Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakan Yardımcısı / Türkiye İklim Değişikliği Başmüzakerecisi
Arda Uludağ
Hazine ve Maliye Uzmanı
Yıllardır bizleri uyaran bilim insanlarının bahsettiği üzere iklim değişikliği kaynaklı aşırı iklim olayları ile doğal afetlerin sıklıklarının arttığına tanık olmaktayız. Üstelik bu afetlerin geride bıraktığı zarar da her geçen gün katlanarak artmakta, toplumlar ve ekonomiler üzerinde telafisi çok güç hasarlar bırakmaktadır. Yaşanan bu olaylar neticesinde yeterli altyapı ile finansal kaynaklara sahip olmayan küçük ada devletleri ile en az gelişmişler başta olmak üzere gelişmekte olan ülkeler en büyük zararı görmektedir. İklim değişikliğinin bir ölüm kalım meselesi olduğu bu ülkelerin yanı sıra özellikle son yıllarda gelişmiş ülkelerde de yaşanan aşırı sıcaklık dalgaları, yangın, sel ve taşkın gibi afetlerin maddi boyutu son derece yüksek olmalarıyla dikkat çekmektedir. Örnek olarak Avrupa Birliği'ndeki orman yangını sayısı son verilere göre 2022'nin başından bu yana 15 yıllık ortalamanın neredeyse dört katı olarak gerçekleşmiştir. Bu yangınlar sonucunda ise İspanya, İtalya, Portekiz, Yunanistan, Fransa ve Almanya’da binlerce hektarlık alan kaybedilmiştir.
İklim kaynaklı afetlerin sonucunda ekonomik olarak hesaplanabilir zararların yanı sıra maddi olarak ölçülemeyen kayıplar da ortaya çıkmaktadır. Kayıp ve zarar olarak nitelendirilen bu konu tüm ülkeleri ilgilendiren yıkıcı bir niteliğe sahip olması sebebiyle Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) altında yürütülen uluslararası iklim müzakerelerinde ele alınmaktadır. Müzakereler süresince gelişmekte olan ülkelerin tüm taleplerine karşın gelişmiş ülkelerin çekinceleri dolayısıyla konu finansman boyutuyla bugüne kadar ele alınmamış olup tartışmalar hâlihazırda devam etmektedir.
Dolayısıyla ülkelerin karşı karşıya oldukları zararları telafi etme konusunda kendi sigortacılık sistemleri ve kapasiteleri ile baş başa kaldıkları bu mevcut konjonktürde önümüzdeki dönemde sıklıkla tartışılacağı beklenen kayıp ve zarar teması ile konunun finansman boyutunu ve sigortacılık sektörünün iklim ile ilişkili risklerini ortaya koymak bu tartışmaları kavrayabilmek açısından ufuk açıcı olacaktır.
İklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olayları ile afetlerin, konutlara ve altyapılara verdikleri ekonomik zararın yanı sıra yaşanan felaketler sonucunda insanların hayatlarını kaybetmesi, mağdur konuma düşen hane halklarının sağlık şartlarının bozulması, ulaşım imkânlarının zarar görmesi sonucu seyahat özgürlüklerinin kısıtlanması, doğal ve tarihi varlıkların zarar görmesi neticesinde gerçekleşen kültürel kayıp vb. ekonomik olarak hesaplanamayan etkileri de bulunmaktadır.
Uluslararası platformda kayıp ve zarar ifadesi için kabul edilmiş ortak bir tanım henüz bulunmamaktadır. Buna karşın kayıp terimi ile insan yaşamı, canlı türleri, kültürel değerler gibi kaybedilen ve telafi edilemeyecek olan unsurlar ifade edilirken zarar ifadesi ile bina yol, baraj gibi hasar görmüş ancak onarılması mümkün olan varlıkların anlaşıldığına yönelik genel bir kabulden bahsetmek mümkün gözükmektedir. Özellikle iklim değişikliğine uyum politikalarına rağmen afetlerin sebep olduğu hasarların karşılanamaması durumunda kayıp ve zarar ortaya çıkmaktadır. Kayıp ve zararın ortaya çıktığı durumlardan kaçınmak mümkün olsa dahi gerekli tedbirlerin alınmasının ve risklerin azaltılmasının finansal maliyetinin ulusal ve uluslararası finansman imkânlarıyla karşılanamadığı, küresel ölçekte gerektiği düzeyde azaltım gerçekleştirilememesi sebebiyle iklim değişikliği kaynaklı afetlerin etkilerinin ve sıklıklarının artması, ülkelerin ekonomik, sosyal ve teknolojik engelleri bulunması, dışsal şoklara karşı dayanıksız olmaları gibi pek çok sebepten ötürü ortaya ciddi hasarlar çıkmaktadır.
Dolayısıyla tüm ülkelerin kolektif olarak hareket etmeleri ve iklim değişikliğiyle topyekûn gerek azaltım, gerek uyum, gerekse de finansman imkânları dâhilinde kayıp ve zararları en aza indirgemek ve telafi etmek adına ortak irade sergilemeleri kritik öneme sahiptir.
BM iklim müzakereleri marjında kayıp ve zarar teması ilk olarak 2007’de gerçekleştirilen BMİDÇS (Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi) 13. Taraflar Konferansı (COP13) sonucunda ortaya konulan Bali Eylem Planı'nda yer almış olup bu metinde özellikle iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı savunmasız olan gelişmekte olan ülkelerde iklim değişikliğiyle ilişkili kayıp ve zararların ele alınması için uyum eylemleri çerçevesinde afet azaltma stratejileri ve araçlarına önem atfedilmiştir.
Polonya'nın Varşova kentinde Kasım 2013'te gerçekleştirilen COP19’da ise Kayıp ve Zarara İlişkin Varşova Uluslararası Mekanizması kurulmuştur. Bahse konu mekanizmanın temel amacı iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı özellikle savunmasız olan gelişmekte olan ülkelerde kasırgalar, sıcak hava dalgaları vb. aşırı hava olayları ile doğal afetler ve çölleşme, deniz seviyesinin yükselmesi, okyanus asitlenmesi vb. uzun dönemli iklim olayları dâhil olmak üzere iklim değişikliğinin etkileriyle ilişkili kayıp ve zararları ele almak olarak belirlenmiştir. Bu mekanizma ile ülkelerin kayıp ve zarar çerçevesinde risk yönetimi gibi konularda bilgi paylaşımında bulunmaları ilgili paydaşlar arasında diyaloğun, koordinasyonun, uyumun ve sinerjinin güçlendirilmesi ile finans, teknoloji ve kapasite artırımı dâhil olmak üzere kayıp ve zarar konusuna yönelik eylem ve desteklerin artırılması amaçlanmıştır.
İlk etapta oldukça kapsamlı ve değer üretmesi mümkün bir yapı olarak gözükse de Varşova Mekanizması gelişmekte olan ülkelerce acil yardıma ihtiyacı olan ülkelere destek ve eylem üretmekten ziyade ülkeler arası koordinasyon ve iş birliklerinin artırılması gibi daha soyut çalışmalara odaklanmakla eleştirilmektedir. Bu sebeple 2019 sonlarında gerçekleştirilen COP25'te mekanizmanın gözden geçirilmesine yönelik görüşmelerde gelişmekte olan ülkeler mekanizmanın eleştirilere konu olan eylem ve destek kabiliyetinin geliştirilmesi ile savunmasız ve yardıma en fazla ihtiyaç duyulan gelişmekte olan ülkelerde sonuç alınabilmesini teminen mekanizmanın güçlendirilmesini talep etmişlerdir. Bu görüşmelerin bir sonucu olarak kayıp ve zararı önleme, en aza indirme ve ele alma konularında çalışmalar gerçekleştirecek Santiago Kayıp ve Zarar Ağı, COP25’in önemli bir çıktısı olarak kurulmuştur. Bu ağ ile iklim değişikliğinin olumsuz etkilerine karşı hassas olan gelişmekte olan ülkelerin teknik yardıma erişimi ve bu desteği koordine ederek kayıp ve zarar mekanizmasının çalışmalarını ilerletmek amaçlanmıştır. Ağ ayrıca kayıp ve zarara yönelik planlama araçlarına ve çözümlerine hızlı erişim sağlamak, kuruluşlar arasında bilgi alışverişine yön vermek, yeni iş birliklerinin kurulmasını kolaylaştırmak ve ek kaynaklardan yararlanmak ile bu alanda kuruluşları ve uzmanları bir araya getirmek için tasarlanmıştır.
Konu finansman boyutuyla BMİDÇS’nin hayata geçirilmesinden bu yana kırılgan ve savunmasız gelişmekte olan ülkeler tarafından dile getirilmekte, bu ülkelerin kayıp ve zararlarını karşılamalarına yardımcı olabilecek mali yardımın gelişmiş ülkelerce sağlanması talep edilmektedir. Günümüz itibarıyla aradan geçen süreye karşın bu çerçevede gelişmekte olan ülkeler bir kazanım sağlayamamış gözükmektedirler. Zira gelişmiş ülkeler bu talebin karşılanmasının mümkün hale gelebileceği ayrı bir finans mekanizmasının oluşturulması yerine kayıp ve zararları BMİDÇS müzakerelerinde iklim değişikliğine uyumun bir alt bileşeni olarak ele almayı tercih etmektedirler. Son olarak konu 2021 yılında Glasgow’da gerçekleştirilen COP26 marjında da gündeme getirilmiş, gelişmekte olan ülkeler bu müzakere oturumunun çıktısı olarak Glasgow İklim Acil Durum Paktı adında bir metin kabul edilmesini ve bu metin kapsamında Glasgow Kayıp ve Zarar Finansman Penceresi oluşturulmasını teklif etmişlerdir. İki hafta süren yoğun temaslar neticesinde gelişmiş ülkeler ile gelişmekte olan ülkeler ortak bir zeminde buluşamamış, finansman penceresi önerisi nihai metinden çıkartılmış ve metin Glasgow İklim Paktı adını almıştır.
Görüldüğü üzere gelişmiş ülkelerin tutumları sebebiyle küresel ölçekte iklim değişikliği kaynaklı afetler ile aşırı hava olaylarının sebep olduğu kayıp ve zararların iklim finansman imkânları dâhilinde karşılanması hâlihazırda büyük ölçüde ülkelerin kamu kaynakları ile sigortacılık sektörlerinin kapasitelerine bağlı kalmaktadır. Konuya ilişkin olarak sigortacılık sektörlerinin iklim krizinde karşı karşıya kaldıkları riskleri anlamak önem arz edecektir.
Alman reasürör Münih Re tarafından açıklanan verilere göre 2022'nin ilk yarısında iklim değişikliğine bağlı aşırı hava olayları, toplamda yaklaşık 65 milyar dolarlık zarara sebep olmuş durumdadır. Sigortalı kayıplar yaklaşık 34 milyar dolara ulaşırken toplam zararın yaklaşık yarısının sigortasız varlıklarda gerçekleştiği dikkat çekmektedir. Haziran ayına kadarki verilerin paylaşıldığı açıklamada Avrupa'nın son günlerde karşı karşıya kaldığı aşırı sıcak hava dalgasının sebep olduğu kuraklık, orman yangınları ve su kıtlığı gibi unsurların olmadığını göz önünde bulundurduğumuzda 2022 sonu itibarıyla bu tablonun daha da korkutucu boyutta olmasını beklemek mümkündür. Nitekim Allianz şirketi tarafından yıllık yayımlanan Allianz Risk Barometresi’nde 2022 yılı itibarıyla iklim değişikliği şimdiye kadarki en yüksek sırası olan altıncılığa yükselmiş olup doğal afetlere bağlı riskler ise üçüncü sırada yer almaktadır. Bu tablo bizlere iklim değişikliği ve doğal afetlerin tüm dünyada sigortacılık sektöründe giderek daha büyük bir risk olarak algılanmaya başladığını göstermektedir. Aon şirketinin hazırladığı “Hava, İklim ve Afet Öngörüsü” Raporuna göre ise 2021 yılında küresel doğal felaketlerin sebep olduğu hasar son on yılda altıncı kez 100 milyar dolar seviyesini aşmış durumdadır.
Bu noktada dikkatleri sigortacılık sektörünün iklim krizi içerisindeki durumu çekmektedir. Finans sektörünün önemli bir ayağını oluşturan sigortacılığın karşı karşıya olduğu iklimle ilgili riskler geleneksel sigortacılık yaklaşımını oldukça zor hale getirmektedir. Zira iklim değişikliğinin etkilerinin karmaşık ve ilintili yapısı sigorta şirketlerince yönetmesi çok zor bir süreç halini alabilmektedir.
Verilere göre 2021 yılında küresel sigortacılık sektörü ABD’nin tüm bütçesine yakın bir seviye olan 5 trilyon dolarlık bir değere ulaşmıştır. 2020 yılında iklimle en ilişkili sigorta tipleri olan ve konutları, araçları ve kişisel eşyaları kapsayan mülk ve kaza sigortasına ait olan poliçe sahiplerinin 1,6 trilyon dolarlık prim ödemesi aldığını dikkate aldığımızda rakamlar oldukça anlam kazanmaktadır. Sigorta şirketlerinin bir ülkenin finansal yapısındaki önemli rolü göz önünde bulundurulduğunda finansal kurumların doğal afetlere maruz kalma durumu dikkate değer bir konu olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğal afetlerden kaynaklanan sigortalı kayıpların son 30 yılda yüzde 250 arttığı, orman yangınları ve fırtınalar gibi tehlikelerin özellikle iklim değişikliğinden etkilendiği ve sigortalı kayıplarda daha da hızlı bir artışa sebep olduğu bulgusu da sektör uzmanlarınca paylaşılmaktadır.
Bir diğer deyişle yıllar içerisinde büyük maddi hasarlı felaketlerin giderek daha sık yaşanmaya başladığını söylemek mümkündür. ABD’de gerçekleştirilen bir çalışmada paylaşıldığı üzere 1980 ile 2015 yılları arasında bir yılda gerçekleşen felaketlerden ortalama olarak beş tanesi 1 milyar dolar seviyesi ve üzeri hasara yol açarken 2016 ile 2018 yılları arasında bu sayı on beşe yükselmiştir. İklim modellemeleri üzerine çalışan AIR Worldwide adlı firmanın araştırmalarına göre ABD’nin bugüne kadar gördüğü en maliyetli kasırgalardan olan Harvey kasırgası gibi bir doğa olayının iki bin yılda bir yaşanacak olay olması daha önceden hesaplanırken bu rakam bugün üç yüz yılda bire düşmüş durumdadır.
İklim değişikliğinin tüm etkilerine karşı finansal koruma sağlayamayacağı vurgulanmalıdır. Sigorta sel, fırtına ve kuraklık gibi iklim olaylarından uğranılan zararları finanse etmek için bir araç olarak değerlendirilirken deniz seviyesinin yükselmesi, çölleşme, habitat kaybı ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi zaman içerisinde gerçekleşen veya kademeli değişikliklerin sebep olduğu hasarı yönetmek için uygun bulunmamaktadır. Bu sebeple sigorta şirketleri uzun vadeli risklere karşı kendilerini korumak için genellikle yıllık poliçeler yapmayı ve her yıl prim ödemelerini gözden geçirmeyi tercih etmeye başlamışlardır. Ayrıca küresel olarak sigorta firmaları yüzde 30'undan fazlasının sürdürülebilir olmayan şirketlere yatırımı kısıtlamış ve yüzde 20'den fazlası da sürdürülebilir olmayan şirketlere tanınan sigortaların kapsamlarında kısıtlamaya gitmişlerdir.
Küresel finansal sisteme yönelik faaliyetlerde bulunan bir uluslararası kurum olan Finansal İstikrar Kurulu (Financial Stability Board - FSB) hava ile ilgili felaketlerden kaynaklanan küresel ekonomik kayıpların 1980'lerde 2019 fiyatlarıyla 214 milyar dolardan son on yıllık dönemde 1,62 trilyon dolara çıktığını tahmin etmektedir. Bu kayıpların sigortacılık sektörünce karşılandığını ancak zaman içerisinde daha yüksek primler kanalıyla müşterilere yansıtılmasının beklendiğini de vurgulamak gerekmektedir.
Belirtildiği üzere bütün bu olumsuzlukları sigorta sektörünün tamamen üstlenmesini beklemek mümkün değildir. Nitekim sektör uzmanlarınca yapılan açıklamalarda iklim değişikliğinin sigorta sektörüne ciddi bir zarar verdiği ve sigorta şirketlerinin yalnızca yüzde 8'inin iklim değişikliğinin etkilerine yeterince hazır olduğu tahmin edilmektedir. Örnek olarak Avustralya İklim Konseyi’nce yayımlanan bir rapora göre kötüleşen aşırı hava olayları sebebiyle Avustralya'nın büyük bölümlerinde sigortacılık araçlarının yakın gelecekte kullanılamaz hale geleceği, yaklaşık 520 bin binanın iklime bağlı şartlar sebebiyle yüksek riskli kabul edileceği ve ülkedeki tüm konut ve ticari yapıların 25'inde 1'inin 2030 yılına kadar sigortalanamaz hale geleceği tahmin edilmektedir. Araştırmada sigortalanamayacak niteliğe gelmesi beklenen mülklerin yüzde 80’inin nehir taşkın riskinden ötürü bu sınıflandırmaya dâhil edileceği beklentisi de paylaşılmıştır. Diğer öne çıkan risklerin ise ani sel ve orman yangınları olduğu dikkat çekmektedir.
Böylesi durumlarda sigorta sektörünün yardımına genellikle devletler koşmakta ve ortak bir çalışma yürütebilmektedirler. Örnek olarak iklim değişikliğinin sigortacılık üstündeki etkilerinin dikkat çektiği bir başka ülke ise Birleşik Krallıktır. Birleşik Krallık’ta sel risklerinin artması neticesinde sigorta primlerinde de ciddi bir yükseliş gerçekleşmiştir. Bazı risklerin sigortalanamaz hale geldiği ülkede konutların altıda birinin sel riski altında olduğu belirtilmektedir. Buna istinaden ülkede hükümet ve sigortacılık sektörü iş birliğine gitmiş, sigorta şirketlerinin taşkın riskiyle karşı karşıya kalan ovalarda yerleşik 350 bin konut için uygun fiyatlı primler sunulmasını sağlayan bir reasürör olan Flood Re kurulmuştur. Diğer taraftan konutların, yapıların ve arazilerin iklime dayanıklı hale getirilmesi için de devletler tarafından çeşitli teşvikler sunulması da seçenekler arasında sayılabilmektedir.
Gelişmiş ülkelerde iklim risklerine karşı devletlerin yardımına ihtiyaç duyulurken gelişmekte olan ülkelerde ise tablo daha farklıdır. Bu ülkelerde devletin borçluluk oranları yaşanan her büyük kasırga veya diğer doğal afetler ile artmakta, sonrasında kademeli olarak zaman içerisinde azalmaktadır. Ancak küresel pandemi sonrası bütçelerinde ciddi sıkıntılar yaşayan bu ülkeler henüz toparlanamamışken pek çok iklim kaynaklı afete maruz kaldıklarını unutmamak gerekmektedir. Bu konjonktürün esasen yeni olmadığını, son otuz yılda kasırgaların sıklığındaki artışa paralel bu ülkelerin borçluluk oranlarında ciddi bir artış gerçekleştiğini de vurgulamakta fayda bulunmaktadır. Öte yandan gelişmekte olan ülkeler karşı karşıya oldukları risklerin ekonomik aktörler tarafından yeterince anlaşılmaması sebebiyle kısmen yetersiz derecede sigortalanmış olarak nitelendirilebilmektedir. Bu bağlamda küresel işbirlikleri, teknik destekler veya kapasite artırımı gibi yollarla bu ülkelerde farkındalığın artırılması çalışmaları gerçekleştirilmeli, uluslararası finans imkânlarının bu ülkelerin kayıp ve zararlarının tazmininin yanı sıra uyum teması altındaki yatırımları için de aktif şekilde kullandırılması gerekmektedir.
Paris Anlaşması’nın en önemli unsurlarından bir tanesi de beklentilerin altında fonlanan iklim değişikliğine uyum yatırımlarının artırılması, bu kapsamda da uyum ve azaltıma yönelik yatırımların yüzde 50-50 olacak şekilde paylaştırılması olarak belirlenmiştir. Ancak bugüne değin uyum yatırımları donör ülkeler veya çok taraflı finans kuruluşları tarafınca azaltım yatırımlarına göre daha riskli ve geri dönüşü çok daha uzun sürede gerçekleşmeleri sebebiyle daha az tercih edilmektedir. Bu duruma istinaden Glasgow İklim Paktı’nda yer alan çok önemli kararlardan bir tanesi de uyum yatırımlarının iki katına çıkartılması olmuştur.
Bu olumlu gelişmeye rağmen Rusya-Ukrayna savaşının konu üzerindeki etkileri düşünüldüğünde ülkelerin iklim finansman kaynaklarını önümüzdeki süreçte hızla Rus enerji kaynaklarını terk edebilmek amacıyla yenilenebilir enerji yatırımlarına, bir başka deyişle azaltım temalı yatırımlara kaydırmaya çalışacaklarına, bu kapsamda dezavantajlı durumda olan ve görece düşük seviyelerde fonlanan uyum temasındaki yatırımların hız kaybedeceğine tanık olmamız mümkün gözükmektedir. Daha önce de bahsedildiği üzere bugün hayata geçiremediğimiz her iklim değişikliğine uyum politikası ve eylemi yarın karşımıza özellikle gelişmekte olan ülkelerde kayıp ve zarar olarak çok daha ciddi boyutlarda çıkacaktır. İklim müzakerelerinde kayıp ve zarar kapsamında finansman sağlanmasına yönelik bir mekanizmanın gelişmiş ülkeler tarafından kabul görmediği göz önüne alındığında önümüzdeki süreçte de bu konunun gelişmiş ülkelerce yalnızca diyalog veya işbirlikleri kapsamında tutulmaya çalışılacağını, bu alana finansman kaydırmanın kısa süre zarfında gündeme getirilmekten kaçınılacağını bugün itibarıyla öngörmek mümkündür. İklim değişikliğiyle mücadelede öncü rol üstlenen ülke ve ülke gruplarının uyum konusundaki taahhütlerine bağlı kalmaları ve bu alandaki hedeflerini daha öteye taşımaları ise geleceğimiz açısından son derece önemlidir.
Bu konuda ortak bir zeminde buluşulup küresel çapta adımlar atılana kadar kayıp ve zararlar iklim değişikliğinin öngörülemez etkileri sebebiyle yalnızca ülkelerin sigortacılık sektörlerinin değil, tüm finans sektörlerinin de işlerliğini tehlikeye atabilecektir. 2053 yılı net sıfır emisyon hedefleri çerçevesinde çalışmalarını sürdüren Türkiye uluslararası platformlarda küresel iklim değişikliği hedeflerine ulaşılması konusunda yapıcı tutumunu sürdürmenin yanı sıra sigortacılık sektörünün iklim risklerine karşı dirençli hale getirilmesi için de gerekli hassasiyeti göstermektedir. İklim Şurası kapsamında alınan tavsiye kararlarında sigortacılık sektörünü ilgilendiren ve ülkemizi iklim risklerine karşı daha dirençli hale getirecek hususlara rastlamak mümkündür. İklim Şurası’nda yeşil finansman bağlamında iklim değişikliğinin etkilerine karşı kırılgan sektörler ve potansiyel risklerin belirlenmesi, ilgili risklere yönelik özel sigorta teminatları çerçevesi oluşturulması tartışılmış, İklim Değişikliğine Uyum Komisyonu altında iklim değişikliğine bağlı afetlere karşı tarım sigortaları sisteminin (TARSİM) güçlendirilmesi, iklim değişikliğine uyuma yönelik ihtiyaç duyulan ulusal ve uluslararası fonlara erişim için finansal araçların geliştirilmesi ve kayıp-zarar risklerinin yönetilmesi amacıyla sigortacılık enstrümanlarının geliştirilmesine yönelik kararlar alınmıştır. Ayrıca konu yerel yönetimler açısından ele alınmış, iklim değişikliğinin olumsuz etkilerinin azaltılması, iklim değişikliğine uyum tedbirleri ve doğa kaynaklı afetlerin kayıp ve zararlarının karşılanması kapsamında mevcut sigorta mekanizması geliştirilmesi, yerel yönetimlerce gerçekleştirilecek faaliyetlere finans kaynağı teşkil etmek üzere merkezi bir fon oluşturulmasının sağlanması da tavsiye kararlarında kendine yer bulmuştur.
Unutulmamalıdır ki iklim değişikliği gezegenimizin karşı karşıya olduğu risklerin başında gelmektedir. Böylesi bir riski bertaraf edebilmek için ise ulusal çapta alınacak sektörel tedbirlerin yanı sıra tüm ülkelerin birlikte çalışması, uyum ve azaltım başta olmak üzere çevreci politikalarını hızlandırmaları gerekmektedir. Gidecek başka bir gezegenimizin olmadığı bilinciyle hareket etmeli, sonraki nesillere iklim risklerine dirençli bir dünya bırakmalıyız.