Tıbbın babası Hipokrat 2500 yıl önce ‘yedikleriniz ilacınız, ilacınız yedikleriniz olsun” demiş. Gelin bu sözden hareketle, yeni teknolojilerle ‘icat edilen’ besinleri konuşalım.
Tabii ilk akla gelen yapay et. ‘Neden ki?’ dediğinizi duyar gibiyim. Bunun üç temel sebebi var: beslenme tercihleri, çevre hassasiyetleri ve ucuzluk-bolluk sağlama imkânı. Hatta bu eğilimler sebebiyle ‘yapay et’in 2040 yılında toplam et tüketiminin yüzde 35’ine ulaşacağı tahmin ediliyor.
Dünyada çoğu Hindistan’da olmak üzere 375 milyon vejetaryen (toplam nüfusun yüzde 5’i), 80 milyon da vegan (toplam nüfusun yüzde 1’i) olduğu tahmin ediliyor. Diyet tercihleri sebebiyle kırmızı etten uzak duranları da eklerseniz ciddi bir hedef kitle ortaya çıkıyor. Üstelik bu kişilerden gelişmiş ülkelerde olanların alım güçleri ve toplumsal etkileri yüksek.
Kırmızı etin çevreye olan negatif etkisi artık yatırımcı raporlarında bile yer buluyor. 1 kg sığır eti için 15 bin litre su kullanılıyor (1 kg zeytin için bunun beşte biri, 1 kg ekmek için bunun onda biri!). Et ve süt ürünlerinin dünyadaki sera gazı salınımının yedide birine sebep olduğu tahmin ediliyor. Yani küresel ısınma konusunda bir şey yapacaksak, ne yediğimizi de değiştirmemiz gerekecek gibi görünüyor.
Nihayet, kırmızı et asırlardır refahın sembolü olmuş. Mesela Yeniçeriler’in seferdeyken muhakkak kuzu eti ve pirinç piavı istemeleri! Giderek zenginleşen ülkelerdeki talep (Çin) veya yoksul ülkelerdeki protein ihtiyacının giderilmesi (bazı Afrika ülkeleri) için de gıdada bir dönüşüm gerekiyor.
Bu alanda çalışan iki ünlü şirket Beyond Meat (‘Etin Ötesi’) ve Impossible Foods (‘İmkansız Gıdalar’).
Su, bezelye, kolza yağı, patates, sirke, ayçiçeği gibi bitki bazlı içeriklerden köfte, sosis ve hamburger yapan Beyond Meat 2009’da kurulmuş. Geçen yıl halka açılan şirketin piyasa değeri 8.7 milyar dolar.
Bir Stanford Üniversitesi profesörünün girişimi olan Impossible Foods ise beş yıllık Ar-Ge çalışmasından sonra ilk ürününü 2016’da çıkarmış. Ürününün tadı ve görüntüsünün (pişerken pembeleşme dahil!) bildiğimiz ete çok benzemesiyle gurur duyan şirket henüz halka açık değil. Ama geçen yaz yaptığı yatırım turuna göre 4 milyar dolarlık bir değere sahip.
İki firmanın da fiyatları şimdilik kırmızı ete göre yüzde 20 daha pahalı. Ancak tıpkı yenilenebilir enerji maliyetinin giderek azalarak geleneksel üretime yaklaşmasına benzer bir süreci burada da görebiliriz.
Tabii bu firmalara bazı eleştiriler de geliyor: ürünler uzun proseslerden geçiyor, genetiği oynanmış bitkiler içeriyor, sağlığa olan etkileri henüz muamma ve -bazıları için- ‘çakma ürün’ statüsündeler.
Her halükarda, iki açıdan üzerinde düşünmeye değer örnekler. Birincisi, teknolojik dönüşüm ‘kırmızı et’ gibi binlerce yıllık bir alanı bile nasıl etkiliyor. İkincisi, karşı karşıya olduğumuz meydan okumalar (çevre, teknoloji, kıtlık) nasıl birbiriyle iç içe geçiyor. Yeni dünya işte böyle oluşuyor.