Bu pazartesi ikinci Trump dönemi başlıyor. Trump dönemi Türkiye’yi nasıl etkiler deyince ben genellikle Suriye’nin kuzeyi ile ilgili değerlendirmeler görüyorum. Öyle mi yapar, böyle mi yapar gibi. Doğrusu bu bana ikinci Trump dönemini değerlendirmek için son derece kısıtlı bir yaklaşım gibi geliyor. Gelin ortadaki manzaraya bakıp daha genel bir değerlendirme yapalım.
Hatırlayın seçimlerden hemen sonra Trump bu seçimleri kazanamasa bile, seçimin gündemini zaten belirlemişti demiştim. Neden? Trump’ın gündemi aynı zamanda seçimin gündemine dönüştüğü için elbette. Demokratlar esasen Trump’ın sahiplendiği platformun içinde kaldılar, dışına çıkamadılar.
Amerika’da bu son seçimlerde en çok ne konuşuldu? Benim aklımda üç temel konu kaldı. Bunlardan ilki, gümrük tarifelerinin artırılması yoluyla içeride üretimin desteklenmesi. İkincisi düzensiz göçün kontrol altına alınması ve yasadışı göçmenlerin ülkelerine kitlesel olarak geri gönderilmesi. Üçüncü olarak ise, enflasyonun getirdiği geçim sıkıntısı hadisesiydi. Bir nevi, Amerika’da yumurta fiyatlarındaki artış tartışması.
Daha yumurta fiyatları ve göçmenler konusunda ne yapacağını tam olarak bilmiyoruz ama Trump’ın seçildikten sonra Meksika, Kanada, Panama ve Grönland ile ilgili ortaya attığı fikirlerin hepsi, ilk husus ile alakalı kapsamlı bir pazarlık sürecinin başlangıcı gibi duruyor şimdilik. Ne kadarı boş laf daha bilmiyoruz. Aynı durum Suriye ile ilgili açıklamalar için de geçerli şimdilik. Lafügüzaf katsayısı bilinmiyor.
Ama şunu biliyoruz: Artık özellikle Batılı ülkelerin gelişmekte olan ülkelere “ekonomik yaptırım” uygulamasına iyice alıştık. Eskiden İran yaptırımları vardı bir tek. Şimdi Türkiye, Rusya, Suriye hep ekonomik yaptırım listesinde yer alabiliyor. Bana öyle geliyor ki, ikinci Trump dönemi ile birlikte yoğun bir yaptırımlar dönemine doğru gidiyoruz. Doğrusu ben bu dönemde “gümrük tarifelerini artırma” tehdidinden bunu anlamak gerektiğini düşünüyorum. Anlatayım bundan ne anladığımı.
Şimdi aklımızda şu soru olmalı genel olarak bakıldığında: İlgili ülkeler ortaya konan fikri dikkate almaz ve bir pazarlık süreci kendiliğinden başlamazsa Trump ne yapar? Karşı tarafı cezalandırmak ya da pazarlığa katılmaya zorlamak için tedbirlere başvurur mu?
Bu zorlayıcı tedbirler nasıl tedbirler olur? Bunlar özellikle Türkiye gibi ülkeleri nasıl etkileyebilir? Yoğun ekonomik yaptırımlar dönemine giriyorsak şimdi zaman herkesin olası tedbirleri düşünüp kendi pazarlık gücünü tahkim etmeyi düşünme zamanı sanırım.
Zorlayıcı tedbir deyince aklınıza hemen ne geliyor? Başkan Trump zaten seçim kampanyasının başından beri gümrük vergilerini artırmaktan söz ediyor. Bu mudur hadise? Ya da şöyle soralım: Başka ülkelerde üretilen birtakım mallara Amerikan gümrüklerinde uygulanan tarifeleri artırarak o ülkelere düzen vermek mümkün müdür? Bu strateji, Amerika açısından kazanan strateji olabilir mi?
Jeo-ekonomi (geo-economics) ülkelerin ticari ve finansal üstünlüklerini jeopolitik amaçlarla kullanmalarını ifade ediyor. İşte bu sorunun yanıtını Amerika’nın jeo-ekonomideki üstünlük alanına bakarak vermek gerekiyor.
Amerikan Stanford, Columbia ve Chicago üniversitelerinden bir grup akademisyenin yürüttüğü Global Capital Allocation Project (GCAP) geçenlerde Çin ile kıyaslandığında Amerika’nın bir imalat sanayii devi olmadığının altını çiziyordu.
Buna göre, Amerika’nın jeoekonomik gücünün kaynağında imalat sanayii alanındaki üstünlüğü değil, finansal hizmetler alanındaki hakimiyeti yatıyor. Ne demek? Amerika’nın jeopolitik gücünün kaynağında ticari işlemler yatmıyor esas itibariyle, finansal hizmetler piyasası yatıyor.
Bakın sermaye dünya üzerinde nasıl hareket ediyor? Kırmızı oklar doğrudan Amerikan kaynaklı, mavi ise Avrupa dolar piyasalarından. Ne demek? Doğrudan ya da dolaylı hep Amerikan kontrolünde bir küresel finansal hizmetler piyasasından bahsediyoruz.
Bu durumda, Çin’in küresel ekonomik gücünün kaynağında ise imalat sanayii alanındaki hakimiyeti yatıyor. Zaten Amerikalıların Trump döneminde sıkıntı duyduğu, değiştirmek istediği esasen tam da bu. O nedenle, Biden döneminde, IRA (inflation reduction act-enflasyonu düşürme kanunu) ile özellikle yeşil dönüşüme yönelik imalat sanayi üretim kapasitesini Amerika’ya toplamaya çalışıyorlardı.
Peki, bu durumda GCAP analizine bakarak Trump’ın gümrük tarifelerini artırma tehdidi/iddiası hedef aldığı ülkeleri pazarlığa sürükleme konusunda zorlayıcı/caydırıcı olabilir mi? Hayır. Öyle diyor yapılan çalışma.
Aslında bunu ayrıca küresel ithalatı en çok hangi ülkelerin yaptığına bakarak değerlendirebilmek de mümkün. Buna göre, toplam küresel ithalat içinde Avrupa Birliği’nin (AB) payı yüzde 29,56 iken Amerika Birleşik Devletleri’nin payı ise yüzde 13,16. Dolayısıyla gümrük vergileri ile Amerika’nın herkesi birden tek başına hizaya sokabilmesi zor. Neden? Pazarlık gücü zayıf kalıyor Amerika’nın.
Halbuki Amerika’nın küresel finansal piyasalardaki hakimiyetini kullanarak benzer bir aleme nizam verme stratejisini uygulayabilmesi mümkün. Bunu herhalde en iyi bilen ülkelerden biri de biziz zaten. En son akıl dışından akıl yoluna dönerken bir taraftan uluslararası dolar piyasalarına doğru yönelmeye, öte taraftan ise “Türkiye’nin stratejik önceliği AB’dir” demeye başlamıştık dikkatinizi çekerim. Zaten akıl dışına çıkışımız, enflasyonu o yolda patlatmamız hep 2018-2019 Trump tweetleri ile olmuştu. Unutmamakta fayda var.
Çin gibi zaten tasarruf fazlası olan ülkeler için Amerika’nın finansal piyasalardaki hâkimiyetinin jeopolitik sonuçlarının doğrudan çok fazla manası yok ama bakın Türkiye gibi yapısal tasarruf açığı olan ülkeler için bu son derece önemli. Peki, buradan Amerika’nın küresel finansal hâkimiyetini sarsacak bir yeniden yapılanma çıkar mı? Kısa vadede imkânsız.
Şimdi yeni başlayan dönemi değerlendirirken öncelikle şekillenmekte olan yeni bölgesel güvenlik çerçevesine odaklanmakta fayda var doğrusu. Türkiye’nin gücünü hem Suriye’de hem de mesela Kıbrıs’ta atılacak adımlarla bir an önce tahkim etmek lazım süratle.
Peki, son dönemde Suriye’de gümrük tarifelerinde neden özellikle Türk mallarına yönelik bir gümrük tarife artışı yaşandı? Sınır kapısında geçen hafta bu nedenle bir yığılma yaşandı. Hatta “hani aramız iyiydi, bu nereden çıktı?” gibi sosyal medya mesajları bile vardı.
Aslında yeni Suriye hükümeti bütün gümrük kapılarında aynı tarife rejimini uygulamaya başladı. Türkiye tarafındaki gümrük kapıları daha önce merkezi gümrük tarifesi uygulamasına dahil değildi. Şimdi dahil edildi. Aynı tarife rejimi dediğim o.
Aslında Esad dönemi gümrük vergileri yüzde 50-yüzde 60 oranında azaltıldı. Ama daha önce yalnızca cüzi bir hizmet ücretinin tahsil edildiği kuzeydeki kapılarda bu tutarı düşürülmüş gümrük tarifesi yüzde 300’e varan gümrük vergisi artışı gibi hissedildi. Tutar olarak yüksek değil ama yüzde artış olarak yüksek.
Hâlbuki Suriye’nin ticaret partneri olarak Türkiye 2013’ten 2022’ye önemini çok artırmıştı. Mesela Suriye’nin toplam ithalatı 2013’ten 2022’ye 6,26 milyar dolardan 4,70 milyar dolara düşerken Türkiye’nin toplam ithalat içindeki payı yüzde 17,61’den yüzde 45,42’ye çıkmıştı. Şimdi yeni tarifelerle başka ülkelerden ithalatın ucuzlayacağını düşünürsek daha rekabetçi bir piyasa ile karşılaşmaya hazırlanmak gerekiyor.
Suriye’nin bir an önce kumanda ekonomisinden piyasa ekonomisine geçtiğini açıklamaya ve bu çerçevede bir Özel sektöre Dayalı Kalkınma Stratejisi tasarlamaya başlaması lazım sanırım. O vakit, bu tür uygulamaları bir çerçeveye oturtmak ve daha sağlıklı tartışabilmek mümkün olacak. Parçalı resmin bütünleşmesi önemli.
Unutmayalım, kitleler devrim yapabilir ama devrimden sonraki hafta herkesin karınları acıkır. Gümrük uygulamasını bütünleştirme stratejisi Suriye yönetiminin bu durumun farkında olduğunu gösteriyor. Vakıa ile kavga olmaz. Türkiye’nin bu olguyu dikkate alan bir Suriye Stratejisine bir an önce odaklanması önemli.
Yaptırım yoğun ilginç bir dönem olacak gibi duruyor bu ikinci Trump dönemi. Hazırlıklı olmakta fayda var. Suriye Stratejisi hem kendi başına hem de ayrıca Kıbrıs Stratejisi için de önemli. Geleceğim. Bakalım nasıl olacak?