Umutlarla başlanan 2020 yılının tarihte eşine az rastlanır ölçekte oynaklık ve akıl tutulması dolu fiyatlama davranışlarıyla her günü dolu dolu geçen ilk çeyreğini geçtiğimiz hafta itibarıyla geride bıraktık. Bu noktada “geri bıraktık” kelimesi tam anlamıyla cümlede doğru bir yer tutuyor mu açıkçası emin değilim. En azından takvim açısından bu şekilde bir realitenin olduğunu hatırlayarak sevinmek mümkün.
Evet, bir önceki paragrafın kendi içerisindeki kafa karışıklığından devam edelim. Doğrudur, ilk çeyrek işlemleri ama öyle ama böyle geride kaldı. Atılması gereken adımların çoğu atıldı. Para politikası tarafında mart ayı boyunca globalde en az 80 kez faiz indirimi hamlesi yapıldı. Yani, hikayenin bu kısmı üzerine düşen görevi bir şekilde yapmaya çalıştı. Hatta fazlasıyla yerine getirdi bile denebilir. Öte yandan maliye politikalarından gelmesi beklenen ve arzu edilen teşvikler de ilk etapta taahhüt olarak 3-4 trilyon dolar civarında edilmiş durumda. Bundan sonraki sürecin ana başlıkları, makro verilerdeki bozulmanın ne ölçekte gerçekleşeceği ve toparlanmanın hızı olacak. Bahse konu iki başlığın belirleyicisi ise kuşkusuz pandemik sürecin ne kadar ve ne hızda devam edeceği sorularına yanıt bulabilmek. Henüz elimizde buna dair kesin bir yargı maalesef yok. 1 milyonu aşkın vaka sayısı ile can sıkıcı süreç devam ediyor. Umut dolu-kısmen iyimser senaryoda sürecin mayıs sonu, haziran başı gibi “hız kesmesi” bekleniyor. Dikkat: Tamamen sona ermesi değil, “hız kesmesi.” Daha olumsuz senaryo ise sürecin bu şekilde uzaması ve üçüncü çeyreğe sarkması. Devamında ise zaten mevsim koşulları gereği havaların soğuyacağı başka bir dönem başlayacağından basit matematik ile 1 yıllık sürecin global ekonomi anlamında kaybolması ihtimaliyle yüzleşmiş olacağız. Sağlık ve insani boyutu ise tartışılmayacak şekilde üzücü. Biz, bildiğimiz kısım üzerinden kafa yorma çabasındayız.
Gelin sohbeti ilerletelim ve belirsizliğin “anomalik fiyatlama davranışları” yarattığı ilk çeyrek tahribatları üzerinden konuşmaya çalışalım. IIF tarafından açıklanan portföy verilerine daha önce bu köşede farklı zaman dilimleri içerisinde yer vermiş ve yüksek sesle tartışmıştım. Yine aynı şekilde davranacağım. Buna göre, mart ayında gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) grubunda gerçekleşen portföy çıkışı 83.3 milyar dolar ile rekor düzeyde oldu. Bu, şu anlama geliyor: Ne Başkan Trump ile Çin arasındaki tarife tepişmesinde böyle bir rakamı karşıladık, ne Çin’in kur ayarlamasına gittiği 4-5 yıl öncesinde, ne Fed’in bilanço normalizasyonunu açıkladığı dönemde, ne Euro Bölgesi krizinde, ne de 2008-09 krizinde. O nedenle denklemden X’i çekmek zor olmasa gerek diye düşünüyorum: İşte öyle bir belirsizlik ortamı yaşadık ki likidite yaratma ihtiyacı yatırımcılarda karşılarına çıkan her varlığı Amerikan Doları’na çevirme isteği yarattı. Bu nedenle de global fonlama maliyetleri arttı, spreadler daraldı ve Fed sınırsız varlık alımı programını başlatarak “yeter ki elinizdeki varlıkları satmayın, ben buradayım” mesajı vermek zorunda kaldı. Çıkışın kırılımını yaptığımızda ise, 52.3 milyar doların hisse senetlerinden, 31 milyar doların ise borçlanma senetlerinden geldiği sonucuna ulaşıyoruz. Böylece, yılın ilk çeyreğinde fon akımlarının seyri kümülatifte GOÜ grubu için 50.7 milyar dolar düzeyinde çıkışa işaret ediyor. Benzer şekilde bu rakam da 2010’dan bu yana süregelen data serisinde rekor çıkışı ifade ediyor. Bu büyüklüğe yakın son çıkış 49.6 milyar dolar ile 2015’in üçüncü çeyreğinde olmuş. 3 aylık dönemde hisse kaleminden 68.3 milyar dolarlık zayıflama gelirken, borçlanma senetleri dönemi 17.6 milyar dolar ile artıda kapatmayı başarmış. IIF verilerine göre, Türkiye’de mart ayında 2.5 milyar dolar, ilk çeyrek toplamında ise 5.9 milyar dolarlık zayıf performanslar gerçekleşti. TCMB’nin haftalık verilerinden derlenebilen rakamlara göre ise, aylık çıkış 6-27 Mart haftaları toplamında 3 milyar dolar, toplamda ise repo dahil 6.4 milyar dolar oldu. Aynı dönem içerisinde DİBS içerisindeki yabancı payımız da yüzde 7’nin aşağısına (yüzde 6.8) geriledi. 2019 kapanışı yüzde 10.5 düzeyindeydi.
Buraya kadar olan paragraflarda anlatılanlar giriş ve gelişme kısımlarını içeriyor. Gelin bir de sonuç kısmına bakalım. Artık elimizde 1 Nisan itibarıyla bilanço büyüklüğü 5.8 trilyon dolar seviyesine ulaşmış bir Fed var. Bunu neden yaptı? Ekonomik nedenler çıkışlı olmayan bir krizin ABD ekonomisi başta olmak üzere sistemi geri dönülemez bir girdap içerisine sokmasına engel olmak için. Nasıl yaptı? Bilanço genişleterek. Kullandığı yöntemlerden birisi global Amerikan Doları fonlamasını swap kanalı ile öncelikle 5 büyük merkez bankasına, devamında ise aralarında birkaç gelişmekte olan ülkenin de yer aldığı 9 merkez bankası ile genişleterek toplamda 14 merkez bankası ile sağlamak oldu. Bunun sonucunda da yaklaşık 400 milyar dolarlık bir rakamı enjekte etti. Nispeten başarılı da oldu, maliyetleri düşürdü, şimdilik.
Peki, Fed başka ne yaptı? Hafta içerisinde açıkladığı repo işlemleri vasıtasıyla yaklaşık 270 ülke merkez bankası, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşları ABD tahvillerini teminata almak kaydıyla fonlayacağını açıkladı. Tam da sohbetin bu kısmında ne mi oldu? Fonlama imkanına erişebilen ülkeler ile erişemeyen ve/veya erişemeyenlerin risk primleri ayrıştı. Misal, Türkiye’nin 5 yıllık CDS’inde kendisine has farklı ek negatif haber olmadığı halde 600 bp düzeyinin aşılması gibi. Neden? i) 14 ülke swap fonlaması arasında yer almadığımız için. ii) Repo imkanını 80 milyar dolardan düzenli bir şekilde 2.8 milyar dolar düzeyine dek azalttığımız ABD tahvil portföyümüz nedeniyle neredeyse kullanmayacak durumda olduğumuz için.
Uzun hikayenin olabildiğince kı sa hali şimdilik bu. Fed’in son hamlesine şu detayı da ekleyelim: Bunca adım sonrası istedikleri son şey borçlanma maliyetlerinin artması. Bir yerde tahvillerin satılmasını engellemeye çalışıyorlar.