Bir ihtisas gazetesinde “yazının” işlevi enine boyuna sorgulanmamış, “entelektüel netliğe” erişilmemişse, yazdıklarınızın yarar üretmesi kadar zarar üretmesi de olasıdır. Financial Times ve The New York Times gibi geleneksel gazeteleri, kısa mesajlı medyanın oluşturduğu akışlara tepki veren iki önemli küresel medya araçlarıdır. Verilen tepki “kısa yazı” değildir. Kısa yazı değilse, tam tersi “uzun yazı” mıdır? Bu sorunun yanıtı kestirmeden “evet” denecek kadar basit değil. Yazının merkez düşüncesinin, tezlerinin, anti tezlerinin ve sentezlerinin tam olarak anlatılmasına göre yazılı ölçeği belirlenir. İradi ve idari kararlarla yazı ölçeği belirlersek, “…miş gibi” yapar; dostlar alış-verişte görsün anlayışıyla yazar, okuyucuyu, daha da önemlisi kendimizi kandırırız.
Düşünceleri yazıya aktaran yazı insanları için “denge” ne denli önemliyse, okuyucunun yazı karşısındaki “tepki biçimleri” de o kadar önemlidir. Bir ihtisas gazetesinde okuyuculardın “vasatlığa davetiye” çıkardığı koşullar üzerine düşünelim:
Birincisi; verimliliğin rekabet gücünü artırmadaki etkilerini sorgulamamış iş insanları, özellikle “teknoloji ve verimlilik” ilişkisinin ince ayrıntılarını kavramamışsa, yazının uzunluğuna, kısalığına, bol rakamlı olmasına bakar; birçok oluşumu “anlamış” gibi yaparak kendini kandırmanın kapılarını açar ve vasat yazılı anlatıma davetiye çıkarır.
İkincisi; teknolojinin sadece “araç-gereç” olduğunu sanan, “iş yapma metodu geliştirme” yönünü kavramayan iş insanları da vasatlığa çağrı yapar. Teknolojinin yarısı verimlilik artırıcı araç-gereçlerdir; diğer yarısı da yeni “iş yapma metotları” oluşturur. Okuduğu yazılarda sıralanmış rakam serilerinin metodunu sorgulamayan iş insanı, anlamadan “…anlamış gibi” yaparak da vasatlık paydaşları kervanına katılır.
Üçüncüsü; sistem, sistemlerin sistemi ve iş ekosisteminin ne olduğunu, “sistem içi etkileşimin” rekabeti nasıl etkilediğini sorgulamayan, bu konuda net bilgi sahibi olmayan iş insanları da vasatlığa ortam hazırlar. Kendi vasatlıklarıyla yüzleşme özgüvenleri olmayanlar, durumu idare etme konforu nedeniyle vasatlık bataklıklarına sürüklenir; kıpırdadıkça sona yaklaşır.
Dördüncüsü; kendi işiyle ilgili “eğilim ve konjonktür” analizi yapmayan, konjonktürel gelişmelerin sığlığını, eğilimlerin yarattığı uzun soluklu gelişmenin mihengine vurmayan iş insanları da vasatlığa ortak olur.
Beşincisi; okuduğu ya da dinlediğini sorgulamadan “zihni konforunu” aşmak için “zamana kıyıp” çapraz sorgulama yapmayan iş insanı da vasatlığın dümen suyuna takılır.
Kendimizi gerçek bir iş insanı olarak niteliyorsak, içtenlikli vasatlıkla olan bağlantımızı gözden geçirmeliyiz.