Tunç DİPTAŞ
Los Angeles’ta alternatif ilaç ve tedavi geliştirme üzerine çalışan doktor bir arkadaşım var.
John yaptığı işten çok keyif alan, binlerce hastaya deva olmuş başarılı birisi. Ne zaman kliniğine gitsem içerisi dolup taşıyor. Bazen bir ay öncesinden randevu almak gerekiyor.
Hastalar ona en son çare olarak geliyorlar ve o da yılların birikimi ve eğitimi ile genelde çözümü buluyor. Bütün hayatını Uzak Doğu bitkilerini inceleyerek geçirmiş, bunlardan insanlara deva üretmiş müthiş bir insan.
Geçen hafta sonu yemek için buluştuğumuzda biraz durgun olduğunu fark ettim ve nedenini sordum. Hastalarından birisi ona 5 sayfadan oluşan uzun bir e-posta atmış.
John’un verdiği ilaçların hiçbir yarar sağlamadığını, bir soytarıdan farksız olduğunu, kendisini mahkemeye vereceğini ve parasını fazlasıyla geri alacağını söylemiş.
John, bu e-postayı okuduğundan beri uyuyamadığını, hastasına mesaj bırakıp özür dilediğini ve parasını iade ettiğini söyledi.
Söylenenlerin doğru olabileceği kanısına kapılıp 30 yıldır yaptığı işi bırakmayı dahi düşündüğünü duyduğumda şaşırdım.
Ben de kendisine hastasıyla yüz yüze görüşmesi gerektiği tavsiyesini verdim.
John durumu düzeltmek için bir sonraki gün hastasını yeniden aradı. Ve bir sürprizle karşılaştı. Hastası telefona neşeli bir şekilde cevap verdi ve endişelenmemesi gerektiğini söyledi.
Sadece kendini iyi hissetmediği kötü bir gün geçirdiği için öyle bir e-posta yazdığını ve kimsenin okuyacağını düşünmediğini belirtti.
John beklemediği bu yanıt sonrası şaşkındı…
MÜDÜRDEN GELEN MESAJ
Geçtiğimiz günlerde bir danışanım beni aradı ve ağlamaklı bir ses tonuyla görüşmek istediğini söyledi. Yatırım danışmanlık hizmeti veren önemli bir şirketin üst düzey yöneticilerden biriydi.
Yaklaşık beş yıldır bu şirkette canını dişine takarak çalışıyordu. Sabah 6’da iş yerinde oluyor, akşam 8’de ancak evinin yolunu tutabiliyordu.
Hedefi şirketin daha kârlı hale gelmesini sağlamak, müşterilerine değer katmak, terfi almak ve gelirini yükseltmekti. Elde ettiği sonuçlardan memnundu ve çalışmasının karşılığını alacağına inanıyordu.
Ta ki müdüründen gelen SMS mesajı görünceye kadar. Müdürü gece 23:00 civarlarında mesaj atıp ona ağzına geleni söylemişti.
Yaptığı işte hata olduğunu, beceriksizliğine daha fazla katlanamayacağını ve bedelini ödeteceğini yazmıştı.
Danışanım üzgündü ve çare arıyordu. Hafta sonunun tamamını üzülerek geçirmişti. Bir saat boyunca kendisine çözüm önerilerimi ve tavsiyelerimi ilettim.
Ertesi gün ofise gittiğinde müdürüyle konuşmak istedi.
Müdür kısaca buna gerek olmadığını, mesajı gece uykusuz olduğu için attığını, dert etmemesini söyledi.
MAKİNELERE BAĞIRMAK
Bilgisayara yazdığımız e-postanın, telefonla gönderdiğimiz sms mesajın öbür ucunda da bir insan bulunuyor.
Bunu fark etmenin zamanı gelmedi mi artık? Bir sabah uykudan sinirli uyandığınızda kahve makinesine bağırabilirsiniz.
Güne mutlu uyanmadığınızda ya da trafik canınızı sıktığında arabanıza kızabilirsiniz. İş yerinde işler yolunda gitmediğinde faks makinesinden hıncınızı alabilirsiniz.
Ancak bunu telefon ya da bilgisayar yoluyla yaptığınız zaman durum farklı. Telefonun ya da bilgisayarın başında da bir insan oturuyor ve bu insanın duyguları var.
Duygularıyla oynanan her insan işe olan motivasyonunu kaybeder.
Bu yüzden olmalı ki yapılan araştırmalarda insanlara işlerini neden bıraktıkları sorulduğunda en önemli neden olarak müdürüyle geçinemediklerini söylüyorlar.
LİDERLİK İÇİN EMPATİ YAPMAK GEREKİR
Girişimci bir iş sahibi olabilirsiniz. CEO, yönetici ya da direktör olabilirsiniz.
Ancak lider olabilmek için önce insan olmak gerekir.
Birçok CEO, yönetici ve direktör tanıyorum. İnsan odaklı olamadığı için, insana duyarlı olmadığı için etrafını harekete geçiremeyen… Sırf bu nedenle hedeflerine ulaşamayan ve kurumun iş akışını tıkayan… Sorunu kendisinde değil her zaman çalışanların hatalarında arayan… Problemle karşılaştığında etrafına bağıran…
İnsan doğal olarak beklentileri gerçekleşmeyince buna tepki gösterir. Ortaya çıkan sorunu gidermek ilk başta zor gelir. Çünkü beynimiz kolaya kaçmak ister. Problemlerden uzak kalmak ister. Sinirlenmelerimiz, üzülmelerimiz bu yüzdendir.
Halbuki bunun yerine her problemi, her hatayı, her sorunu etrafımızdakilerle empati kurarak onlara sıcaklık ve sevgi vermek için fırsat olarak görürsek her şey olumlu yönde değişir.
Geleneksel yöneticiler, çalışanlar hata yaptıklarında ya da çalışanları motive etmek için güç kullanmayı tercih ederler. Güç baskı oluşturabilir, korku yaratabilir ancak uzun vadede kimseye ne motivasyon ne de ilham verir.
Machiavelli’nin “Liderin kalitesini anlamanın en kestirme yolu etrafındaki kişilere bakmaktır” diye güzel bir sözü var.
Liderin etrafındaki kişileri daha kaliteli hale getirmesinin birinci yolu insan olmak ve etrafındakilere insan değeri vermektir.
İlham veren bir liderlik için güç değil etrafınıza sevgi yansıtmalısınız.