Diploma ile övünmek
Kapıdan içeri girdiğinde anlamıştım. “Müfettiş-müfettiş” yürüyordu. Geldi masamın karşısındaki koltuğa oturdu. “Buyurun, ne yapabilirim sizin için?” dedim. Anlatmaya başladı. Tahminimde yanılmamıştım, bankamızda çalışan bir müfettişti. Sabit göreve geçmek istiyordu. Kendisine göre iyi bir pozisyona atanmak istiyordu. Elini güçlendirmek için masaya dayanıp herkesin duymasını istemediği bir sırrı açıklar gibi öne doğru eğilip “Belki bilmiyorsunuz. Bir de ben “X Üniversitesi mezunuyum” dedi. O zaman ben de şöyle konuştum: “Herkes “Y Üniversitesi ya da Z Üniversitesi” mezunu olacak diye bir şart yok. Kendinize haksızlık yapmayın. O da güzel üniversitedir”. Yutkundu; bir şeyler demek istedi, diyemedi. Amacıma ulaşmıştım; genç arkadaşı şok etmiştim. Sözlerime şöyle devam ettim: “ Bakın, şaka yapıyorum. Belki sizi işe alırken üniversitenize bakmış olabilirler. Ama diplomalar geride kaldı. Siz bizde şu kadar yıl çalışmışsınız. Sizi değerlendirirken biz buradaki çalışmanıza, performansınıza bakacağız.”
Diploma ve üniversite ilişkisi
Diploma, bir etikettir. Kişiyi değerlendirmek için elde yeterince veri olmadığında bakılan bir etiket. Özellikle iş dünyasına yeni katılan birisini işe alırken kullanılır. Oradaki varsayım da şudur: Kişinin geçmişte yaptıkları, geleceğinin bir göstergesidir. İş deneyimi olmadığında da geçmişindeki okul deneyimine bakılır. O diploma dediğimiz kâğıt parçası, kişinin niteliklerine vekâlet eder.
Acaba diploma isabetli bir gösterge midir? Bu soruyu irdelemede kolaylık olsun diye üniversite örneğinden devam edeyim. Üniversite, öğrencisini mezun edip eline diplomasını verdiğinde dışarıya şu mesajı vermektedir: Bu kişi emsalleri arasından seçilerek geldi, Bu kişi, programımızda bulunan şu dersleri aldı. Bu derslerde şu konular işlendi. Bu konularda kişi yeterli düzeyde bilgiye ve bu bilgileri kullanma becerisine sahiptir. Belli bir genel kültürü, dünyayı algılama, yorumlama; problem çözme becerisi ve etik değerleri vardır. Çünkü kendisini sınavlar, ödevler, projelerle ciddi olarak denedik. Bu sınavları hep başarıyla aşarak diploma almaya hak kazandı. Diploması, işte böyle bir çabanın göstergesidir ve üniversite kalitemizin garantisidir.
İş dünyası ve üniversite
Peki, üniversite bu kadar ciddi iken, alınan diplomanın işe girişte geçerli bir seçme aracı olmaktan çıkmasındaki nedenler nedir? Diyelim ki, üniversite yukarıda belirtilen her şeyi ciddi ve doğru olarak yapmaktadır. Diplomanın geçerliliğe en büyük engel, bilgi ve beceriler boyutudur. Çünkü iş dünyasının aradığı bilgi ve beceriler ile üniversitede kazandırılan bilgi ve beceriler örtüşmemektedir. Üniversiteler, reel dünyanın asıl ihtiyacı becerileri öğrencilerine kazandırmakta çoğu kez yetersiz kalmaktadır. Özellikle teknik konularda bilginin “yarı ömrü” çok kısadır. Eğitim kurumları, yeni teknolojik gelişmeleri izlemekte iş dünyasının gerisinde kalmaktadır. Bu olgu, küresel bir gerçektir.
Üniversiteler neden bozuldu?
Diplomanın işe girişte iyi bir gösterge olamamasının bizim ülkeye mahsus bazı “yerli ve milli” (!) nedenleri daha vardır. Üniversiteyi “girdi” ve “çıktı”sı ile açık bir üretim sistemi olarak düşünebiliriz. Girdilerinden birisi öğrencidir. Öğrenci belli bir seviyede sisteme girer ve dört yıl eğitim aldıktan sonra eline diplomasını alarak çıkar. Diploma, çıktıdaki kalite standardının belgesidir. Ama üniversite diplomalarının saygınlığı ülkemizde zaman içinde erozyona uğradı. Çürüme, sistemin girdisinden başladı. Üniversitelere girişte sağlam ve sıkı bir elek kullanılırdı. Önce eleğin sağlamlığı ile oynandı. Eskiden seçme sınavlarını hazırlayan ve değerlendiren merkezin (ÖSYM) saygınlığından kimse şüphe etmezdi. Ama sınav sorularının çalınma skandalları yaşandı. Kurumun eski bir başkanı örgüt üyeliği ve görevini kötüye kullanmakla yargılanıyor. Bunun anlamı, bir takım kişiler hak etmedikleri yerlere yerleştiler. Bu, seçme -yerleştirme sınavlarını yapan kurumun ve dolayısıyla üniversitelerin öğrenci girdisinin kalitesinin güvenirliğini bozdu.
Kalitedeki bir diğer sorun, sistemin önemli girdisi olan öğretim elemanındadır. Üniversiteyi sadece binalar sanan bir anlayışla, AVM açar gibi her tarafa üniversite isimli okullar açıldı. Üniversiteyi üniversite yapanın, onun insan kaynağı olduğu gerçeği göz ardı edildi. Bu yeni açılan okullarda yetersiz kadrolarla eğitim verilmeye başlandı. Bu okullara yerleşik üniversitelerdeki kadrolardan yapılan atamalarla mevcut üniversiteler de zayıflatıldı. Gelen malzemeyi işleyen, üretimi yapan üniversitedeki öğretim kadrosudur. Bu kadro zayıf olunca üretim de zayıf kaldı. Ayrıca öğretim üyesi yetişme sistemi de zayıflamış oldu. Üniversitelerin özerkliği de imha edilerek yönetici kademelerine atamalar siyasi amaçlarla yapıldı.
Bütün bu curcunanın üstüne bir de özel üniversiteler tuz biber ekti. Her ne kadar adı kâr amacı gütmeyen vakıf üniversitesi olsa da öğrenciden alınan para dolayısıyla iş ticari görünüme dönüştü. Bu kez öğrenci “Gelir getiren müşteri” konumuna oturdu. “Müşteri velinimetimizdir” anlayışı ile adeta “Üniversiteye giren her öğrenci diploma alır” olgusu ortaya çıktı. Bu durumda bazı okullarda mezuniyet elekleri iyice gevşetildi.
(Haksızlık yapmayalım; işin özüne uygun çalışan az sayıda vakıf üniversitesi ve de hala sağlam kalmaya çalışan devlet üniversiteleri var. Ama ne demişler: istisnalar kaideyi bozmaz.)
Sonuç
Diplomanın önemi yoktur, asıl olan beceridir. Amerika’da bazı kurumlar bu gerekçe ile diplomayı eleman seçiminde kullanılan bir araç olmaktan çıkarmaya başladı. Bu ilke bizde de benimsenmelidir.
Diplomanın önemi yoktur dedik ama, eğitim önemlidir. Bir ülkeyi düze çıkaran ve yücelten yetişmiş insan gücüdür. Eğitim her kademede çağın gerektirdiği niteliklere uymalı ve değerlendirme elekleri sıkı olmalıdır. Gençleri altı boş diplomalarla iş dünyasına salmak büyük bir aldatmaca ve onlara yapılan büyük bir haksızlıktır.