IMF, kredi açmanın koşulu olarak ülkeleri kemer sıkma politikaları uygulamaya zorladığı için, “acı ilacı zorla içiren" kurum olarak anıldı çoğu kez. Şimdi gelinen noktada ise, bir yıllık başkanı Kristalina Georgieva ile çok farklı bir rol oynamaya hazırlandığı görülüyor.
Bu hafta sanal ortamda yıllık toplantılarını yapmakta olan Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası, 2. Dünya Savaşı sonrasında dünya ekonomisine yön vermek üzere kurulmuş olan Bretton Woods kurumlandır. IMF’nin yıllar içinde edinilmiş kötü bir şöhreti var. IMF, ipin ucunu kaçırıp borcunu ödeyemez duruma düşen üye ülkelere kredi açmanın koşulu olarak onları kemer sıkma politikaları uygulamaya zorladığı için, “acı ilacı zorla içiren” kurum olarak anıldı çoğu kez. Kemer sıkmanın siyasi faturasını ödemek istemeyen iktidarlar IMF’yi günah keçisi ilan ederek kendi sorumluluklarından sıyrılmaya çalıştı. IMF reçetesinin uygulandığı bazı ülkelerde derde deva olmadığı ve bu reçeteyi uygulamaya çalışan ülkelerin bazen çıkmaza saplandığı da görüldü.
IMF’nin şimdi gelinen noktada, bir yıllık başkanı Kristalina Georgieva ile çok farklı bir rol oynamaya hazırlandığı görülüyor. Bulgar Başkan Georgieva, COVID-19 pandemisinin yarattığı ortamın düşük gelirli bazı Yükselen Pazar (YP) ülkelerinde ve yoksul ülkelerde büyük bir ekonomik çöküşe yol açabileceğini belirterek IMF’nin öncelikle bu ülkelere mali destek sağlamak için seferber olacağını vurguluyor. Toplam 1 trilyon dolarlık bir kaynağa sahip bulunan IMF’nin bu kaynağın yüzde 40’ını, yani 400 milyar doları, gelecek yıldan itibaren uygulamaya girecek olan NAB (New Arrangement to Borrow) programı kapsamında söz konusu ülkelere kullandıracağını belirten Georgieva zengin ülkelerden yoksullara kaynak transferinin artık bir zorunluk haline geldiğini vurguluyor.
Öte yandan yıllardan beri devletin ekonomiye müdahalesini dışlayan bir anlayışın savunuculuğunu yapan IMF’nin şimdi gelinen noktada, devletin öncülüğünde başlatılacak olan bir yatırım atılımını krizden çıkışın en önemli koşulu olarak gördüğünü de geçen haftaki yazımda belirtmiştim.
IMF neden korkuyor?
IMF Başkanı Georgieva, geçen hafta London School of Economics’de yaptığı önemli konuşmada, IMF’nin “pandeminin altüst ettiği bir dünyada” nasıl bir rol oynamaya aday olduğunu anlatırken şu çarpıcı cümleyi kurdu: “Şu ana kadar dünyada bir milyon insanın hayatına malolan pandeminin düşük gelirli ülkelerde yaratmakta olduğu muazzam ekonomik çöküşü hafifletecek adımlar derhal atılmazsa bu ülkelerde yaşayan bir kuşağı olduğu gibi kaybedebiliriz.”
Bu cümlede de vurgulandığı gibi, IMF Başkanı’nın uykularını kaçıran konuların başında çok sınırlı mali kaynaklara ve çok yetersiz bir sağlık sistemine sahip oldukları için durumu ümitsiz görünen düşük gelirli ve yoksul ülkelerin çıkmazı geliyor. IMF’nin söz konusu ülkelere 280 milyar dolarlık kaynak tahsisini öngören anlaşmaların tamamlandığını açıklayan IMF Başkanı, imkanı olan her ülkenin ve kuruluşun bu çabaya katkı yapmasını istiyor.
IMF Başkanı Londra’da yaptığı konuşmada, birçok ülkede devletin ve kamu kesiminin öncülük edeceği bir yatırım atılımının çok etkili olabileceğini ve kamu yatırımlarında yüzde 1’lik bir artışın özel yatırımları da özendirerek dünyada 33 milyon kişiye iş yaratabileceğini ileri sürdü. Georgieva iyi tasarlanmış “yeşil yatırım” projelerinin de krizden çıkışa önemli katkıda bulunabileceğini belirtti.
Bütün bunlar IMF’nin bundan sonra atacağı adımları dikkatle izlemenin ve yaşanacak gelişmeleri eski ezberin tutsağı olmadan değerlendirmenin gerekli olduğunu düşündürüyor.
Dünya ekonomisinin görünümü
IMF’nin dün açıklanan Dünyanın Ekonomik Görünümü raporunda haziranda çizilmiş olan tablodan biraz daha iyimser bir tablo çizildi ve özellikle zengin-gelişmiş ülkelerde alınan önlemlerin ve sisteme giren 12 trilyon dolarlık mali desteğin etkili olduğu belirtildi ama ABD ve Avrupa’da pandeminin hala kontrole alınamamış olmasının iyimser olmayı zorlaştırdığı da hatırlatıldı. IMF Başkanı Georgieva da iyimserliğin sürebilmesi için imkanı olan ülkelerin sağlamış olduğu mali ve parasal desteğin sürmesinin gerekli olduğunu belirtti.
Çin ve bazı diğer Asya ülkelerinde büyümeye geçişin ilk sinyalleri dikkat çekerken ABD’deki durumun başkanlık seçimi sonrasında netlik kazanacağı, Avrupa’da ise deflasyon tehdidinin öne çıktığı görülüyor.