Hüseyin Güler, Kastamonu Entegre İş Planlama ve İnovasyon Direktörü. Resmi sıfatı böyle ama işinin adı ve mevcudiyetinin tanımı “İnovasyon Orkestra Şefi”, inovasyon orkestrasyonu yapıyor... Duyunca konunun üzerine atladığımı tahmin edersiniz. Bana ilginç gelmesi ayrı… önemli olan sizin için ilginç olması, bakalım nasıl bulacaksınız…
Röportajdaki ilginç olaylar dizisi bu kadarla sınırlı kalmıyor. Hüseyin Güler’i neredeyse 20 yıl önce bir üniversite öğrencisiyken tanımıştım, bugün karşıma “inovasyon voltranı” olarak çıkması güzel bir sürpriz. Başarılarla buluşunca insan yaş aldığına üzülemiyor desem de içim bir tuhaf oluyor, bu benden itiraf!
Hikayemizi izninizle kısaca anlatacağım; profesyonel gazetecilikten ayrılıp kendi başıma uçmaya başladığım ilk yıllar, heyecanım dorukta, enerjim zirvede… Dünyaları yıkıp kuracağımdan eminim! Kendime, “madem masanın karşı tarafına geçme cesaretin var, özgürlüğünü ilan ettin, inandıklarını yapmayı tercih ettin… haydi ne duruyorsun; kendi hayatına anlam, başkalarının hayatına değer katabilecek proje geliştir!...” komutunu verdim. Ben kendimden bile olsa, komut almaya göreyim, müthiş proje yaparım. Ülkenin tek kurtuluşu olduğuna inandığım üniversite gençliğine yönelik “sektör strateji yarışması” düzenledim. Yıllarca farklı sektörlerin sorun ve fırsatlarının ele alındığı, güncel bir senaryoda yaratıcı çözüm geliştiren gençler sektörün önde gelen yöneticilerinin değerlendirmeleriyle dereceye giriyor, karşılığında yüksek lisans sertifika programları - MBA yapma hakkı - kişisel gelişimlerini tamamlayacak konularda somut katkılar alıyorlardı. Kurumlar ve kuruluşlar kişiye özel katkıları vermekte yarıştılar. Her yıl en az 2 kez düzenlenen yarışmada, fikrime itibar eden dostların desteğiyle Türkiye’nin her yerinden çok sayıda gence dokunduk. Amacımız sistemli fikir geliştirmelerini, yaratıcı olabilmelerini sağlamaktı. Ve işte sevgili Hüseyin Güler de ödüle hak kazanan gençler arasındaydı… Yıllar sonra karşıma çıkınca, nasıl duygulandığımı anlatmaya kelimeler yetmez. Bu röportaj işte bu nedenle ayrıca anlamlı. “Kariyerimin başında İndeks İletişim Strateji Yarışması’yla hayatıma dokundunuz, kendi potansiyelimi keşfetme noktasında bu yarışmanın önemli bir katkısı oldu.” diye söyleşimizin başında duygularını ifade edince ağlamaya ramak kala sorulara geçtik.
Ne konuştuk; inovasyon kelimesini çok seviyoruz, duyduğumuz andan itibaren cümlelerimizin arasında geçirmekten mutlu ve gururluyuz. Buna karşın, tam olarak inovasyondan ne anlıyoruz bir muama. İnovasyon kelimesi popüler olsa da bu alanda profesyonel olarak çalışmanın seksi gelmediğini itiraf edelim. Ben bu söyleşi sayesinde kaç kişiyi ikna etmeye aracı olabilirim bilemem ama bir konuyu bu kadar özenle ve keyifle anlatmanın mümkün olabileceğini tahmin etmezdim. Umarım aynı duyguları paylaşırsınız.
Bu arada bilmeyenler için Kastamonu Entegre’nin hikâyesini okumak ayrıca keyifli, benden söylemesi. Mobilya sektörünün İntel’i diye tanımladı Güler. Bu yakıştırmayı hak ediyor!
Söyleşimizi youtube kanalımdan da izleyebilirsiniz.
Yaprak Özer: İnovasyonun anlamıyla daha yeni el sıkışma sürecini geçmişiz şimdi bir de orkestrasyonu çıktı… Tanımı nedir?
Hüseyin Güler: Tabii çok fazla inovasyon tanımı ve çerçevesi var. Ben en basitinden ve en çok tercih ettiğimden başlayayım. İnovasyon, bizim için değer yaratan yenilik demek… Hayatımızda birçok yenilik olabilir ama burada esas olan yaptığımız işin bir değer yaratıp yaratmadığı… Ekonomik değer de olabilir, sosyal bir değer de olabilir. Eskiden ekonomik değer olarak bakıyorduk ama artık sosyal değer yaratmayı da inovasyonun çerçevesine aldık. Kimin hangi ihtiyacını yeni bir üslupla, nasıl çözüyoruz ve bu nasıl bir fark yaratıyor?
Yaprak Özer: “Değer yaratan yenilik” ne demektir? İnovasyon yenilik değil mi?
Hüseyin Güler: Değil… Zihni Sinir Projeleri düşünelim. Bunların hepsi bize yenilik olarak sunuluyor, biz satın almaya, para vermeye veya birisinin hayatında fark yaratmaya inovasyon diyoruz.
Yaprak Özer: Ar-Ge eşittir inovasyon mudur?
Hüseyin Güler: Değildir, çünkü Ar-Ge’de netice itibarıyla biz para koyuyoruz. Para koyup bilgi üretmeye çalışıyoruz. İnovasyonda ise o bilgiyle, değer üretmeye çalışıyoruz. Ar-Ge inovasyonun bir girdisidir.
Yaprak Özer: Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin dediği gibi ünlü fikir insanının… bana inovasyonun örneğini verebilir misiniz?
Hüseyin Güler: İki tane örnek vereyim, aradaki spektrumun genişliğini anlatmak için… Bir tanesi çok konuştuğumuz, Elon Musk’ın Tesla aracı… Arkasında milyar dolarlık Ar-Ge’si olan bir inovasyondan söz ediyoruz. Dünyayı değiştirmeye namzet bir inovasyon… Otomotiv sektörünü yıkabilir, yepyeni bir dönüşüme imza atabilir. Bu sene dünyanın en değerli otomotiv şirketi haline dönüştü.
Afrika’nın bir köyünde bambu evlerin üzerine güneş panelleri yerleştirmişler. Aslında bu çok sıradan bir şey… Ama o köy, o bölge için yeni bir şey ve onlar için bir inovasyon… inovasyonun illa yepyeni bir şey olmasına gerek yok… Bulunduğumuz bölgeye - insanlara o ana kadar olmayan bir fark yaratması ve birilerinin işine yaramış olması gerekiyor. İki tane çok ayrı uçtan örnek size…
Yaprak Özer: Bir Zihni Sinir sorusu da benden; Toyota da araba yapıyor Volkswagen de… Ford da Fiat da yapıyor. Yeni yeni ürünler çıkartıyorlar. Onlarınki inovasyon değil de, Tesla’nınki mi oluyor? Farkı anlatalım. Neden Elon Musk inovatif biri ve inovasyon yapıyor da, X firmasının aracına inovasyon yaptı demek aklımızdan geçmiyor?
Hüseyin Güler: Aslında bence hepsi inovasyon yapıyorlar ama Elon Musk’ınki radikal ve yıkıcı bir inovasyon. Dönüştürücü bir etkisi var. Ben otomotiv sektöründe çalıştım. Oradan örnek vereyim bir fabrikanın, işletmenin içerisinde işlerimizi daha iyi yapma manasında gün içerisinde bile birçok inovasyon yapıyoruz aslında… İnovasyonu ne çok büyütelim ne de çok zormuş gibi kabul edelim. İnovasyonu en basit haliyle işlerimizi daha iyi yapma biçimi olarak tanımlayabiliriz. Dereceleri var; radikal dönüşüm etkisi olan inovasyonlar da var; günlük yaşantımıza ufak dokunuşlarla fayda sağlayan inovasyonlar da var… Toyota da Volkswagen de elbette inovasyon yapıyorlar.
Yaprak Özer: Parayı verdim katma değer sağladım diyemiyor muyuz, satılan her şey inovasyon değil o zaman…
Hüseyin Güler: Değil…
Yaprak Özer: Hayatımıza faydalı mı olmalı inovasyon?
Hüseyin Güler: Faydalı olmalı…
Yaprak Özer: Kim diyor, kime göre deniyor?
Hüseyin Güler: İnovasyon profesyonelleri ve bu işin de bir külliyatı var… İnsanlıkla beraber, insanlığın var oluşundan bu yana inovasyonlar var hayatımızda… ama bildiğimiz manada bir teorik çerçeveye oturtulması Schumpeter’le birlikte oluyor. İnovasyon bir ihtiyacı çözmeli… Ben de o ihtiyacımı çözmek için onu almaya değer görmeliyim… Bir alıcısının olması gerekiyor kısacası… O zaman inovasyon oluyor.
Yaprak Özer: Değer ne demek, anlamıyoruz… Bu kültürel bir sorun. İnsanlığa göre değer dediniz mesela… İnovasyonu anlamlandırmak zaten zorken bir de orkestrasyonu çıktı.
Hüseyin Güler: Mesela arkadaşlarım benimle şakalaşıyorlar biraz, ne yapıyorsun sen falan diye… Ben mesela kendi kurumumda inovasyonun sahibi değilim. Kendimi inovasyonun patronu olarak görmüyorum. İnovasyonu fasilite eden, kolaylaştıran, ilgili iklimin oluşmasına katkı yapan, gizli kalmış yetenekleri bulup çıkartan, şirketin üst hedefleriyle bağını kuran, hatta üst hedeflerine girmesine birinci derecede katkı yapan ve bunun neticesinde de hem çalışanlarımızın hem de müşterilerimizin mutlu olmasına katkı yapan bir insanım.
Yaprak Özer: Çok ulvi bir görev bu… her bir noktaya dokunan ve katkıda bulunan ama elle tutulamayan bir şey…
Hüseyin Güler: İşte zorluğu da burada… Elle tutulamaması! Kendi değerimizi anlatmamızı zorlaştırıyor. Aslında birçok aracımız var. Ben de nasıl daha görünür hale getirebilirim, gençleri nasıl ikna edebilirim diye çok kafa yoruyorum. Büyüklerimizi nasıl ikna edebilirim, müşterilerimizin algısını nasıl değiştirebilirim? Birçok kaynaktan beslenmeyi öğreniyorsunuz. Sadece kendi alanımda değil, başkalarının aklından öğrenmeyi, voltran’ı oluşturmayı öğreniyorum. Bir orkestramız var. Orkestradaki her bir arkadaşımızı tanımak, hayatına inmek gerekiyor. Bazen yetenekler el vermiyor, hızlı bir şekilde dışarıdan birilerini katmak gerekiyor. Kısıtlı bir sürede herkesin tat almasını sağlamak gerekiyor ki, bir sonraki sefere daha yoğun daha ciddi daha istekli bir şekilde oraya otursunlar. Neticesinde de ortaya bir menü çıksın.
Yaprak Özer: İnovasyon, inovasyon olalı, böyle de güzel tarif edilmemişti, tebrik ediyorum. Türkiye’de inovasyon ne kadar yaygın? Bir ölçüm var mı bununla ilgili?
Hüseyin Güler: Ülke çapında analizler var; inovasyon endeksi var. Ama ben bunların bize çok fikir verdiğini zannetmiyorum.
Yaprak Özer: Sonuçlar kötü olduğu için mi söylemek istemiyorsunuz?
Hüseyin Güler: Yo yo… Oradaki sonuç mu, değil mi emin değilim. O yüzden tereddütlüyüm. Aslında süreci sonuçmuş gibi toparlayınca garip oluyor. Uzun yıllar kamuda, akademide doktora çalışmamda bu sorunun cevabını aradım. Geldiğim aşamada firma düzeyinde olaya bakmanın daha anlamlı olacağını düşünüyorum. Birincisi; firmalar olarak inovasyon yapabiliyor muyuz, inovasyonda fark yaratabiliyor muyuz? İkincisi; bireyler olarak fark yaratabiliyor muyuz, inovasyon yapabiliyor muyuz? Ben ülke olarak inovasyonda derinleşmenin daha kıymetli olduğunu düşünüyorum. Bu şekilde bakarsak, ürettiğimiz inovasyonlar veya pazara sunduğumuz inovatif örneklerin artacağını düşünüyorum.
Yaprak Özer: Şimdi biraz da Kastamonu Entegre’den söz edelim… lamine, parke deyince; mobilya dekorasyon ve inşaat sektöründe tedarik zincirinin en önemli kaynaklarından biri. Levha, tezgah, kapı yüzeyi gibi ürünlerle dünyada söz sahibi. Geleneksel bir sektördesiniz? Dışarıdan baktığınızda inovasyon size uymuyormuş gibi düşünülebilir.
Hüseyin Güler: Biz mobilya sektörünün Intel’i gibiyiz… Intel firması bilgisayarlar için ne anlam ifade ediyorsa, biz de mobilya sektörü için benzer bir anlam ifade ediyoruz. Yıllar önce Intel firması Barcelona’nın formasının içine ilan vermişti. “Intel Inside” yazıyordu… Üstte görmüyorsunuz, fakat hani formanın içini açınca görüyorsunuz. Bizim de mobilya sektörü için böyle bir yanımız var.
Eskiden çok pahalı evladiyelik olan mobilyaların artık her eve hızlı ve uygun fiyata erişmesi için evlerin daha estetik daha fonksiyonel olması için, birinci derecede katkı yapan bir firmayız. Yani mobilya sektörünün en önemli tedarikçilerinden biriyiz. Eskiden masif kullanılıyorken, artık ağaç bazlı panellerle, sunta ve mdf’lerle ürünler yapılır halegeldi.
Burada ürünün demokratikleşmesi diye bir kavramdan bahsedebiliriz. Sadece belli bir kesimin erişim imkanı olan bir ürünü alıp, dünyada herkesin alabileceği bir formasyona dönüştürmek… Bunun için de daha hafif, daha ucuz, daha fonksiyonel levhaları biz üretiyoruz. Bir günde dünyanın herhangi bir yerindeki 4 bin 500 evin tüm laminat parke, vitrindeki mobilya, kapıdaki iç dolgu paneli… ihtiyacını karşılıyoruz. Kastamonu Entegre böyle bir firma…
Türkiye’deki mobilya sektörünün ivmelenmesine ciddi bir katkısı var. Etle tırnak gibiyiz… Mobilya ve ağaç panel sektöründe dış ticaret fazlası veren bir sektöre dönüştük. Sektörün bu sene 3,5 milyar dolarlık, bizim 1 milyar dolarlık bir ihtiyacımız var. Çok hızlı bir şekilde 10 milyar dolara çıkması mümkün… Kastamonu Entegre Türkiye’den baktığımızda burada oturuyor. Dünya çapında var olan bir firmayız. 100 ülkeye ihracat yapıyoruz. Ciromuzun yüzde 60’ı yurt dışı operasyonlardan geliyor. Bu sadece ihracat değil, yurt dışına fiilen üretip yurt dışında sattığımız ürünlerimizden kaynaklanıyor. İtalya’da en büyük Türk yatırımcısı konumundayız. Rusya’da kendi sektörümüzde pazar lideriyiz. Balkanlar Doğu Avrupa’yı düşündüğümüzde ikinciyiz. Dünyada kendi sektörümüzde yedinci… Parkede çift haneli pazar payına doğru gidiyoruz. 1969 yılında Kastamonu’da kurulmuş bir firmadan bahsediyoruz. Geçtiğimiz yıl 50. yılımızı kutladık, firmanın 22 yıllık bir globalleşme hikayesi var. İlk yatırımımızı 22 yıl önce Bulgaristan’da yaptık. 2014-15’te… kendimizde geliştirmemiz gereken iki önemli kas olarak Ar-Ge ve inovasyonu gördük. İnovasyon global şirket olma sürecimizin bir parçası.
Yaprak Özer: Başarınızın sebebi mi, sonucu mu inovasyon? 50 yıllık bir firma bisikletten düşmemek için mi inovasyona sarılıyor yoksa inovasyon yaptığı için mi bu kadar yaygın oluyor? Globalde bir Kastamonu Entegre markası var mı?
Hüseyin Güler: Kuruluşumuzdan itibaren birçok inovasyona imza atmış bir şirketiz. Bana sorarsanız, laminat parkenin ülkemizde bu kadar yaygınlaşmasında birinci derecede bir rolümüz var. Eskiden hepimiz marleylerle, beton üzerine sarılmış halılarla uğraşmak durumundaydık. Bunu ortadan kaldırıp, bir günde bütün evinizi değiştirebilecek bir kolaylık sunuyoruz.
İnovasyon öteden beri bizim genlerimizde… Globali hedef olarak çizince, bu sefer inovasyona metodik yaklaşma ihtiyacımız oluyor. Sorunuzla bağ kuracaksak, evet biz bisiklet sürmeyi biliyoruz ama şimdi daha fonksiyonel bir şekilde o bisikleti sürmeye ihtiyacımız var. Yerine göre daha hızlı, yerine göre başkalarıyla senkronize sürmeye ihtiyacımız var. Bisiklet sürerken yeni değer alanları yaratmaya ihtiyacımız var. Dolayısıyla inovasyonu anlama ve inovasyona yaklaşım biçimimiz değişiyor. Böyle baktığımızda, dünyada Fortune 500’deki firmaların uygulamış oldukları inovasyon teknikleri neyse, kendi kültürümüz ve değerlerimizle bütünleştirip içimizde bir anlam türetmeye, bu anlamı da müşterilerimizle ve iş ortaklarımızla paylaşmaya başladık. Müşterilerimizle inşa etmeye çalıştığımız ortak bir inovasyon ajandamız var. İnovasyonla yan yana gelince, global ölçekte de fark yaratmaya başladı.
Sorunuza gelecek olursak; mobilya sektörü, ağaç bazlı panel sektörü... Bu gözle baktığımızda dünyanın her yerinde bilinen bir markayız artık. Çin’e bile ihracat yapan bir firmayız.
Yaprak Özer: İnovasyonun sahibi değilim, orkestrayı yönetiyorum dediniz. Sizde inovasyonun sahibi kim?
Hüseyin Güler: Bence inovasyonun sahibi tüm çalışanlarımız… İnovasyonu çalışanlar başka insanlar için yapar. Burada bir insan odaklı insan tarafının altını…
Yaprak Özer: Çalışanlar inovasyonu uygulayanlar olabilir ama hakiki sahibi bir lider olmamalı mı, bu daha akla yakın bir durum değil mi? Aksi ütopik geliyor bana… Yanlış mı düşünüyorum?
Hüseyin Güler: Ortaya koyduğunuz çerçevede önemli bir haklılık payı var. Sonuçta inovasyonu bireyler yapar. Bu anlamda baktığınızda sahibi çalışanlarımızdır ama burada bir şirketin inovasyona gönül vermesi için üst düzey sahiplik şart. Hatta üst düzey liderlik, en üst seviyede hemfikir kalınmış bir inovasyon nedeni şart... Bana da soruyorlar; şirkette inovasyon süreçlerine başlamak için neye ihtiyacımız var diye. Benim bir sıralama listem var. Bu sıralama listesinin en tepesine olmazsa olmazına üst düzey sahiplik ve en üst seviyede inovasyon amacında netleşmeyi koyuyorum.
Yaprak Özer: Şunu duymayı bekliyordum; evet bir liderliğe ihtiyaç var öyle ki, o kişi daha çok kazanmak, daha çok karlılık, daha yaygın, daha bilinir olmak için inanmış olsun… Yoksa siz kişiler gelip geçer yerine inanmayan bir geldiğinde konuyu zayıflatabilir… çalışan sahibi olduğunda başka olur mu diyorsunuz?
Hüseyin Güler: En üst seviyede, şirketin karar organında ben niçin inovasyon yapmak istiyorum? Ben niçin bu konuya yatırım yapacağım? Konularında amaç fonksiyonunun net olması lazım. Daha çok kar elde etmek için mi? Başka sektörlere kaymak için mi? Bir nedene ihtiyacımız var. “Nice to have”, olsa da olur olmasa da olur, çalışanlarımız bundan mutlu oluyorlar şeklinde bir şey olarak konumlandırmıyorum inovasyonu… Doğrudan üst yönetimin inisiyatifiyle başlayabilecek bir şey kurumsal inovasyon çabası… Kurumsal inovasyon pratikleri derken, sistematik ve metodik yollarla belli araçların kullanılması ve bu araçlarla elle tutulur gözle görülür fark yaratan neticelerin elde edilmesini kastediyorum. Bir şekilde hepimiz inovasyon yapıyoruz. Rekabetimizi ve geleceğimizi etkileyecek, hatta tanımlayacak inovasyonları kastediyoruz. Zaten inovasyon bugünden çok yarının bir meselesidir.
Yaprak Özer: Biter mi hiç inovasyon?
Hüseyin Güler: Bitmez. İnsanlık var oldukça, inovasyon devam edecek. Burada ince bir çizgi var. İnovasyonun bir keşif tarafı var; bir de bugün için değer üretme tarafı var. Bu ikisi karıştırılıyor birbirine… İnovasyonda heyecan verici taraf, yarını tanımlamayla ilgili… vizyonla bir bağ kurmamız lazım. Bu bağ yetersizse, insanlar ikna değilse, genelde şirketlerde bu tip çabalar başarısız oluyor. Bu bağ kuvvetliyse, biz çalışanları inovasyonun sahibi yapabiliyoruz. Yani kendiliğinden olan bir şey değil. Sanıyorum netleştirdim.
Yaprak Özer: Biraz daha netleştirebilmeniz için Kastamonu Entegre üzerinden bir soru sormak istiyorum. Sizin inovasyon sonuçlarınız nedir?
Hüseyin Güler: Pandemi döneminde bile yüksek kapasite kullanım oranlarıyla üretim yaptık. Üretmek de genlerimizde var ve mevcut birikimlerimizi daha iyi bir şekilde yorumlayarak iyi bir noktaya doğru gidiyoruz. Bu da kendi içinde bir inovasyonu barındırıyor…
İnovasyon pratiklerinde derinleşmeye başlamakla birlikte şunu gördük. Dedik ki, evet biz kendi işimizi çok iyi biliyoruz. Ama yeni bir şey yapmak istiyorsak, dışarıdan bilgilere ihtiyacımız, bir ekosistem oluşturmaya ihtiyacımız var. Bu noktada aslında inovasyon çalışmalarıyla birlikte radikal bir karara imza attık. Şirketin Ar-Ge’sini lokasyonlardaki dağıtık çalışmaları toplayıp, bunları bir üretim merkezimizde birleştirmedik, Türkiye’nin en güçlü Ar-Ge sistemlerinden biri olan savunma sanayii, kimya ve malzeme teknolojilerinde start up’ların, büyük firmaların olduğu Teknopark İstanbul’a taşıdık.… İnovasyonla ilgili yaptığımız çalışmanın çok somut bir çıktısı… Çünkü şirketin gelecek vizyonuna etki eden bir sonuçtan bahsediyoruz. Bugün etkisini çok net göremiyoruz ama gelecekte net bir şekilde göreceğimize inanıyorum. Bir İngilizce üçlemeyle yanıt vermem lazım. “output” - çıktı ne? İşin bir “outcome” tarafı, nedir? Bir de etki tarafı var: impact!… tanımlayabilir misiniz?
Yeni bir Ar-Ge ekibi oluşturduk iki yıl gibi bir sürede Avrupa Birliği ve TÜBİTAK fonlarından ciddi birikimler elde ettik. Çıktı olarak bunu ekleyebilirim. İkincisi, kurum içi girişimcilik programımız var. Bu kurum içi girişimcilik programımızda fikri denklik, empati ve kolektif zeka ilkeleri çerçevesinde genç arkadaşlarımızın veya işte herkesin fikirlerini özgürce paylaşmalarını istiyoruz. Biz onlara mentorlarla, dışarıdan uzmanlarla ve fikirlerini projelendirmelerine katkı veriyoruz. Sahadaki ihtiyaçları test etmelerini istiyoruz. Buradan mesela son iki yılda 25 tane projemiz çıktı. Lean Start Up programımız var. Sonra bunları kuluçkaya taşıyoruz ve şu anda kendi kurum içi girişimcilerimiz var. Bu kurum içi girişimcilerimizin ürettiği değerle fiilen fatura kesmeye başladığımız projelerimiz var. Üst yönetim bu arkadaşlarımızın projelerine baştan bir para veriyor ikna olduğunda. Zaman içerisinde verdiği yatırım artmaya başlıyor. Kültürümüzde yepyeni bir şey, gittikçe daha iyi uygular hale geliyoruz.
Bu çalışmaları yaparken şunu gördük ki, yeterli değil bu çabalar. Esas olan bizim müşterilerimiz için değer yaratmak… “Trendsetter” müşterilerimizi belirledik, 8 trendsetter müşterimizle inovasyon ajandası inşa etmeye başladık… Şu anda da yine bu müşterilerle birlikte yürüttüğümüz, doğrudan bir ihtiyaca, bir problemi çözmeye kilitlenmiş ve ticari değer potansiyeli olan projelerimiz var. Müşterilerimizle ortak projeleri hızlı bir şekilde ticari değere dönüştüreceğiz 2021 yılında .
Yaprak Özer: Masasının etrafında değer yaratan fakat yatırım isteyen bir sandalyede oturuyorsunuz. Bunu destekliyor olmak da yönetim açısından, alkışlanacak bir şey… Bu çabalardan ortaya çıkan 25 proje, kurum içi girişimcilik gibi konular başka departmanların hanesine artı olarak mı yazılıyor?
Hüseyin Güler: Bunu biz de kendi içimizde tartışıyoruz. Sonuçta üst yönetime karşı hesap verirken, ticari potansiyeli öne çıkartmaya gayret ettiğim zamanlar oldu. Çok yerinde bir soru. Şimdi bizim bu konudaki esas duruşumuz kültür inşa etmek… CEO’muzla defalarca konuştuk. Çok güzel yönlendirmeleri oldu ve her defasında kültür tarafına odaklanmayı daha önemli buldu. Benim gibi bir inovasyon profesyoneli için bulunmaz bir nimet. Bunu çok ayırt edici buluyorum bizim şirketimizin genlerinde… Kültür tarafı başladığımız 4 yıldan bu yana bizim için hala ve hep daha üstte… Yani esas olan arkadaşlarımızın iş yapma biçimlerine katkı yapmak… Belli yetenekleri şirket içerisinde daha görünür hale getirmek…
Evet yatırım tarafına katılıyorum ama bunu en büyük kısmı insana yatırım tarafında, insan odaklı bir şirket olma noktasında… Bizim hikâyemizde fark yaratan noktanın bu olduğunu düşünüyorum. Kültürde derinleşelim çünkü dağıtık bir organizasyon yapımız var ve global düşünmeyi de bir ilke edindik. Yeni bakış açılarımızı geliştirmek, işimizi daha iyi bir şekilde yapmaya katkıya sağlamaya odaklanmanın daha önemli olduğunu düşünüyoruz ama buraya kadar benim size anlattığım işin bir tarafı… Müşteri inovasyon projeleri dediğimiz tarafta ticari beklenti tarafımız daha ağır basıyor.
Yaprak Özer: Trendsetter 7-8 müşteriyi neye göre seçtiniz? Sizden daha fazla alışveriş yapana göre mi seçtiniz? O da mı kültür?... Kafa enerji uyumu bir de…
Hüseyin Güler: İnovasyonda kimya uyumu şart. Birlikte öğreneceğimiz, satış hacimlerinden çok, dünyayı yorumlaması yakalaması daha farklı bizi de bir tık zorlayabilecek olan müşterilerimizi seçtik ve burada hacim yaratmaktan çok geleceğin ürünlerini nasıl tasarlayabileceğimizi konuşuyoruz. Yani hikaye bu… Yani bunun ben Türkiye için fark yaratan bir örnek olduğunu düşünüyorum. Müşterilerimizle bir araya geldiğimizde empati yapmayı öğreniyorum; varsayımlarla yol almak yerine, oradaki ihtiyaç neyse, bu ihtiyacı birlikte keşfetmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Design thinking de böyle başlıyor. Biz Türkler, tam da burada zorlanıyoruz. İnovasyon eşittir fikir olarak kabul ediyoruz. Veya inovasyonun başlangıç noktası eşittir fikir üretmek olarak görüyoruz. Halbuki hayır ve çok net bir şekilde hayır. Esas başlangıç noktası, empati yapmaktır. Yani bir şeyi anlamaya odaklanmaktır ve olabildiğince nötr bir şekilde anlamaya odaklanmaktır.
Yaprak Özer: Müşteri inovasyon projelerindeki ticari beklentinizi nasıl anlatırsınız?
Hüseyin Güler: Pazara penetre edilebilecek ürünler geliştirmek ve bunların da sektörel dinamiğimize baktığımızda bir ürünün pazara penetrasyonu hızlı olmuyor. Yıllar içerisinde etkisini arttırabiliyor. Dolayısıyla bizim için yepyeni ürünlerde fatura kesmeye başlamak çok önemli. Start-up gibi düşünüyoruz. Bir projeye ya da yeni bir kavrama para ödemeye hazır birileri varsa, bizim için bir anda çok kıymetli hale geliyor. Bu ürünü ya da çözümü nasıl daha iyi hale getirebileceğimize, nasıl büyütebileceğimize odaklanıyoruz. Müşterimizle ve hatta bazen kullanıcıyla birlikte öğrenmeyi tercih ediyoruz. Bizim için de sektörümüz için de Türkiye’deki pek çok firma için de yeni bir şey olduğunu düşünüyorum. 2019 ve 2020 yıllarında çok somut bir müşteri inovasyon portföyümüz oluştu.
Yaprak Özer: Türkiye’de mi bunlar?
Hüseyin Güler: Şu anda Türkiye’de… Bu 25 projenin dışında bir konudan bahsediyorum şu anda… Üçüncü bir şeyden daha bahsedeyim mi? İnovasyonu anlamada zorlandığımız taraf burası… Bir taraftan kültür de geliştirmemiz gerekiyor. “Bu iş yürüyor” mesajını görünür kazanımlarla ortaya koymamız gerekiyor, örnek müşteri inovasyon projeleri… Quick win’ler değil görünür kazanımlar ortaya koymamız gerekiyor.
Bir de teknoloji tarafı var. Ar-Ge’de de yeni ürün geliştirmek… Evet, birkaç projemiz var ama pastanın çileği gibi oluyor. Odaklanmamız, gelecek için ihtiyaç duyduğumuz özgün teknolojileri geliştirmek… Kastamonu Entegre’nin esas başarısı, üçlü karmayı hatta duruma göre dörtlü karmayı çok iyi bir şekilde yapıp yönetebilmek için iştah sahibi olması… Bir şirkette inovasyon böyle pat diye bir anda olmuyor. Öğrenciliğimden hatırlıyorum, gazetelerde onlarca manşet gördük, inovasyona ve yeni ürünlere ilişkin Türkiye’den… Şu an hiçbirisi yok…
Bir, özgün teknolojimizi geliştireceğiz. Müşterilerimizle birlikte ticari ürünlerimizi ortaya koyacağız. Neticede inovasyonu robotlar yapmıyor, yapay zeka yapmıyor, insanlar yapıyor. Kültürümüzde geliştireceğiz, değerlerimizden besleneceğiz ve yeni hedeflere daha iştahlı bir şekilde sarılacağız. Bence inovasyonun yapacağı en önemli katkı budur.
Biz kolaylaştırıcıyız. Neticede çıktının sahibi başka bir fonksiyon olabilir. Önemli olan, biz o pastayı yerken hep birlikte bir tat alabiliyor muyuz? Zaten tat alamıyorsak birliktelikten, kolektif zekadan söz edemeyiz. İnovasyonda başarılı olan şirketlere baktığımızda, “süpermen”lerden çok voltran’ları görürüz.
Yaprak Özer: Faaliyet raporunuzda sözünü ettiğiniz 25 proje ve inovasyon orkestrasyonu kimlerin hanesinde yazıyor?
Hüseyin Güler: Şu anda bizim hanemizde yazıyor.
Yaprak Özer: O zaman alkışlanası bir şey bu…
Hüseyin Güler: Ama şöyle bir şey… Pandemide öyle bir örneğimiz oldu. Belli bir noktadan sonra projeleri ilgili departmanlara devretmemiz gerekiyor. Tartıştığımız nokta, inovasyon projeleri devir aşaması… Şunu fark ettik ki, farklı tipte projelerin farklı devir süreçleri olması gerekiyor. Zaten ürünümüze aşık olursak, gelişemeyiz… Biz tetikleyici-ateşleyiciyiz… Projelerimizi belli bir noktadan sonra devretmek, başarı ölçütümüz… Ticari değer sağlaması, etkiyle (impact) alakalı olan kısım… Türkiye olarak da zorlandığımız burası… daha çok odaklanmaya ihtiyacımız var. Bir projenin devredilmesini de kutlamayı öğrenmemiz gerekiyor kısacası…
Yaprak Özer: Sizden yani bu işin orkestrasyonunu yapan ekip ya da lider olarak Türkiye’de başkaları da var mı?
Hüseyin Güler: Şirketlerimizde inovasyon yapılanmaları artıyor. Bu iyi bir şey… Ben de çokça soru alıyorum. Hatta bu konuda çalışmak isteyen profesyonellerin sayısı da artıyor. Bu güzel bir şey… Şirketlerde inovasyonun gündeme oturması için mutlaka bu ajandanın üst yönetim tarafından tayin edilmesi gerekiyor. Danışmanlarla veya alttan olabilecek bir iş olarak görmüyorum. Dolayısıyla mesela bir sürü toplantı yapıyor değişik sivil toplum kuruluşları ve katılıyorum. Genelde uzman seviyesindeki arkadaşlar katılıyor. Halbuki CEO seviyesindeki karar alıcıları oraya toplamak gerekiyor. İnovasyon CEO seviyesinden başlar. Neticede ben bir kolaylaştırıcıyım, yani bir fasilitatörüm. Organizasyon içerisinde inovasyon şampiyonlarını geliştirmeye gayret ediyorum. Bir karmaya ihtiyaç var. Bir iklim meselesi her şeyden önce…
Yaprak Özer: CEO’lar çok meşguldür belki… Aslında keşfedilse ki, bu süreç sayesinde karlılıklar sürdürülebilir bir şekilde artıyor.
Hüseyin Güler: Bu, kimya meselesi… Ben 2016 yılında-hatta onu saklıyorum-inovasyon programımızı başlatmakla ilgili CEO’muz Sayın Haluk Yıldız’a yolladığım e-postaya 6 dakika içerisinde uygundur yanıtı almıştım. Yani bunu da gururla anlatıyorum. İnovasyon, konuşması kolay bir şey, fakat icrası için çok farklı taşların çok uyumlu bir şekilde ahenkli bir şekilde bir araya gelmesi gerekiyor.
Yaprak Özer: Son sorum: “Türkiye’de niyet var metot yok” gibi bir çıktı dikkatimi çekti.
Hüseyin Güler: Bu, 2016 yılında bizim böyle dörtlü direktör ekibi olarak kendi içimizde yaptığımız bir tespitti. Satış pazarlama direktörümüzün tespitiydi. Biz açıklıkla üzerine gittik. Niyetin olması güzel bir şey… Sahiplenmeyi gösterir.
Yaprak Özer: Bu sizin için değildi. Ben bunu Türkiye için ifade etmiştim.
Hüseyin Güler: Ben kendi gerçeğimizden yola çıkarak anlatmak isterim. Sonrasında gerçekten bir sinerji ortaya çıktı ve bugünlere gelebildik. Ve artarak devam ettiğini görüyorum bizim şirketimiz özelinde… Bana sorarsanız, bunun Türkiye’deki her şirketimizde olması mümkün… Bizim problemlerden beslenerek geleceği bugüne taşıma görevimiz var. Türkiye’deki birçok şirketin inovasyonla, sistemli kurumsal inovasyon faaliyetleriyle fark yaratabilecek kabiliyette olduğunu düşünüyorum. Sadece doğru kişilerle, doğru kişilerin konuşmasının önemli olduğunu, iyi örneklerin doğru anlatılması gerektiğine inanıyorum…
Yaprak Özer: Türkiye çok büyük bir coğrafya ve çok kalabalık bir ülke… zor zamanlardan geçiyor. Önünde birtakım engeller de var, düşünmek ya da aksiyon almak için… Ama bu bir kültür meselesi… Eğitim sistemimizin içerisine yerleştirilebilecek unsurlarla sinerji, empati, kolektif zeka vs. dokularla büyümüş nesil fark yaratılabilir. Kontra sorular yönlendirmeme tolerans gösterdiğiniz için teşekkür ediyorum…
Hüseyin Güler: İnovasyon bizim kültürümüzde var ve çok güçlü bir şekilde var.
Yaprak Özer: Biz bilmiyoruz herhalde…
Hüseyin Güler: Tam onu söyleyeceğim… Bizim, inovasyonu kolaylaştırıcı araçlara ve kişilere ihtiyacımız var. Global manada bu konudaki tartışmalara baktığımızda, “design thinking”e, “lean start up”a, “agile” vs. bir sürü yaklaşımda inovasyonun da girişimciliğin de öğrenilebilen bir şey olduğunu görüyoruz. İnovasyon genlerimizde var. Biraz uluslararası literatür, global pratikler, kendi pratiklerimiz, kendi hikayelerimizle bu konuda kendimize yeni bir anlam katma ihtiyacımız var.