Geçen hafta inovasyonla tarımın nasıl cazip hale getirilebileceğine dair 11 maddelik bir öneri listesi kaleme almıştım. Konu sosyal medyada oldukça ilgi gördü ve yeni öneriler ekleyen birçok okuyucu oldu. Bu durum tarım ve gıdanın halkın gündeminde sıcak bir başlık olduğunu gösteriyor. Öneriler arasında kooperatifçilik öne çıkıyor. Büyük şirketlere çiftçilerin ortak edilmesi ve bu kurumsal firmaların genç girişimcileri farklı iş birliği modelleri ile desteklemesi gerektiğini dile getirenler de oldu.
Tarım politikaları çok boyutlu bir mesele. Konunun sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal pek çok alt başlığı var. Biz sadece inovasyon perspektifinden ele alıyoruz. Mevcut şekliyle köye dönüşün olamayacağı, tarımın genç kuşaklara çekici kılınması için yapılması gereken üst yapı ve alt yapı ile ilgili detaylara girmiyorum burada.
Türkiye’de tarım teknolojileri alanında startuplara büyük fırsatlar olduğunu düşünüyorum. Eğer ihtiyacı ve problemi doğru tespit ederlerse ve iyi bir iş modeli tasarlayabilirlerse girişimlerini büyük tarım ve gıda firmalarına yatırım veya satış şeklinde ulaştırmalarının zor olmayacağına inanıyorum.
Başarılı girişimlerin çıkması için ihtiyaçları ve trendleri çok iyi tespit etmek gerekiyor. Tarımda bazı önemli trendleri şu şekilde sıralayabiliriz:
- Bitki bazlı et
- Topraksız tarım
- Organik ve vegan ürünler
- Sentetik biyoloji
- Biodiesel
- Mikro ve dikey tarım
- Sürücüsüz traktörler
- Entegre çözümler (dronelar, robotlar, akıllı çiftlikler, traktörden bilgisayara veri işleme vb.)
Geleceğin bu önemli başlıklarını tarıma gönül vermiş genç girişimci kardeşlerimize mutlaka öneririm. Asıl bu hafta konuya esas uzmanlık alanım olan kurumsal inovasyon (kurum içi girişimcilik) penceresinden bakmak istiyorum. Maalesef pek çok firmada gördüğümüz hata; inovasyona ihtiyaç değil çözüm odaklı yaklaşmaları. Sadece mevcut çözümlere odaklanırsanız basit ürün iyileştirmelerinden öteye gidemezsiniz.
Yapılması gereken; yeni pazarlar (mavi okyanus) yaratan radikal ve yıkıcı inovasyonlara imza atmak. Bu da ancak “Jobs-to-beDone” ve “Blue Ocean” gibi sistematik ve metodolojik yaklaşımlarla mümkün. Kerim Ülker’in köşesine taşıdığı Red Bull buna çok iyi bir örnektir. Çoğu şirketimiz maalesef kırmızı okyanusta rakiplerle kıyasıya çarpışmakla zaman tüketiyor. Neden rakibin hiç olmadığı pazarlar yaratmıyorsunuz? Mesela Ülker’den artık tüm dünyada fenomen olabilecek Red Bull (enerji içeceği şart değil, yeni bir pazar oluşturan herhangi bir ürün) gibi radikal bir inovasyon çıkmalı. Torku’nun No On denemesi olumlu ama tüketici için çok yeni bir tat değil. Dimes’in çabalarını takdir ediyorum ama onların da pek çok yeni girişimi (soğuk kahve, milkshake, smoothie) zaten dünyada mevcut ürünler. Hiç birisi yeni bir pazar/segment/kategori değil. Uludağ’ın soda bazlı kozmetik ürünleri cesurca bir adım fakat gıda sektöründe radikal inovasyonlar için çok daha geniş alanlar var.
Şu soru ile kapatalım; Türk Traktör, Başak, Erkunt gibi yerli üreticilerin gerçek rakibi John Deere veya Massey Ferguson mudur yoksa topraksız tarım mı? Ya da drone’lar mı? Birileri traktörlerin daha akıllı hale gelmesi için uğraşmalı elbette ama birileri de topraksız veya susuz bir dünyaya uyandığımızda nasıl besleneceğimizi çalışmalı. İhtiyaç traktör değil beslenmedir. İnovasyonun özü de mevcut çözümlere saplanıp kalmak yerine ihtiyacı alternatif yollarla yüksek etkili şekilde gidermektir.