İşletmelerin tek amacı optimal pazar büyüklüğünde kalıcı tekelleşmektir (sustainable monopolization in large enough markets) tezine hala kimseden bir itiraz gelmedi. Bu tezin kabul edildiği, en azından şiddetle reddedilmediği varsayımıyla hala devam ediyorum. Daha önce de yazmıştım. Uluslararası platformlarda verdiğim yüzü aşkın konferans ve seminere katılanlar başta işletmecilik danışmanları, danışmanlık hizmeti sunan özel ve kamusal kurumların uzman ve yöneticileri, daha çok küçük ve orta boy işletmeleri yöneticisi olan iş insanları ve işletmecilik fakülteleri öğretim üyeleri olmak üzere üç gruba ayrılırdı. Bu yukarıda tekrar ettiğim ‘işletmeleri tek amacı’ tezine en az ve en kısa süreli itiraz iş insanlarından, daha sonra danışmanlardan ve en çok da akademisyenlerden gelir. Bu yirmiyi aşkın ülkede yapılan sunumlarda seneler boyu değişmedi.
İtirazcılar arasında tekelleşmenin uygun bir işletme amacı hatta ahlaki olmadığını ileri sürenler çoğunluktadır. Bu kişiler tekellerin hissedarları değil müşterileri olmak zorunda kalanlardır. Yoksa optimal bir pazarda tekelleşebilen şirketlerin hissedarları şirketlerine aktardıkları kaynaklarından ‘en iyi öbür seçenekten’ daha fazla getiri sağlarlar. Tekellerin tanımları gereği ortada öbür seçenek diye bir şey olmadığı için bu aşikar bir çıkarımdır. Bunu ister kuruluş aşamasında bir buluş yaparak ister herhangi bir zamanda rakiplerin henüz girmediği bir pazara girerek veya piyasadaki rakipleri kovalayarak gerçekleştirmek bir şirketin tek amacı ve hakkıdır.
Hatırlanacağı gibi paradigma işletmeleri kullandığı kaynakları;
1). İnsan kaynakları;
2). Mali kaynaklar;
3). Fiziki tesis ve altyapı kaynakları;
4). Bilgi ve know-how kaynakları ve
5). Stratejik ilişkiler ve işbirliği,
olmak üzere beş başlık altında sıralar. Bu kaynakların hiç biri bedava değildir. Maliyetleri vardır. İşletmeler bu kaynakları kullanarak mallar veya hizmetler üretirler ve bunları pazarlarlar. Bu süreçte de kaynaklar hem tüketilir hem de ikmalleri (tazelenmeleri) gerekir. Kaynaklar için ileriye dönük taahhütler de vardır. İşte şirketlerin tüm kaynak tedarikçileri ile yaptıkları sözleşmelerinden doğan yükümlülüklerin ödenmesi halinde ortaya çıkacak harcama tutarına masraf diyoruz. Şirketin ürettiği mallar ve hizmetlerin pazarlanması sonucu ‘müşterileriyle’ yaptıkları sözleşmelerden doğan tutara da gelir dersek işletmenin karları bu tutardan masraflar çıktıktan sonra kalan fazlalık olarak tanımlanabilir.
Paradigmanın hedef gösterdiği “en iyi öbür seçenekten’ daha fazla getiri ” kavramında ima edilen getiri fazlası kar değil ranttır. Tam rekabet halinde rant sıfırdır. Bu tür piyasalara dingin piyasalar denilir. İşletmelerin kaynaklarının yatırılabileceği en iyi öbür seçenekten daha fazla getiri sağlamaları dingin piyasalarda olanaklı değildir. Başka bir deyişle bir işletmenin kaynaklarından o kaynakların en iyi öbür seçenekten daha fazla getiri elde etmesi piyasadaki dengenin bozulmasına bağlıdır. Piyasa dengeleri işletmenin kontrolü haricinde de onun lehine veya aleyhine bir kaç şekilde bozulabilir. Bunlara ilerde değiniriz. Şu anda üzerinde durmak istediğimiz konu şirketlerin daha fazla getiri elde etmek amacıyla bilerek piyasadaki dengeleri bozmalarıdır.
Şirketler tekelleştikleri takdirde şirkete hasrettikleri kaynaklarından o kaynakların en iyi öbür seçenekte getireceğinden daha fazla getiri sağlamayı garanti ederler. Bu bir aksiyomdur ve bu nedenle ispat istemez. En iyi öbür seçenek şirketin kendisi ve rakipleri olarak tanımlanmıştı. Bir tekelin rakipleri olmadığı için giderlerini rahatlıkla müşterilerine yükleyebilir ve bu yolla kendisinin geçmiş performansı ile yapacağı kıyaslamaları istediği gibi ayarlayabilir. Tabii bu tekelleşmenin nasıl gerçekleştiğine bağlı olarak ileriye dönük riskli bir adım olabilir. Tekelleşmenin tiplerine ileride bakarız. Tekellerin rakipleri de olmadığından getiri kıyaslayacak bir başka işletme de ortada yoktur. Yani, iş gördüğü piyasalarda tekelleşen şirket amacına ulaşmış bir işletmedir denilmesi bir tez değil, tanımlar içinde tutarlı bir diğer aksiyomdur.
Gerçekten de bir tekel olmak kaynaklardan o kaynakların diğer seçeneklerden getireceğinden fazla getiri sağlamak için yeter şarttır. Burada bir iki noktaya açıklık getirmek gerekir. Birincisi, tekelleşme yeter şart olarak verilmektedir. Yani ne gerek şarttır ne de hem gerek hem yeter. Gerek şart ‘olmadan olmaz’ anlamına gelir. Yeter şart ise ‘olması yeterlidir’ anlamındadır. Hem gerek hem yeter şart ‘olmazsa olmaz’ anlamında bir şarttır. Yani tekelleşme kaynakların fazla getiri sağlaması için ille de şart değildir.
Eğer sizde eğitim programlarına katılanlar gibiyseniz, zihninizin bir tarafında alarm zilleri çalıyordur. Bununla beraber alarm zillerini kapamak amacıyla biri iki şeyi açıklamak gerekiyor.
Tekellerin eğer bir tekelin sahipleri veya hissedarları arasında değilseniz antipatik gelmelerinin haklı nedenleri vardır. Tekel müşterisi biriyseniz, benim gençlik yıllarımda başıma geldiği gibi, sizin de kötü hizmet ve yüksek fiyatlardan şikayetleriniz vardır. Eğer bir akademisyen iseniz tekellerin kaynak israf ettikleri, etkililiği (efficiency) arttırma konusunda gayret göstermedikleri gibi zaman zaman haklı eleştirileriniz vardır. Hatta tekellerin etkin (effective) olmadıklarını bile düşünüyor olabilirsiniz. Ekonomistler tekellerin müşterilerine yüksek fiyatlarla satış yaptıkları, üretebileceklerinden daha az ürettikleri, maliyetleri umursamadıkları için etkili çalışmadıkları, tedarikçilerini sömürdükleri, yenilikçi olmadıkları şeklinde eleştirirler. Ancak, aynı ekonomistler tekellerin ‘aşırı’ veya ‘süper’ karlarla çalıştıklarını da itiraf ederler. Bu eleştirilerde gerçek payı vardır. Bu nedenle, sizleri tekellerin ideal şirketler oldukları konusunda ikna etmeye çalışmayacağım.
Ancak ‘vahşi kapitalizm’ yanlısı olduğum kanısı uyanmaması için kısaca konudaki görüşümü tekrar özetlemek istiyorum. Bir ülkede başlıca iki iş vardır: servet yaratmak ve servet dağıtmak. Servet dağılımı ülke içinde halk adına ekonomiyi yöneten siyasi kadroların sorumluluğudur. Vatandaşın güvenlik içinde yaşamasını sağlama, herkesin kendisini geliştirmek için istediği eğitimi almasını sağlama, ülke içinde yaşayanların modern yaşam için gerekli elektrik, su, yakıt, yol, telekomünikasyon, ulaşım, haberleşme gibi alt yapı hizmetlerinden kolaylıkla yararlanması, ülke insanlarının sağlıklarını koruma ve iyileştirme konularında her türlü desteği alması, ekolojik dengeleri gözetilmiş sağlıklı çevrelerde yaşaması ve çalışması, çalışamayacak duruma gelen yaşlı, özürlü, emekli kişilerin hayat standartlarının belli bir düzeyde tutulması gibi konulardaki her türlü etkinlik ‘servet dağıtımı’ etkinliğidir. Bu tür işleri ‘piyasa’ mekanizmalarına bırakarak onları özel sektör sorumluluğu altına sokmak yanlıştır. Devletin servet dağıtabilmesi için servetin yaratılması gerekir. İşte bu konudaki etkinlikleri özel sektörün sorumluluğuna bırakmak bence en rasyonel çözümdür. Bu nedenle gerek konferanslarımda gerekse yazılarımda “Devlet, paradigma dışı para kazanmak olarak tanımlanan ‘kolay para kazanma’ yollarını zorlaştırıp ‘zor para kazanma’ yollarını kolaylaştırmalıdır derim. Servet yaratımı ve servet dağıtımı konusundaki denge nedeniyle birçok ülkede tekelleri yasaklayan yasalar bu nedenle vardır ve sıkı bir şekilde uygulanır.
Sağlıcakla kalın