Prof. Dr. Nurettin Bilici
Çankaya Üniversitesi
200 bin yıldır bu dünya üzerinde olan akıllı insanın (Homo Sapiens’in) “neyin peşinde olduğu” veya “neyin peşinde koştuğu”dur bu yazının konusu.
Kendini dört milyarı aşkın yıldır boşlukta dönen Dünya üzerinde bulan, düşünen insanın iki temel ihtiyacı vardır tıpkı önceki türlerde olduğu gibi: karnını doyurmak ve aşk (sevgi). Yeni tür insan tek tipte yaratılmamıştır veya evrimleşmemiştir: bir kısmı çekingen, içe kapalı, korkak; bir kısmı cesur, atılgan; bir kısmı fazla zeki, bir kısmı az zeki…
Düşünme yeteneğine (zekâsına) sahip olan bu yeni insan 200 bin yılın ağırlıklı kısmında (190 bin yıl civarında) çok basit (ilkel) koşullarda yaşamıştır. Bu dönemin, doğumundan başlayarak Çumra/Konya Çatalhöyük’te ilk toplu yaşam yerini kurduğu (MÖ. 7 binli yıllara kadar geçen) döneme tekabül ettiğini biliyoruz. O vakte kadar avcı toplayıcıdır: mağaralarda, ağaç kovuklarında barınır; erkekler av peşindedir, kadınlar bitki toplar ve çocukları koruyup gözetir. Bu dönemde kadın erkek ilişkileri serbest olup seks ihtiyacının karşılanması, yiyecek içecek kadar olağan (doğal) bir hadisedir.[i]
O vakte kadar doğada bulduğuyla karnını doyuran insanoğlu Çatalhöyük’te ekip dikmeyi (tarım yapmayı) öğrenir. Hayvanları evcilleştirip onlardan daha fazla yararlanmaya başlar. Ateşi bulup yiyeceklerini pişirir; hayvan derilerinden kendine giysi yapar, bitki liflerinden iplik yapar. Eşek ve atı evcilleştirilir; tekerleği keşfeder bu şekilde mesafeleri kısaltır. Avcılıktan çobanlığa, çobanlıktan ziraata geçer. Ziraatta biriktirdikleri ile ticaret yapar, ticarette biriktirdikleri ile sanayiler kurar. Kalabalıklaşır: klan, aile, köy, kabile düzeninden şehir düzenine; şehirden devlete, devletten krallığa/imparatorluğa geçer. Fırat, Dicle havzasında kurduğu Mezopotamya uygarlığının üzerine Mısır (Milattan Önce’nin üç bin yılı boyunca) Yunan (MÖ 750-150), Roma (MÖ 27-MS 395), Osmanlı (1299-1922) imparatorluklarını kurar.
Tüm bu gelişmelerle insan sahip olduğu nimetlerin sayısını ve kalitesini artırır. Nimetlerin çoğalması ilkel dönemde 20-25 yıl olan insan ömrünün 80-90 yaşlara çıkmasını sağlar.
İnsanoğlunun karnını doyurma ihtiyacı, avcılıktan ziraata geçmesiyle mal-mülk sahibi olma hırsına dönüşür. Gün bulduğunu gün yerken yarın için biriktirmeye başlar. Mülkiyet fikri bu şekilde doğar. Kabile mülkiyetinden, aile mülkiyetine, oradan şahsi mülkiyete geçilir.[ii]
Mülkiyeti güçlü olan başkalarını yönetmeye; daha çok köleye, kadına sahip olmaya başlar. Bu sınırlanamayan arzular (hırslar) çoğalan insan arasında kavgaların, savaşların çoğalmasına yol açar. Avcılar hayvanı çok olan orman alanlarını elinde tutmak için, çobanlar çayırları daha çok olan sahalara sahip olmak için çarpışır, birbirlerini öldürürler. Güçlü topluluklar kendilerine itaat etmeyen zayıfları kılıçtan geçirir, vicdansızca öldürürler.
Temel ihtiyaçlarını karşılama konusunda sınırları aşan; hırsızlık yapan, kadınlara tecavüz eden, cinayetler işleyen insanı hizaya sokmak için arayışlar başlar. Güçlünün güçsüze, haksızın haklıya eziyet etmesini önlemek için kurallar icat edilir: Tanrı, Tanrılar ve onların buyrukları… Cennet, Cehennem; Melek, Şeytan… MÖ 1800’lü yıllarda yaşayan Babil Kralı Hammurabi “Tanrı’nın kendisine tüm halkın uymasını istediği kurallar gönderdiğini” söyleyip bu kuralları şehir meydanındaki büyük kayanın üzerine yazdırır: Öldürmeyeceksin, öldüreni…; çalmayacaksın, çalanı…
Benzeri kurallar yine Tanrı(lar) referans alınarak Mısır firavunları, Yunan filozofları, Roma imparatorları… tarafından dile getirilir. MÖ 1500’lü yıllarda İran’da Zerdüşt Tanrı’nın tek olduğunu söylemeye başlar. Hz. İbrahim benzeri açıklamalar yapar, nihayet Hz. Musa ilk tek Tanrılı dini kurar. (MÖ 1250) Aynı esas Hristiyanlık ve Müslümanlık dinleri tarafından da benimsenir. Tüm bu gelişmelere rağmen günümüzde dünya nüfusunun yarısı civarındaki kısmı hâlâ çok Tanrılı kadim inançlarını muhafaza etmektedir. Bu durum insanoğlunun alışkanlıklarını/inançlarını değiştirmesinin ne kadar zor bir hadise olduğunu da ortaya koymaktadır.
Din kuralları ile insanoğlunun hırsları, kötü yanları kontrol altına alınmak istenir; daha ahlaklı, daha huzurlu bir toplum inşası hedeflenir. Önce sihirbaz ardından papaz, rahip, imam (ruhban sınıfı) insana Tanrı’nın buyruklarını hatırlatarak doğru yolda kalmasını sağlamaya çalışır. Orta Çağ Avrupa’sında din kurallarına uygun hareket etmek Ruhban Sınıfı tarafından bir mecburiyet haline dönüştürülür. Bu baskıların mantık kurallarının dışına çıkması ve eziyet haline dönüşmesi halkın tepkisine yol açar. Rönesans, Reform hareketleri ile laik döneme geçilir. Artık din kuralları Tanrı ile insan arasında bırakılacak; toplumsal düzen, insan aklının süzgecinden geçmiş çağdaş hukuk kuralları ile sağlanacaktır: Evlenme/boşanma, doğum kontrolü, cezalandırma gibi sosyal nizamın tesisi ile ilgili kuralların belirlenmesi ve çıkan sorunların çözümlenmesi din adamları tarafından değil uzman kişiler tarafından gerçekleştirilecektir.
Bu arada, ilk Homo Sapiens’den bu yana 200 bin yıl gibi bir süre geçse de insanoğlunun ihtiyaç ve hırslarında hiçbir değişiklik olmamıştır. Tam tersine İnsanoğlu kendisi, ailesi, köyü/kasabası veya ülkesi için daha çoğunu biriktirmeye veya istemeye devam etmektedir. Bugünkü dünyada tek bir kişinin sahip olduğu mal mülkün miktarı dünya üzerindeki 200 civarındaki devletin birçoğunun sahip olduğu servet miktarının üstüne çıkmıştır. Yani daha çoğa sahip olma ve hükmetme hırsı 200 bin yıl öncesine göre çok daha ileri boyutlara ulaşmıştır.
Bu tablo dünya nimetlerinin adaletli bölüşümünü de eski zamanlara göre çok daha kötüleştirmiştir: Bazıları başını sokacak bir ev bulamazken diğer bazıları saraylarda lüks safahat içinde yaşamaktadır. Adalet yokluğu veya eksikliği başkaldırıların ortaya çıkmasına yol açmakta, çıkan başkaldırılar ise gücü fazla olanlar tarafından baskı, zulüm ve öldürmelerle sonlandırılmak istenmektedir.
[i] Zaman içinde; kadın erkek eşitliğinden çocuk doğuran, adet gören kadının baskı altında tutulduğu döneme geçilecektir. Tek kadınla yetinmeyen erkek kadını mülkü gibi görecek onun kapanmasını isteyecektir.
[ii] Mülkiyetin korunması ihtiyacı aynı zamanda devletin doğuş nedenlerinden de birisini oluşturacaktır.