‘İş’te Amerikalı ve Türk

Tunç DİPTAŞ

20 yıldır ABD’de yaşıyorum. Toplum ve insan davranışları üzerine sürekli gözlem yapıyor, liderlik ve yöneticilik üzerine yazılar yazıyorum. Türkiye ve Amerika’da 10 yıldır birçok yönetici ile performans geliştirme ve liderlik üzerine çalışmalar yaptım, bu konularda seminerler verdim. Birçok benzerlikler ve farklılıklara, kültürün performans ve liderlik üzerinde ne derece etkili olduğuna şahit oldum.

İki ulusun farklılıkları

Amerika’dan ve Türkiye’den rastgele büyük bir şirkette çalışan 50 insan seçin. Her iki ulusun büyük şirketlerde çalışan insanlarının para ve zaman bilincini, çalışma alışkanlıklarını, iş hayatına ve yaşama bakış açılarını, eğitime önem verişlerini, başarı kriterlerini karşılaştırın. 20 yıl ABD’de kalan ve Türkiye’yi iyi tanıyan biri olarak rahatlıkla söylüyorum ki pek fark göremezsiniz. Hatta şunu iddia edebilirim ki kurumsal hayattaki Türk insanının artıları Amerikalılara göre daha fazla. Türkler insan ilişkileri kurma, ikna kabiliyeti, çalışma dayanıklılığı, yaratıcılık, yeni fikirler geliştirme konularında oldukça başarılı. Aileyle birlikte yaşama kültürü nedeniyle Türk insanının ilişki geliştirme konusunda doğal bir yeteneği var. Karşısındaki kişiyi hızla etkileyebiliyor, satış yeteneği kuvvetli ve pratik çözümler üretebiliyor.

Hayatın zorluklarına karşı dayanıklılığı da öyle. Örneğin işler yolunda gitmiyorsa, bir proje istenildiği gibi oluşmamışsa ya da COVID gibi dış etkenler varsa çabuk morali bozulmaz, altından kalkmasını bilir. Amerikalı en küçük belirsizlikte, kriz anında korkuyla sallanırken, bizim insanımız “Ya Allah, sabah ola hayrola” der ve bir çözüm üretmeye çalışır.

Peki, yöneticilerde durum nasıl?

Yine aynı şekilde iki ulusun büyük şirketlerini yöneten liderlerinden, yöneticilerinden 50 kişi seçin. Yukarıda anlattığım pozitif durumun tersine döndüğünü, Türklerin daha geride olduğunu göreceksiniz. Amerika’da bir yönetici astlarından itaat beklemez. Şirketin kâra geçmesi için basitleştirilmiş, herkesin çalışabileceği sistemler kurmak üzerine mesai harcar. Kurduğu sistemin odak noktasında performans artışı ve şirketin verimliliğini yükseltmek vardır. Örneğin bir bankada çalışmak için Türkiye’de yüksek eğitimin yani sıra sınavlarda başarı göstermesi beklenirken Amerika’da sistem, bankacılık eğitimi olmayan birisinin dahi başarılı olması için tasarlanmıştır. Lise mezunu birisi rahatlıkla bankada gişeden başlayıp şube müdürlüğüne kadar yükselebilir.

Amerika’da yöneticiler bulundukları mevkiyi güç gösterme için bir fırsat olarak görmezler. Mobbing yapmak akıllarına bile gelmez. Çünkü bilirler ki verimliliği artırmanın yolu insanlara güç gösterisi yapmak değil onları motive etmek, ilham vermektir.

“Bilmiyorum, yeterli bilgi sahibi değilim” demekten çekinmezler. Her konuda bilgi sahibi olmanın gerekliliğine inanmazlar. Kendilerini kanıtlamanın yolu verimli çalışma ortamını sağlamaktan geçer. Gelişmeye acık, iyi yetişmiş astlarını kendilerine rakip görmezler. Onların terfi alması için yardımcı olurlar. Bilirler ki ne kadar çok kişinin önünü açarlarsa o kadar başarılı bir yönetici olarak görülürler. Yetki devretmeyi güç kaybetmek olarak algılamak yerine, zamanı iyi yönetme ve çalışanların kişisel gelişimine katkı olarak görürler. Kendileri işin başında olmadığı zaman işin sekteye uğramaması verimlilik acısından önemlidir. Bu yüzden iyi takımlar oluşturmak, takımda bulunanların inisiyatif almaları için cesaretlendirmek esastır. Çalışanlar tatile gittiğinde yöneticiler çalışanlarını aramazlar. İyi dinlenip geri gelmelerini, böylelikle verimi artırmayı hedeflerler.

Astlarından memnun olmadıklarında dedikodu yapmak yerine bunu direkt olarak yüzlerine söyleyip gelişmeleri için teşvik ederler. Direkt ve dürüst iletişimin verimin artması için gerekli olduğunu bilirler. Önemsenen tek gerçek, çalışanların verimli bir çalışma gösterebilmesidir.

Neden farklı?

Türkiye’de çalışanların müthiş bir potansiyeli var. Ancak liderlerin, yöneticilerin verimliliği artıran sistem kuramamaları, egolarının insan odaklı çalışmanın önüne geçmesi bu potansiyelin ortaya çıkmasının önündeki en büyük engel. Maalesef Türk eğitim sistemi, değerler bilinci ve karakter inşa eden bir sistem değil. Sadece bilgi aktaran, bilgi yönünde insani donatan ancak kişisel gelişim yönünde zayıf kalan bir sistem. Amerika’da bütün sistem kâr maksimizasyonu ve verimlilik üzerine kurulmuştur. İnsanların kendi gücünü göstermek için mevkilerini kullanmalarına yer yoktur. Çok çalışan, değer üreten, şirketin kârlılığına katkıda bulunan öne geçer. Bunun için de sürekli olarak değerlendirme yapılır ve kişisel gelişim için çaba harcanır. Basit, verimlilik ve insan odaklı sistemler kurmak bizim elimizde. Liderlik cesur olmak, cesur kararlar almak ise yeni yıl bunun için bir fırsat olabilir ve müthiş potansiyeli olan Türk insani daha verimli bir sisteme kavuşabilir. İnanmak lazım.

Tüm yazılarını göster