Glasgow’da gerçekleşen COP26 iklim müzakerelerine damga vuran en önemli konulardan biri, “iklim krizi eşitsizliği.”
ABD, Almanya ve Birleşik Krallık gibi zengin ülkeler, yüzyıldan fazla bir süredir atmosfere karbon emisyonlarını kontrolsüz bir şekilde gönderirlerken, bugün, iklim değişikliğine hiçbir katkıda bulunmayan dünyanın en fakir bölgeleri, yükselen denizler, kuraklık, aşırı hava koşulları ve orman yangınları ile bunun bedelini ödüyor.
İklim krizi ile mücadele için gerekli olan uluslararası işbirliği, zengin ülkelerin bu adaletsizliği tanımasına ve düzeltmesine bağlı. Ancak ne yazık ki, gelişmiş ülkeler, yoksul ülkelerin temiz enerji ve iklim uyum projelerini hayata geçirmelerine yardımcı olan için taahhüt ettikleri yıllık 100 milyar dolarlık finansmanı henüz sağlamış değiller.
Birleşmiş Milletler tarafından Salı günü yayımlanan yeni bir rapor, gelişmekte olan ülkelerde iklim adaptasyonunun maliyeti ile bunun için sağlanan kamu finansmanı arasında büyüyen açığa işaret ediyor. Rapor, gelişmekte olan ülkelerin, iklim etkilerini yönetmelerine yardımcı olmak için şu anda aldıklarından beş ila 10 kat daha fazla veya 2030 yılına kadar yılda 300 milyar dolara kadar finansmana ihtiyaç duyduklarını ortaya koyuyor.
Adaptasyon, toplulukların iklim değişikliği nedeniyle karşı karşıya kaldığı riskleri azaltmaya yönelik eylemleri ifade ediyor. Bu, fırtınalar için erken uyarı sistemleri geliştirmek, sıcak hava dalgaları sırasında klimaya erişimi artırmak, altyapıyı aşırı hava koşullarına karşı daha dayanıklı hale getirmek, evleri kıyı şeridinden uzaklaştırmak veya kuraklığa daha dayanıklı hale getirmek için tarımsal uygulamaları değiştirmek gibi önlemleri kapsıyor.
2015 Paris Anlaşması, zengin ülkelerin finansman sağlarken iklim değişikliği etkilerini “azaltma” ve iklim değişikliği etkilerine “adaptasyon” arasında bir denge kurmayı hedeflemesi gerektiğini şart koşuyor. Ancak, verilerin mevcut olduğu en son yıl olan 2019’da, gelişmiş ülkelerden gelişmekte olan ülkelere akan iklimle ilgili finansmanın yalnızca yüzde 25’i yani 20 milyar doları adaptasyon projelerine gitmiş durumda. Geri kalan finansman ise, karbon emisyonlarını azaltmaya odaklanıyor.
Karbon emisyonu kaynağı olmaktan çok tehlikeli iklim etkilerinin riski altındalar
İklim değişikliğinden en fazla etkilenen ülkeler, uyum ve adaptasyon için sağlanan finansmanda yüzde 50-50’lik bir denge sağlanmasını talep ediyor. Çünkü, gelişmekte olan dünyanın çoğu, büyük bir karbon emisyonu kaynağı olmaktan çok, tehlikeli iklim etkilerinin riski altında. Şu ana kadar ABD mesajı almış gibi görünmüyor. Hafta başında açıklama yapan ABD Başkanı Biden ABD’nin 2024 yılına kadar gelişmekte olan ülkelere 3 milyar dolarlık uyum finansmanı sağlayacağını söyledi. Bu, ABD’nin iklimle ilgili toplam uluslararası finansmanının sadece yüzde 26’sına denk geliyor.
Güneş çiftliği mi, yağmur suyu altyapısı mı daha karlı?
Adaptasyon, uluslararası iklim müzakerelerinde her zaman politik olarak zor bir konu olarak değerlendiriliyor. Gelişmiş ülkeler emisyonları azaltma konusuna odaklanıyor. Bunun nedeni ise, “karbonu ne kadar hızlı kesersek dünyanın o kadar az adaptasyon finansmanına ihtiyaç olacak” şeklinde düşünmeleri.
WRI Sürdürülebilir Finans Merkezi üyelerinden Joe Thwaites ise, gelişmekte olan ülkelerin sorunu yanlış anladıklarını ifade ediyor. Thwaites, aşırı hava olaylarının küresel tedarik zincirlerini nasıl bozabileceğini veya mülteci krizleri yaratabileceğini göz önünde bulundurarak, yoksul ulusların risklerini azaltmalarına yardımcı olmanın küresel faydaları olduğunu ifade ediyor. Adaptasyon projeleri için finansmanı artırmanın başka zorlukları da var. Zengin ülkeler, genel finansmanı artırmak için ek özel yatırım çekebilecek uluslararası projeleri finanse etmeyi tercih ediyorlar. Örneğin, bir güneş çiftliği gibi finansal getirisi olan bir projeye yatırım çekmek, yağmur suyu altyapısı gibi doğrudan gelir getirmeyen önemli bir projeye yatırım çekmekten çok daha kolay olabiliyor. Birçok zengin ülke iklim yardımlarının büyük bir bölümünü doğrudan hibeler yerine krediler şeklinde sağlıyor ve krediler kâr getirmeyen projeler için bir anlam ifade etmiyor. OECD rakamları da, 2019’da kamu tarafından sağlanan iklim finansmanının yüzde 71’ini kredilerin oluşturduğunu ortaya koyuyor.
-
Obama’dan “yoksul ülkelere yardım edin” çağrısı
ABD Eski Başkanı Barack Obama zengin ülkelere, iklim değişikliği konusunda gelişmekte olan ülkelerle yıllardır süren çıkmaza son verme çağrısında bulundu ve Çin ve Rusya’yı emisyonları azaltmadaki “aciliyet eksikliği” nedeniyle eleştirdi. Obama, “Adaptasyon ve dayanıklılık konusunda yardım etmek için şimdi harekete geçmeliyiz.Dünyanın en büyük iki kirleticisi olan Çin ve Rusya’nın liderlerinin zirveye katılmayı bile reddettiğini görmek cesaret kırıcı. Bu ülkelerin ulusal planları tehlikeli bir aciliyet ve isteklilik eksikliğini yansıtıyor ve bu bir utanç” dedi.
-
“Biz kârı korumak için değil gezegeni korumak için buradayız
İklim krizinden dolayı en fazla risk altında olan 1 milyardan fazla insanı temsil eden yoksul ülke temsilcileri gelişmiş ülkeleri eleştirdi. 39 ülkenin üyesi olduğu Küçük Ada Devletleri İttifakı’nın başkanı olan Antigua ve Barbuda Başbakanı Gaston Browne, “1,5 santigrat derece hedefini aşacağız gibi duruyor. Çok endişeliyiz. Bu bizim için hayat memat meselesi" diye konuştu. Gelişmiş ülkelerin de iklim değişikliğinden etkileneceğini belirten Browne, “Biz kârı korumak için değil gezegeni korumak için buradayız. Ancak fosil yakıt sübvansiyonlarından yararlanan güçlü çok uluslu firmalar ve lobiler var” dedi.
Finans, bir amaçtan ziyade bir araç
Birleşmiş Milletler uyum raporunun dikkat çektiği bir konu daha var. Raporun yazarları, finansın “bir amaçtan ziyade bir araç olduğunu; fonların mevcudiyetinin, bunların verimli ve etkili bir şekilde kullanılacağını garanti etmediğini” belirtiyorlar. Öte yandan, zengin ve fakir ülkelerde iklim değişikliğinin etkilerine uyum sağlamaya giden paranın bir fark yaratıp yaratmadığı konusunda bilgi eksikliği var. Ülkelerin sadece yüzde 26’sının uyum planlarının işe yarayıp yaramadığını izlemek ve değerlendirmek için sistemleri bulunuyor ve bu ülkelerin sadece yüzde 8’i bu değerlendirmeyi gerçek anlamda tamamlamış durumda.