Güngör KAMAK
HPE Türkiye, Kazakistan, Kırgızistan Genel Müdürü
Döngüsel ekonomi modeli, al-yap-tüket-at şekline dayalı doğrusal ekonomi modeline bir alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaynakların mümkün olduğunca döngüde kalmasını sağlamanın, israfı en aza indirmenin ve etkin kaynak yönetiminin ötesinde rekabet ve kalkınma gibi politikalara da yön verme gücüne sahip bir ekonomik modeldir. (kaynak: TÜSİAD Döngüsel Ekonomi Raporu Haziran 2021)
Avrupa Komisyonu'nun Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’na göre, döngüsel ekonomiye geçişin hızlanmasının, 2050 yılına kadar iklime yönelik negatif etkilerin ortadan kaldırılmasına büyük katkı sunması bekleniyor. Bu hedefe ulaşmak, AB'nin Paris Anlaşması taahhütlerini yerine getirmesi ve 2050 yılına kadar karbon emisyonlarını sıfıra indirmesi açısından önem taşıyor.
26'ncı Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı’nın (COP26) "ısınmayı 1,5 derecede tutmayı" hedef olarak belirlemesi, Paris İklim Değişikliği Anlaşması’nın önemini ve vaatlerini yerine getirmenin ne kadar zorlaştığını ortaya koyuyor.
Bu konudaki en büyük zorluklardan biri, dünyanın doğal kaynaklarının hızla tüketilmesi olarak önümüze çıkıyor. Küresel Kaynaklar Görünümü 2019 Raporu’na göre; dünyadaki toplam sera gazı emisyonlarının yarısı doğal kaynakların çıkarılması ve işlenmesi sırasında oluşuyor. Dünya nüfusunun son 50 yılda iki kat artmasına rağmen, doğal kaynak kullanımının üç katın üzerinde yükselmesiyse endişe verici bir durum.
Avrupa Yeşil Mutabakatı’nın (European Green Deal) sadece büyük üreticileri değil, tüm ülkeleri 2050 yılına kadar nötr iklim hedeflerine ulaşmak için bir an önce döngüsel ekonomiye yönelik önemli adımlar atmaya çağırmasının nedeni de bu.
Ancak ne yazık ki döngüsel ekonomi çabaları artacağına zamanla azalıyor. 2021 yılı Döngüsel Uçurum Raporu’na göre küresel ekonomiler 2020'de sadece yüzde 8,6 oranında döngüselliğe ulaşabildi ki, iki yıl önce bu oran yüzde 9,1 idi.
Bunun nedeni döngüsel ekonomiye geçişin tek tek şirketler özelinde ele alındığında son derece zor olması. Örneğin üretimde kullanılan bileşenlerin daha dayanıklı ve onarıma, yenilemeye, geri dönüşüme uygun olmasını sağlamak, tüm tasarım ve geliştirme süreçlerini yüksek maliyetlere katlanarak yeniden dönüştürmeyi gerektiriyor.
Ayrıca, döngüsel ekonomi yaklaşımı, bir işi yapmak için gerekli ekipmanın satın alınmasına ve kurulmasına ihtiyaç duyulan geleneksel modelden, kullandığın kadar öde modeline doğru uzanan bir düşünce değişikliğini gerektiriyor. Bu nedenle ürünü hizmet olarak sunma modelini benimsemek, günümüzde döngüsel ekonomi adına atılabilecek en önemli adımlardan biri. Bu yaklaşım sadece arz ve talebe dair geleneksel kalıpları kırarak ekonomiyi daha döngüsel hale getirmekle kalmıyor, aynı zamanda tüm endüstrilerin önünde önemli büyüme fırsatları yaratıyor.
Hizmet modeli, şirketlerin ürünü sattıktan sonra işlerinin bittiğini düşündükleri metalaştırılmış iş modelinden derin çizgilerle ayrılıyor. Bunun yerine üretici, tüm yaşam döngüsü boyunca ürünün sorumluluğunu ve mülkiyetini sahipleniyor. Müşteri ürünün kendisine veya bakımına değil, yalnızca kullandığı kısmına ödeme yaparak üründen tam olarak ve gerektiği ölçüde faydalanıyor. Üretici buna karşılık enerji ve malzeme kullanımı açısından verimli, kaliteli bir ürün ortaya koymayı, işi bittiğinde ürünü geri almayı ve yeniden kullanıma hazır hale getirmeyi taahhüt ediyor.
Bu yaklaşıma örnek olarak İrlanda'nın en büyük iki havalimanının sahibi ve yöneticisi olan daa’nın projesini örnek gösterebiliriz. daa sunucularını ve depolama sistemlerini modernize etmek için hizmet tabanlı bir çözümden yararlanmayı tercih ederek eski teknolojisini hurdaya çıkarmasına ve yeni ekipmanlar satın almasına gerek kalmadan kapasitesini ve yeteneklerini artırmayı başardı. Bu sayede daa elindeki BT ekipmanlarını e-atığa dönüşmekten kurtararak, kullanım ömrünü uzattı ve sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşma yönünde önemli bir adım attı.
Örnekte görüldüğü üzere ürünü hizmet olarak kullanma modeli, sürdürülebilirlik hedeflerine ulaşmak ve döngüsel ekonomiye katkıda bulunmak isteyen şirketler için uygun bir seçenek ortaya koyuyor. Konuya HPE olarak BT merceğinden bakacak olursak, bu alanda üç farklı başlıkta önemli farklar yaratılabildiğini gözlemliyoruz:
Hizmet modelinin BT altyapısına uyarlanmasıyla şirketin BT ekipmanı, herhangi bir sermaye maliyetinden endişe duymayı gerektirmeden yeni ve enerji tasarrufu daha yüksek teknolojilere hızla yükseltilebiliyor. Bu önemli bir kazanım, zira araştırmalar eskiyen ekipmanların neden olduğu verimsizlik nedeniyle BT'nin veri merkezlerinde harcadığı gücün yüzde 65'inin işin sadece yüzde 7'sini yapmak için kullanıldığını gösteriyor.
Hizmet sağlayıcılar arasında tercih yaparken, e-atıkları çöplüklerden uzak tutmaya yardımcı olacak yenileme hizmetleri sunabilen satıcıları göz önünde bulundurmak da önemli. Örneğin Hewlett Packard Enterprise (HPE), Teknoloji Yenileme Merkezleri’nde sadece 2020 yılında 3,1 milyon üniteden fazla teknolojik ürün işledi. Bunların yüzde 90'a yakınını çalışır hale getirerek yeniden ekonomiye kazandırdı. Geri kalanı da sorumlu bir şekilde geri dönüştürüldü. Tüm bunlar yenileme ve geri dönüşüm konusunda 20 yıllık deneyimin ve bunun hizmet olarak iş modeline yansımasının bir sonucu…
Hizmet odaklı servis anlayışı, birçok farklı sektörde hayata geçmeye başladı. Örneğin eskiden Philips Lighting olarak bilinen Signify, artık müşterilerine "hizmet olarak ışık" satıyor. Bu sayede enerji tüketiminde yüzde 80'e varan oranda tasarruf vaat ediyor. Kaeser Kompressoren, basınçlı havayı servis olarak satıyor. Küresel ölçekli ticari halı tedarikçisi Desso, beşikten beşiğe hizmet anlayışıyla tasarladığı halıları kiralayarak kurulum, bakım, iade ve geri dönüşüm süreçlerinin tamamını sahipleniyor.
Sürdürülebilirlik çabalarımızın iş sonuçlarını pozitif yönde geliştireceğine, daha az malzeme kullanarak da değer yaratılabileceğine inanıyorum. Bu nedenle AB'nin Döngüsel Ekonomi Eylem Planı’nda yer alan “ürünü hizmet olarak teşvik etme” hedefinin anlamlı ve somut adımlarla sonuçlanacağını umuyorum. Daha döngüsel bir ekonomiye kavuşmak, hükümetlerin ve sivil toplumun iklim hedeflerine ulaşmak için fırsatları görmek ve değerlendirmek zorundayız. Belki bu sayede 2050 yılında 1,5 derecelik iklim değişikliği hedefini yakalamayı başaracağız.