Bizim gibi ödemeler dengesi ve yüksek enflasyona bağlı kriz riski yüksek bir ekonominin genellikle 2 zayıf karnı vardır. Bunlar ikiz açıklar tabir edilen cari açık ve bütçe açığıdır. İlk 6 ay sonunda 12 aylık cari açık 56.5 milyar dolar seviyesinde. Halbuki 2022 Haziran’ında 12 aylık açık sadece 24.6 milyar dolardı. Bu süre içindeki bozulma bir ölçüde seçim öncesinde ekonomide yaratılan ısınmadan kaynaklansa da, esasen ortodoks politikalardan vazgeçilmesiyle ortaya çıkan politika belirsizliğinin bir sonucu olarak da görülmeli. Geçen hafta da vurguladığım gibi, Türkiye’de cari hesap esasında finans hesabıyla iç içe geçmiş durumda. Büyük çoğunluğu tasarruf amacıyla yapılan altın ithalatı cari hesapta takip edildiği gibi, mal ithalatı ve ihracatında da ülke içindeki ekonomik konjonktüre bağlı olarak yurtdışına/yurtdışından kâr transferi söz konusu olabiliyor. Çok yüksek “eksi” reel faizlerin olduğu bir ekonomide tasarruf sahipleri doğal olarak birikimlerini döviz ve altında tutmayı tercih ediyorlar.
Demek ki, bugün yapılmaya çalışıldığı gibi bizatihi ortodoksiye dönüş cari açıktaki sıkıntıları da büyük ölçüde hafifletecek. TL faizlerin artırılmasıyla tasarruf sahibinin döviz, altın ve KKM’ye olan teveccühünün azalması söz konusu olacak. Aynı zamanda kredi faizlerinin de artmasıyla iç talep de ivme kaybedecek. Burada gözden kaçırılmaması gereken bir nokta TL’nin değer kaybetmesinden daha çok değer kazanmaması olmalı. MB’nın bizzat kendi projeksiyonlarında sene sonuna kadar enflasyonun yüzde 62’ye kadar çıkabileceği öngörülmekte. Bu ise bugünden sene sonuna kadar kurlarda bir hareket görülmemesi durumunda TL’nin en az yüzde 20 değerlenmesi anlamına geliyor. Her ne kadar MB’nin Reel Efektif Kur Endeksi’ne göre TL hâlen zayıf gözüküyorsa da, bu endeksin resmi enflasyon verileri üzerinden hesaplandığını ve gerçek resmin farklı olduğunu da unutmamak gerekir. Bu nedenle kurların dalgalanmasına izin verilmesi gerekiyor. Ancak hem enflasyon kontrolü, hem de tasarrufların TL’ye dönme eğilimini desteklemesi açısından bu oynaklığın enflasyonun altında kalması şart. Kısaca, piyasaları ve yatırımcıları telkin etmek için TL’nin az da olsa bir miktar değerlenmesi gerekecek.
İkiz açığın diğer ayağına, bütçe açığına gelirsek, burada da doğru adımlar atılıyor. Akaryakıt zam ayarlamaları ve vergi artışları uzun süreden beri geciktirilmiş ve yapılması elzem uygulamalardı. Hüküm süren şartlar altında temmuz bütçesinin fazla vermiş olması da olumlu bir gelişme. Bunda bu ay vergi gelirlerinin yüzde 167 oranında artmış olması etkili oldu. Tabii bu bağlamda önemli bir noktaya da dikkat çekmek gerekiyor: Bundan sonra tamamı MB tarafından ödenecek olan KKM primlerinin ekonomiye olası etkisi. (Temmuz ayında Hazine son defa prim ödemesi yaparken 7 aylık toplam ödemesi 59.5 milyar TL oldu.) Tam olarak hesaplanamamasına ve MB hesaplarında net olarak gözükmemesine rağmen toplamda 500-600 milyar TL’lik bir prim ödemesinden bahsediyoruz. MB primleri para basarak ödemekte olduğu için endişe bu para basmanın enflasyona sirayet etmesi ve/veya dövize yeniden talep yaratması. Ancak para politikasından ödün verilmediği ve gerekli sıkılaştırıcı önlemler alındığı sürece bu risklerin düşük kalabileceğini düşünüyorum. Nitekim, bu prim ödemelerinin de etkisiyle Temmuz ayının ortasından itibaren piyasalarda para bolluğu oluşmaya başlamış ve MB uzun zaman sonra borç veren değil, borç alan konumuna geçmişti. Bu para politikası yönetimi açısından da istenilen bir pozisyon değil. Ancak KKM hesaplarının yüzde 15 zorunlu karşılığa tabi tutulması ile birlikte, MB yeniden borç verici konuma dönmüş gözüküyor. Bütçe ile ilgili önemli bir mihenk taşı da yeni senede yapılacak olan kamu ücret zamları ve emekli maaş artışları olacak. Bu artışların oluşan enflasyonun altında kalması ve hedeflenen enflasyona göre belirlenmesi gerekiyor. (Maalesef ki bu uygulama zaten son dönemde ciddi şekilde bozulmuş olan geri dağılımını düzeltmeyecek, ancak gelir dağılımını en çok bozan unsurun aslında yüksek enflasyon olduğunu da unutmamak gerekiyor.)
Sonuçta, çıkılan yola kademeli ama kararlı adımlarla devam edilirse, ekonominin bozulan dengelerinin belirli bir takvim içerisinde toparlanma ihtimali var. Zaman geçtikçe ve ekonominin aktörleri yukarıdan müdahale riskinin ortadan kalktığına ikna olursa bu ihtimal daha da artacaktır