TÜİK, işsizliğin tek haneye indiğini savunuyor. Tek hane diyorsa öyledir zira TÜİK, devletimizin resmi kurumudur. Enflasyon başını alıp gitmiş, cari açık fırlamış, işletmeler hayatta kalma mücadelesi verirken, gençlerin iş aramaktan vazgeçtiği kriz coğrafyamızda işsizliği tek haneye saklayıverdik; %9.6
İşsizliği önce İŞKUR verileriyle örtüverdik sonra TÜİK rakamlarıyla resmileştirdik. Yetmedi; üniversiteleri işsizliği saklayabileceğimiz antrepolara çevirdik. Sonra da Heterodoks politikasının zafer belgesi olarak; %9.6 gibi tek rakama ulaştırabildik.
İki temel sorun kaldı geriye: 1-İş aramaktan bitap düşmüş gençlere, işsizliğin düştüğü bilgisini vermeyi unuttuk zira haberleri yok işe girdiklerinden (!), 2-İş arayanları da bu kötü alışkanlıklarından vazgeçiremedik. Hal böyle olunca siyasetçiye “işsizliği çözdük” söylemi kazandırmış olduk.
İKİ SORU İKİ CEVAP
Peki, işsizlik sahiden kimin sorunu?
İşsizlik, bir siyasetçi için “en büyük sorun” olarak tanımlanabilir. Ancak önceliği değilse, popülist bir söylemden öteye geçemez.
Ekonomi bürokratı için işsizlik, bir istatistikten başka bir şey olmayabilir. Kendisi işsiz kalmadığı sürece, bu istatistiğin, “makul ölçülere indirilmesini” pekala söyleyebilir.
Kamu güvenliği açısından işsizlik, suç potansiyeli anlamına gelir ki kaybedecek bir şeyi kalmamış insanların bir süre sonra toplumsal bomba haline geldiğini bilirler.
İşi olanlar için işsizlik, “ben de kalabilirim” kaygısından daha derin değildir. Sendikacı için işsiz, “üye olmadığı ve dayanışma aidatı ödemediği için” var bile değildir.
Akıllı işveren için işsiz, “henüz iş veremediği” kişidir ve kafası, gönlü üretime odaklı bu insanların övüncü, “daha fazla insana istihdam” odağındadır.
Akılsız işveren için işsiz, “daha önce işten kovduğu” kişidir. Yeni yatırımını anlatırken, aldığı ileri teknoloji ürün fabrikasında her şeyi “insansız” yapacağıyla övünür.
İş beğenmeyen ve iş aramayanlar bir yana; işsiz için durum nedir?
Örgütsüz, sahipsiz ve toplumsal zenginliğin taşrasına itilmiş bu kesim, kendini nasıl görüyor? İşsizliğin işçideki anlamı daha hazin bir tanım barındırıyor; “hayat standardının düşmesi, çalışmaktan vazgeçme, işlerin angarya gibi gelmesi, iş ve iç disiplinin bozulması, aileye yansıyan sorunlar ve tehlikeli bir geleceğin inşası.” Ekonomik güvencenin ve ihtiyaçların giderilmesini sağlayan gelir kaynağının kaybı, “ailenin rızkını sağlayan kişi” rolünün sona ermesi, zaman duygusunu ve buna bağlı olarak düzen algısını kaybetmek.
NOT
RAKAMLARIN İLLÜZYONU...
İşsizlik düştü; hem de tek haneye... Yakında faizler de tek haneye düşecek. Enflasyon da gerileyecek. Bir rakamlar illüzyonu ile karşı karşıyayız. Gördüğümüz, yaşadığımız ve hissettiğimiz bambaşka… İllüzyonu bozan ise pahalılaşan hayat, düşen alım gücü, gerileyen hayat standartları, azalan refah… Bir başka gerçek, işsizliğin, yoksulluk girdabına sürükleyen dramında yatıyor. Stres, depresyon eğilimi, umutsuzluk, içine kapanma, özsaygının yitirilmesi, toplumsal ve ailevi rolün kaybıyla oluşan belirsizlik, suç işlemeye yatkınlık. İşsizini görmezden gelen toplum, bir süre sonra işsizliğin yarattığı sosyal sorunları yaşamak zorunda…