Başlıktaki söz rahmetli Güngör Uras’ın bir kitabının başlığıydı. Aslında kitaba adını veren Uras’ın bir makalesidir. Yılların faiz tartışmasını çok iyi karikatürize eden bir köşe yazısıydı. Son cümlesinde diyordu ki; “Uzatma... Bir gün indir, bir gün bindir. Bugüne kadar nasıl idare ettiysen öyle idare et gitsin...”
Geçen hafta Merkez Bankası politika faizini artırınca Uras’ın makalesi aklıma geldi. Acaba idare mi edeceğiz yoksa yapısal sorunlara yapısal çözümler mi bulacağız? Merkez Bankası’nın kararını eleştirmiyorum, bence doğru bir adımdı. Keşke daha önce atılabilseydi. Banka bozulan enflasyon görünümü karşısında yapması gerekeni yaptı. Yeni başkan Naci Ağbal ile birlikte TCMB hem söylem hem de aksiyon olarak çok daha farklı ve çok daha güven verici davranıyor.
Aslında Merkez’den borçlanan bankalar açısından kasımda bir faiz artırımı olmadı. Ağırlıklı ortalama borçlanma maliyeti neredeyse aynı kaldı. Ancak TCMB politika faizini 4.75 puan artırarak karmaşıklamış para politikasında sadeleşmeye gitmiş oldu. Daha önce geç likidite penceresi gibi aslında günün sonunda para bulamayan ya da elindeki parayı plase edemeyen bankaların başvurdukları teknik bir imkanı fonlama aracı olarak kullanıp, onun faizini artırarak “faiz artırmadan faizi yükseltme” yoluna gidiyordu. Aynı şeyi 2017'de de denemişti. O zaman bu hareket “politika faizine dokunamayan” Merkez’in parasal sıkılaştırmayı geçici kılmak için başvurduğu bir yol olarak görüldü. TCMB böylece politika faizine dokunmadan faiz etkisi yaratmak istedi. Olmadı, çalışmadı. Yaklaşık 1.5 yılın sonunda politika faizini tam 8.5 puan artırmak zorunda kaldı. Doğru bir uygulama değildi. TCMB geçen hafta politika faizi olan haftalık repo faizini artırıp, piyasayı bunun üzerinden fonlamaya başlayınca her şey yerli yerine oturdu, anlamına kavuştu.
Sadelik güzelliktir. Biz ise her nedense karmaşıklıktan uzak durmamız gereken dönemlerde daha da karıştırabiliyoruz. Hatırlarsınız 2020 baharında “aktif rasyosu”nu çıkardık. Bankaları ekonomiyi canlandırmak için kredi vermeye, kamu açığını finanse etmek için Hazine kağıdı almaya ve eriyen rezervleri güçlendirmek için topladıkları dövizi TCMB’ye getirmeye zorladık. Formülü tutturamayanlar için para cezası koyduk. Sonuçta bankaların mevduat iştahı azaldı. Öyle düşük faizler önerdiler ki, vadesi gelen bazı mevduatlar dönmedi. Mevduatın enflasyon karşısında kendisini korumadığını düşünen tasarruf sahibi arayışa girdi. Yüksek enflasyon ve TL’deki negatif reel faizin etkisiyle zaten güçlü olan dolarizasyon eğilimi daha da güçlendi. Portföy tercihleri değişmeye başladı. Dövize, altına, borsaya ve kamu bankalarının verdiği ucuz kredilerin de desteğiyle gayrimenkule gittiler. Buzdolabı, çamaşır makinası aldılar. Hatta bir kısım para sistemin dışına çıktı; cepte ya da evde tutulmaya başlandı. Yan etkileri görülünce BDDK aktif rasyosunda bazı değişiklikler yapmak durumunda kaldı. Ama yanlış uygulamalar ve mesajlar neticesinde gelişmekte olan ülkelere yönelik portföy akımlarının iyice oynaklaştığı dönemde Türkiye negatif ayrıştı. Para ve finansal sektöre ilişkin politika uygulamalarının yarattığı belirsizliğin ülkenin risk primini artırdığı ve kurda oynaklıklara zemin hazırladığı bir kere daha görüldü. Oysa “Ne kadar basit, o kadar iyi”ydi.
Merkez Bankası’nın kararı faiz, kur, varlık fiyatları ve beklentiler kanalıyla etkisini zaman içinde gösterecektir. Ancak bu faiz artırımına aşırı anlam yüklememek gerekir. Para politikasının sorunların çözümünde oynayacağı rol bellidir, sınırlıdır. Faiz artışının temel ekonomik sorunlara çözüm olmayacağı konusunda neredeyse herkes hem fikir. Uygulanacak etkin ve basiretli bir para politikası ancak TL ve fiyatlar üzerindeki baskıyı azaltarak hükümete, şiddetle ihtiyaç duyulan yapısal adımları atacak zaman kazandırır.
Türkiye’nin büyüyeme, işsizlik, enflasyon ve dış açık gibi çözüm bekleyen ciddi sorunları var. Bu sorunların çözümü için ekonominin sürdürülebilir ve makul bir büyüme hızına kavuşması gerekiyor. Ve bu büyüme istihdam yaratan nitelikte olmalı. Faiz artırımını bu ortamda kritik sorunların çözümüne yönelik zaman kazandıracak bir hamle olarak düşünmek lazım. Daha öte bir anlam yükleyip karar vericileri ve politika yapıcıları atalete yöneltmemeli; TCMB’yi başarısızlıkların hedefi haline getirmemeli. Titizlikle uygulanacak para politikasına başta maliye ve gelirler politikaları olmak üzere tüm iktisat politikaları aynı titizlikle eşlik etmelidir. Yoksa adımlar Güngör Uras’ın dediği gibi “İndir faizi, bindir faizi” çerçevesinde kalır. Hatırlayın Türkiye ekonomisi 2001 krizinde duvara çarpınca ciddi yapısal adımlar atılmıştı; hem de üç partili, zayıf bir koalisyon hükümeti tarafından. O sancılı ancak cesur adımlar bizi neredeyse 10-15 yıl götürdü. Büyüme hızlandı, enflasyon düştü, refah arttı, ekonomik ve finansal istikrar sağlandı. Yeni adım atma vakti çoktan geldi. Yoksa daha çok faiz indirir, faiz bindiririz.