Türkiye’de bir süreden beri işbirliğinin, ortaklaşmanın ne olduğunu unuttuk. Sonuçta ne oldu? Kerameti kendinden menkul, yeterince tartışılmamış ama tek taraflı olarak uygulamaya konmuş ham fikirlerle bir çukurun içinde bulduk kendimizi. Şimdi bu çukurdan istişare edilmeden çıkılmaz bana sorarsanız.
Bu çukurdan çıkmanın maliyeti bir kesimin üzerine sorgusuz sualsiz tek taraflı kararlarla da yıkılamaz. Aynı Osmanlı dönemindeki gibi bir tür Meşveret Meclisi olmadan geçiş dönemi yönetilemez. Böyle bakınca ben memleketin iyi bir geçiş süreci yönetimi dönemine ihtiyacı olduğuna daha da çok ikna oluyorum.
Bütün bu geçişin adil bir biçimde olabilmesi için sağlıklı bir yönetişim mekanizması olmadan bu iş olur mu? Olmaz.
Doğrusu Ekonomik ve Sosyal Konsey’in bu süreçte son derece önemli bir rolü olacağını düşünüyorum ben. Yalnızca çukurdan çıkış için değil, yeşil dönüşüm ve iklim politikaları yönetişimi açısından da Ekonomik ve Sosyal Konsey’in yeniden düşünülmesi gerekir.
Aslında bu durum içinde bulunduğumuz dönemle de son derece uyumlu. Yeşil ve dijital dönüşüm işbirliği olmadan olmaz.
Ulus ötesi tehditler çağı öncelikle işbirliği gerektiriyor. Harvard Üniversitesi’ne bağlı Uluslararası Kalkınma Merkezi Büyüme Laboratuarı’nda (Growth Lab) John F. Kennedy’nin sözünü azıcık değiştirerek bu konuya şöyle uyarlamışlardı:
“ Ülkenin yalnızca ulusal karbon salımını azaltmak için ne yapabileceğini değil, küresel karbon salımını azaltmak için neler yapabileceğini sorgula” (Ask not what your country can do to reduce its emissions; ask what your country can do to reduce the world’semissions).
Nedir? Ulus ötesi tehditlerin tek bir ülkede alınan tedbirlerle bertaraf edilebilmesi mümkün değil ve biz artık ulus ötesi tehditler çağındayız. İklim krizi öyle. Pandemi bir başka örnek. Su yönetimi öyle. Siber riskler öyle. Bu tür ulus ötesi tehditlerle tek ülkede alınan tedbirlerle mücadele etmek mümkün değil. Doğrusu ya, küresel yönetişim mekanizmalarını ve çok taraflılığı artık yeni bir bakışla yeniden tanımlamamız gereken bir dönemdeyiz.
Nereden düştü aklıma? Artık yeni bir dönemdeyiz. Eskiden bir nehrin etrafında su kullanımı ile ilgili tartışmalar genellikle ülkeler arası bir mesele olarak gündeme gelirdi. Dicle ve Fırat’la ilgili pek çok haber olurdu bizim bölgemizde de. Bu kez Amerika’da hadise Kolorado nehrinden yerel su kullanımı meselesi olarak patladı. Nehrin geçtiği bölge 1200 yıldan beri en kuru sezonunu geçirince federal hükümet ülke içinde su kullanımını düzenlemek için devreye girdi. Doğrusu bana bu dönemi betimleyen bir adım gibi geldi.
31 Ocak 2022 itibariyle Kolorado nehri etrafındaki altı Amerikan eyaletinin; Arizona, Kaliforniya, Nevada, New Mexico, Utah ve Viyoming’in su kullanımlarını azaltmak için kendi aralarında bir anlaşma yapmaları gerekiyordu. Amerikan hükümeti bu eyaletlere su kullanımlarını azaltmak üzere bir anlaşmaya varmaları için böyle bir süre koymuştu. Şimdi tasarrufun nasıl yapılacağını federal hükümet belirleyecek. Neden? Çünkü nehirden su kullanımını üçte bir oranında azaltmak amaçlanıyor. Gerekçe artan kuraklık.
Aynı durum Türkiye için de geçerli. Orta Anadolu’yu sonuçta böyle bir gelecek bekliyor olacak. Çok uzakta da değil. On yılda belirginleşecek. İkinci on yılda artık ne yapacağımızı biliyor olmamız gerekecek. Daha hazırlıklı değiliz ama düşünmeye bir an önce başlamamız lazım. Yoksa vaziyet Arizona’daki gibi olabilir.
Arzona’da Suudi tarım şirketi Almarai, yonca yetiştirmek üzere 2014’ten beri arazi alıyor ya da kiralıyormuş. Konu yine bu su meselesinden çıktı. Arizona’nın yeraltı suları hızla azalırken 3500 dönüm arazinin Almarai’in yan kuruluşu Fondomento’ya çok düşük bir fiyatla kiralandığı, Arizona yerel hükümetinin bir raporunda yer aldı. Şimdi artık konu ile ilgili bir kitap bile var. Tartışma açık sanırım. Su artık değerli doğal kaynak. Gerek tarımda ürün seçimi gerek sanayide sektör seçimi yaparken artık dikkate alınması gereken parametrelerden biri de bu olacak.
Dün enerji yoğun sektörlere yatırım yapan enerji açığı olan ülkeler şimdi karbon salımlarını nasıl kontrol edeceklerini düşünüyorlar. Neden? Enerji ihtiyacını taşıması görece kolay petrol ve kömür ile karşılıyorlardı. Listede Japonya, Kore, Almanya ve Türkiye var mesela. Enerji açığı olan, enerji yoğun yatırımlar yapmış ülkeler listesinde.
Şimdi yarının yatırım kararları verilirken bir de yerel su kaynaklarına ve su kullanımı ihtiyacına bakmak gerekecek. Plan yaparken dikkate alınması gereken parametreler artıyor. Karbon salımı az olacak. Nedir? Karbon ayak izi küçük olacak. Su kullanım ihtiyacı yüksek olmayacak. Nedir? Su ayak izi küçük olacak. Aynı zamanda yörede güçlü bir atık yönetim sistemi olacak ve bu sistem karbon ve su ayak izini küçültmeye yardımcı olacak.
Doğrusu ya, bu haber yeni dönemin nasıl olacağını haber veriyor. Bir tür Çöl gezegeni Dune sahnesi canlanıyor benim gözümde. Su kullanımı açısında gündelik yaşamımızı gözden geçireceğiz sonuçta. Bilim kurguyken artık gerçek olacak.
Bir doğal kaynağın, petrol ve de kömür, gündelik yaşamımızdaki önemi azalırken bir başka doğal kaynağın, suyun fiyatı belirleyici olacak. Ne olacak? Su bir yatırım ürünü olacak. Yok mu şimdiden? Var. New York’ta Water Asset Management isimli bir risk fonu var mesela. Ne yapıyor? Su kaynaklarına yatırım yapıyor tabii ki. Kötü mü? Olmayabilir. Suyun bir fiyatı olursa, günlük olarak izleyebilirsek kullanımı konusunda tedbir almak belki kolaylaşabilir.
Şimdi bu tür yeni nesil risklere karşı tedbir geliştirirken aslında işimizin ne kadar zor olduğunun da altını çizmek isterim doğrusu. Esasen su kullanımından tamamen vazgeçmek değil söz konusu olan, suyu daha idareli kullanmanın bir mekanizmasını tasarlamak. Niteliği itibariyle Rusya ya da Çin ile ekonomik ilişkilerdeki meseleye çok benziyor.
Hem Rusya hem de Çin ile ikili iktisadi ilişkileri koparmak, sıfırlamak (decoupling) bu işbirliği çağında olabilir bir iş değil. Olsa olsa Rusya ve Çin ile iktisadi ilişkileri riskten arındırmak (de-risking) söz konusu olabilir. Nedir burada ticareti riskten arındırmak? Sattığımız malların değer zinciri içinde Amerikan ürünü bulunmamasına dikkat etmek.
Peki, bu çok kolay mı? Hayır. Mevcut dış ticaret kontrol mekanizmalarını çeşitlendirmek ve bu tür bir takibi kolaylaştıracak bir yeni formata oturtmak gerekiyor. Burada üç hususun sanırım altını çizmek gerekiyor.
Birincisi, böyle bir ticaret izleme mekanizması bugün dünyanın hiçbir yerinde yok. Avrupa Birliği’nde olmadığı gibi Türkiye’de de yok. Dolayısıyla mevcut kontrol sistemi ile ilk bakışta Rusya ile ticaretiniz artıyor, bu durumda yaptırımları çiğniyorsunuz demek kolay değil.
İkincisi, değer zincirinin tümünü dikkate alan bu tür ayrıntılı bir kontrol mekanizması elbette ticaretin maliyetini artırır. Bu durumun da orta vadede uluslararası ticaret üzerinde olumsuz bir etkisi olur. Zaten bu tür bir yeni sistemin tasarımının işbirliği içinde yapılması gerekir.
Üçüncüsü, hadise yalnızca yaptırımlarla uyumlu bir muhasebe ve kontrol sistemi inşa etmek değil aslında. Mesele aynı ayrıntılı muhasebe ve kontrol sistemi ile değer zinciri boyunca karbon salımı ve su kullanımını kontrol etmek olmalı. Böyle bakarsanız bu tür bir mekanizmanın işbirliği içinde tasarımı son derece önemli.
Dünya bir halden ötekine doğru geçiyor artan ulus ötesi tehditlerle birlikte. Şimdi Rusya-Ukrayna savaşının ilk yılını tamamlamak üzereyiz. Hatırlayın Rus saldırısı başladığında “kaç gün sürer?” diye başlamıştık. Sonra Ukrayna’nın düzenli direnişi ile soruyu “kaç çeyrek devam eder?” diye değiştirdik. Şimdi artık “kaç yıl daha devam eder?” diyebiliriz sanırım. Savaşın uzaması ile birlikte nükleer silahların kullanılması riski de artıyor.
Sanırım ulus ötesi tehditler listesine nükleer silahları da eklemek lazım. Nükleer silahlar da bir tür ulus ötesi tehdit kaynağı esasen. Tek bir ülkede yok etmek yeterli değil, tamamını küresel ölçekte ortadan kaldırmak gerekiyor.
Kim bilir belki de muhasebe ve kontrol mekanizmasına bu hususu da eklemek gerekebilir. Yarın bugünden farklı olacak. Yarının meselelerini bugünden konuşmaya başlarsak yarının şekillenmesine de katkıda bulunabiliriz.
Malum “dünya beşten büyüktür” demek bir işe yaramıyor. Mevcut Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi mekanizması yerine ne önerdiğinizi masaya somut olarak koymak ve bir geçiş dönemi stratejisi belirlemek gerekiyor asıl. Orada mı Türkiye? Yok canım. Yalnızca yüksek sesle kendi kendimize konuşuyoruz işte. Hayırlısı artık.