Anladıklarımızı anlatmaya çalışırken sözlü ve yazılı anlatım araçlarını her zaman kullanırız.
Düşündüklerimizi ve düşlediklerimizi yazarak paylaşan “yazı insanı” olma tercihimizi kendimiz yaparız; ilk yazımızdan bugüne 60 yıl geride kalsa da ne anlamamız gereken biter, ne de anlatmamız gereken. Yazı insanı olma, yaptıklarımızla yüzleşme özgüveni gerektirir. Her yazı, arşivin kalelerinde kendini korur; hiç beklenmedik zamanda karşımıza çakar, geçmişte ne düşündüğümüzü, ne yaptığımızı hatırlatır; iç tutarlılığına sahip olup olmadığımızı inkâr edilemez bir gerçeklikle hatırlatır. Ülkemizde “ırk ve inanç odaklı iktidar oyunu” denenmiş, bilinen bir yoldur.
Irk ve inanç değerleri toplumun zihninde yerleşiktir; hangi değerlerin gelişme ve ilerlemeyi beslediği, hangilerinin gelişmeyi engellediği gerektiği kadar sorgulanmadığı üzerine düşünmeden “taraftar konsolide etmenin en ucuz, en kolay” yolu diye izlenir. Oysa, geriye doğru 100 yıllık bir dönemde yaşananları araştırırsak; ırk ve inanç odaklı iktidar oyununu oynayanların kalkınma ve refah artırma konusunda tatmin edici sonuçlar yaratamadıklarını kolaylıkla saptayabiliriz.
Irk ve inanç değerleri, istesek de istemesek de “biz ve öteki” ayrıştırması üzerine kurgulanır; “uzlaşmacı” anlayış yerine “çatışmacı” anlayışı besler. Toplumsal enerjinin kaliteli kalkınma yerine, gereksiz tartışmalara odaklanmasını besler ve enerjimizin çatışmalara harcanmasına yol açar.
Irk ve inanç odaklı siyaset oyunu zehrinin “panzehiri “ ise “proje odaklı siyaset oyunu” oynayabilmektir. Irk ve inanç odaklı siyaset sonuçlarını çok uzun zamanda ölçülebilir ve anlaşılabilir. Oysa proje odaklı siyaset geliştiriyorsanız, bir “fizibiliteye” dayalı olmak gerekir; ne yapmak istediğinizin “karlılığını, fayda ve maliyetini” sayılarla daha başından belirler; yaratılmak istenen sonuç ile yaratılan sonuç karşılaştırılarak başarı ve başarısızlık ölçülebilir.
İstikrarsızlığın ve güvenin yetersiz kaldığı coğrafyalarda, imparatorluklarda, ulus devletlerde, kurumlarda ve kuruluşlarda “cemaat” örgütlenmeleri, “sığınma alanı” olarak yükselişe geçer. ”Büyük dönüşüm dönemlerinde” de cemaat örgütlenmelerinin hızlanmasına tanıklık ederiz. Ülkemiz tarihinde de cemaat örgütlenmelerinin yükselişini besleyen belirsizlik koşulları sıklıkla toplumun bütün katmanlarına sızabilmektedir. Cemaat örgütlenmelerinin yükseliş dönemlerinde ülke ölçeğinde çok değişik etkinlikler hızlanır.
“Kötülükler asla çıplak gelmez, üstüne mutlaka kutsal şallar örter” gerçekliği geçerlidir. Bir ihtisas gazetesi olarak, toplumun değişik kesimlerindeki hareketlenme karşısında konumumuzu belirlemek için birkaç kez değerlendirme toplantıları yaptığımızı anımsıyorum. Gazete sahibi, genel yayın yönetmeni ve diğer yetkililer; “İşimiz gereğince herkese eşit mesafede durmalıyız, ama etkinliklerine katıldığımız zaman onların ne istediklerini anlatma yerine, bizim kendi açımızdan yararlı gördüklerimizi anlatmalıyız” kararı üzerinde uzlaşılmıştı.
Siyasi iktidara yakın STK yöneticilerinin ve gazete üst yöneticilerinin bulunduğu toplantıda “Sorulmayan soruya yanıt vermiyor; çağrılmayan yere gitmiyor; durumdan vazife çıkarmıyoruz. Ancak, soran ve çağıran olursa, onların ne istediklerini değil, bizim doğru bildiklerimizi anlatıyoruz. Kimlerin toplantılarına katıldığımızı sorgulamayın, ne anlattığımıza bakın ki birbirimizi yanlış anlamayalım" diye çağrı yaptık. Ordu’da yaptığımız bir toplantıdan sonra köşemde yazı yazarak, değişik inanç ve ideolojileri savunan örgütlerin toplantılarındaki konumumuzu tanımladım. “Kime anlattığımız önemli değil, ne anlattığımız önemlidir” ilkesini kararlılıkla koruyacağımızı yazdım; bu ilkeye de sonuna kadar sadık kaldık.
Çok genel tanımıyla tarih bilinci, geçmişte yaşananlardan ders alarak, daha sağlıklı gelecekler kurmaya katkı yapma olarak tanımlanır. Tarih bilincimizi yükselterek ”Irk ve inanç odaklı siyaset oyununun” toplumumuza nelere mal olduğunu sorgulamalı, doğrularımızla da yanlışlarımızla da yüzleşmeliyiz. En büyük eksikliğimiz, yanlışlarımızı ve doğrularımızı sorgulama konusunda kültür oluşturamamış olmamızdır. “Hata kültürü”, hata yapmama değil, hatayı tekrarlamam ilkesine dayanır.
Ülkemiz tarihinde “ırk ve inanç odaklı siyaset kurgulamanın etkilerinin” dramatik bir örneğinin 8’inci yıldönümündeyiz. Yaşananların nedenlerini ve sonuçlarını, önce kendimize soran, toplumsal örgütlenmelerdeki bütün aktörlere uzan bir yüzleşme özgüvenine ihtiyacımız olduğunu düşünüyoruz. İşaret parmağımızla başkalarını suçlarken, üç parmağımızın kendimize dönük olduğunu unutmamadan değerlendirmeler yapmalıyız.
Kendi adıma, siyaset yaparak ülke yönetimine aday olanların öncelikli “eş düzey güç” ilkesini unutmamaları gerektiğini düşünüyorum: Bir siyasi parti ile mücadele, yine bir siyasi parti ile yapıldığı zaman anlamlı olur. Bu ilke nedeniyle cemaat tipi örgütlenmelerin topluma güç kazandıran değerleri aşındırmalarını önlemek istiyorsak, eş düzey olmayan ve asimetrik yapılara izin vermemeliyiz. Asimetrik yapıları, kısa dönemli çıkarlarımızın araçları olarak kullanırsak, uzun dönemde daha büyük kayıpların bedellerini hep birlikte öderiz.
Bir başka ilke, toplumun değerler sisteminde geliştirici olanlar ile asalak olanların ayrılabilmesi ilkesidir. İnançlar, gelenekler ve görenekler “zamanın ruhunu” belirleyen önemli bileşenlerden biridir; toplumun ilerlemesini engelleyen gelenekler üzerine kurulu kolaycı siyasetten kaliteli kalkınma üretilemez.
Tarih bilincini yükseltmek için ihmal edilmemesi gereken bir başka ilke “net bilgi, etkin koordinasyon ve odaklanma” ilkesidir. Net bilgi yaşamın bütün alanları için gereklidir. Sizin inanç anlayışınızı eleştiren makaleleler ve kitaplar yazanların yazdıkları eser düzeyinde eser ortaya koyamıyorsanız; o zaman “duygu sömürüsü ve iftira” batağına saplanırsınız. Bu yolla sonuç alabilirsiniz; ama asla toplumsal yarar üretemez, ahlâki aşınmayı önleyemezsiniz. Temel amaç “maddi ve kültürel zenginlik üreterek insan yaşamını kolaylaştırmaktır”.
Yaptığımız işin temel ölçüsü, kim olduğuna değil, ne yaptığına bakmak, ürettiği yararı ortaya koyabilmektir. Geçmişte yaşananlardan kazandığımız deneyimlerin, nasıl bir gelecek kurmaya katkısı olacağını uygun iklim ve ortamda sorgulamak, tarih bilincini yükselten en önemli araçtır. Bu aracın kullanılmasına özenimiz, bizim gerçek insan, iyi bir yurttaş, üretken bir yurtsever, nitelikli bir yönetici olup olmadığımızı gösterir.
Ayşe Birsel, uluslararası eleklerin üstünde kalan kadınlarımızdan biri… Bir başka gururumuz Ayşegül İldeniz’in Birsel’in kitabından aktardığı değerlendirmeyi herkese hatırlatmak isterim: “Yaşam, tıpkı bir tasarım projesi gibi, çözülmesi gereken problemler, gözlenmesi gereken kriterler ve fırsata dönüştürülmesi gereken zorluklarla dolu. Sosyal bağlantılarınızın, yeni kişiler arasında ilişkilerinizin temeli, kendinizi yeniden keşfetmeniz veya yeni bir ‘siz’ bulmanız için çok önemli” Mustafa Süleyman’ın Yaklaşan Dalga kitabını okumadan; “yeni siz” ifadesinin anlamını derinliğine kavrayamayız.
Yeni bir dalga üzerimize doğru hızla geliyor. Yeni dalganın tehlikelerini en az maliyetle savuşturabilmek için eğilimlerin fırsat ve tehlikelerini anlamaya kolektif aklımızı odaklamalıyız. Yıl dönümünü yaşadığımız 15 Temmuz’u “tamiri imkansız hata yapmadan” sorgulamayı becerebilirsek; tarih bilincimizi yükseltir; daha sağlıklı gelecekler inşa etmek için sorunlarımızı çözen aydınlık yollar bulabilir, bulamayınca da yeni yollar açabiliriz.