ben Türkiye’ye döndüğüm 1985 yılından beri hep yükseköğretimin içinde oldum. Eğitim verdiğim yerlerde öğrencilerin seviyelerine baktığımda yıllar itibari ile öğrencinin beşeri sermayesinin nasıl erozyona uğradığını gördüm. Çocuklar yıllar itibariyle aptallaşmadığına göre bozulan, eğitim sistemimizdi. Evet, eğitime zengin ülkeler kadar kaynak aktaramıyoruz. Ama daha kötüsü aktardığımız kaynaklar etkin ve verimli kullanılmıyor.
Son yirmi küsur yılda milli eğitim tam anlamıyla büyük bir erozyona uğradı. Bunun bir sürü nedeni var. Her seçim sloganında “İstikrar, istikrar” diye haykıran siyasi otorite, eğitim sisteminde de adeta istikrarlı bir istikrarsızlık iklimi yarattı. Her gelen Milli Eğitim Bakanı, meclis kadrosuna berberini katan her meclis başkanı gibi, adeta kendi eğitim sistemleri ile geldi. Eğitim, yazboz tahtasına döndü. En son şapkadan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” çıktı. Türkiye Yüzyılı’nın “Maarif Nazırı” (!), Maarif Vekâlet’inde bu yeni modeli açıkladı.
Evet, bir okulun fiziksel olanakları önemlidir; okul binası, spor tesisleri, laboratuvar, vs. Ama bir okulu okul yapan, oradaki öğretim kadrosudur. Bu dönemde eğitime vurulan en büyük darbe öğretmene oldu. Öğretmenlik mesleği itibarsızlaştırıldı. Para her şey değildir, ama bugünün materyalisttik dünyasında meslek seçiminde gençlerin baktığı belki önemli şeydir. Öğretmene, bir polis veya din görevlisinden daha az maaş vererek tercihini belli eden siyasal otorite, öğretmenlik mesleğine yönelecek yeteneklerin yönünü çevirmiş oldu. Parasına bakmadan bu mesleği seçen idealist öğretmenler de geçinme derdine düşüp, emekliler gibi ikinci veya üçüncü işler yapmaya başladı. Söz öğretmenlerden açılmışken bir ucube uygulamadan söz edeceğim. İstisnai bir uygulama olması gereken eskilerin “vekil” öğretmenliği, “Sözleşmeli öğretmen” adı altında sistematikleştirildi. Kadroya alınmayan, ama geçici işçi gibi ve az bir ücretle çalıştırılan, daha açıkçası, sömürülen bu öğretmenlerin ruh halini düşünün. En değerli varlığınızı, çocuğunuzu böyle bir öğretmene emanet ediyorsunuz; ne acı…
Sonuç
Milli eğitim nasıl bir anlayıştan gelmektedir? Cepheden top sesleri gelirken, 1921 yılı Temmuz ayında Ankara’da 1. Maarif Kongresi’ni toplayan bir inanıştan gelmektedir. Kazanılan Kurtuluş Savaşı sonrasında “Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir” diyen bir liderin vizyonuyla şekillenmiş bir gelenekten gelmektedir.
Şu anda ülkemizde işbaşında olan üretici kadrolar, kendisini mesleğine atamış fedakâr ve yetkin öğretmenlerin elinde yetişmiştir. Eğer Maarif Vekâlet’inin bu anlayışı devam ederse eğitimimiz temelsiz kalacaktır. Onun üstüne yerleştirilecek yükseköğrenimden de hayır gelmeyecektir. Acımasız küresel rekabetin olduğu bir dünyada yeterince yetişmiş elemanınız olmazsa, istihdam sorunu daha da derinleşecektir. Bu uygarlık yarışında da bize gerilerde nal toplamak düşecektir.